26 Mayıs 2024 05:00

Bir tarihsel dönüm noktası olarak Kobani davası kararı

Elazığ'da kobane davası protesto edildi

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

AİHM’nin siyasal faaliyet ve düşünce özgürlüğü olarak tanımladığı bir X mesajı (tweet) ile başlayan Kobani davasının karar duruşmasında kelimenin tam anlamıyla ceza yağdırıldı. 42 yıllık cezasıyla Selahattin Demirtaş’ın en üstte yer aldığı ceza listesi, indirimsiz en üst sınırdan uygulanan cezalar, yargılanan siyasetçilerin ölümlere ilişkin suçlamalardan beraat etmeleri, gelinen aşamada HDP/DEM çizgisi ile bağını kopartmış bulunan sanıklara sunulan ayrıcalıklar Kobani davası kararlarından akılda kalan detaylardı. Hasta ve yaşlı generaller için alınan tahliye kararlarının Kobani kararları ile aynı güne rastlaması ise tarihe not düşülecek bir başka ilginç gelişmeydi.

Kobani davası, 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) isimli örgütün Kobani’ye saldırmasının ardından birçok ilde yapılan protesto eylemleri gerekçe gösterilerek açılmıştı. Olaylardan beş yıl sonra açılan davada verilen cezaların hukuksal açıdan değerlendirilmesi, sürecin hukukla uzaktan yakından ilgisi bulunmadığı için mümkün olmuyor. Mahkumiyet kararları, TBMM’de sosyalist vekiller, CHP ve DEM Parti’liler tarafından protesto edilirken, karar sonrası açıklama yapan DEM Parti eş genel başkanları karara, “Faşizmin aldığı kararı tanımıyoruz, yok hükmündedir” sözleriyle tepki gösterdi.

Aslında Kobani davasının karar duruşması sabahında Bölge’de alınan yoğun güvenlik önlemleri davanın nasıl karara bağlanacağının ilk işaretini vermişti. Kobani davası ceza yağmuru öncesinde Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebinin 13. Ağır Ceza Mahkemesince, binlerce sayfalık dosya içeriğine rağmen, iki gün içinde okunup reddedilmesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, Can Atalay hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararına direnişiyle ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasıyla bilinen Muhsin Şentürk’ün atanması yaklaşan sürecin yönünü hissettirmişti.

26. dönem adli yargı ve 16. dönem idari yargı kura töreninde, Kobani davası kararlarına ilişkin ilk kez yorum yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, verilen kararlarla yüreklere su serpildiğini söyledi. Yargılanan siyasetçilerin sorumlu tutuldukları ölümlere ilişkin suçlamalardan beraat etmelerine rağmen “6-8 Ekim hadisesi de asla bir protesto gösterisi değildir. 37 insanımızın şehit edildiği bir terör kalkışmasıdır. Ülkemizin 35 ilinde masumların kanı akıtılmıştır” dedi.

*   *   *

Christos Boukalas’ın 2016 yılında yayımlanan “Homeland Security, its Law and its State: A Design of Power for the 21st Century - İç Güvenlik, Hukuku ve Devleti: 21. Yüzyıl İçin Bir İktidar Tasarımı” başlıklı kitabında altını çizdiği iki nokta Kobani davasına egemen olan hukuk aklına ve hukuk üzerinden yürütülen pervasız algı yönetimine ışık tutuyor.

Boukalas’ın bu kitapta tanımladığı; ‘adalet’in hukuktan ve yargı kurumlarından ayrışıp, yürütme tarafından dağıtılan bir ‘şey’ haline gelmesi’ durumu uzunca bir süredir Türkiye için geçerli. Kobani davası sürecinin tamamını ve sonuçta verilen akıl almaz cezaları, bu eğilimin Türkiye’deki en somut yansıması olarak kabul etmek mümkün. Kobani davası sonucu, ülke siyasetinde kuvvetler ayrılığı veya güçler ayrılığı olarak bilinen devlet yönetim modelinin sonuna gelindiğini bir kez daha, en yüksek perdeden tescilliyor. Yargı eliyle gönderilen bu mesaj ‘yumuşama/normalleşme’ sürecinin Kürt meselesini kapsamadığını açıkça gösteriyor.

Yazarın bahsi geçen kitapta yaptığı bir diğer saptama Kobani davası sonrasında muhaliflerce yapılması gerekenlere ışık tutmasıyla ilgiyi daha çok hak ediyor. Boukalas bu kez ‘terörle mücadele’ söyleminin baskın olduğu ortamlarda ‘adalet’ kavramının nasıl hukuki boyutunu kaybettiğini, ‘terör’ kavramının gölgesi altında hukukun nasıl akıl rehberliğinde maddi gerçekliğin aranışı olmaktan çıkıp, bir ‘ilahi adalet’ meselesine dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Boukalas’ın saptaması, Selahattin Demirtaş’ın dava sonucuna ilişkin T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiği demeçte yaptığı şu yorumla birlikte okunduğunda anlam kazanıyor: “Dosyada zaten sıfır delil vardı, bizi cinayetle suçlayanlar da bunu biliyordu ancak açıkça yalan söyleyip halkın bir kesimini kandırmayı başardılar.” Boukalas, bizdeki “Söz konusu olan devletse gerisi teferruattır” yaklaşımına denk düşen “ilahi adalet” anlayışının Kobani yargılaması örneğinde olduğu gibi nasıl hukuku ayaklar altına alan mahkeme kararlarının gerekçesi yapıldığını gözler önüne seriyor.

*   *   * 

Başından sonuna Kobani davasında ortaya çıkan fotoğraf, yukarda değinilen boyutları yanında, şu özellikleri ile tarihsel bir dönüm noktası olarak tanımlanmayı hak ediyor:

Davaya gerekçe oluşturan olayların başlangıç noktasının Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Kobani’ye saldırısı olduğu ve IŞİD’in sivil halk üzerinde uyguladığı vahşet sistemli bir algı yönetimi ile gizlendi. Olaylarda ölenlerin sayısı 52 olmasına rağmen Kobani sanıkları sadece altı ölüm üzerinden yargılandı. Kurbanlardan HDP’li olanlar yok sayıldı. Yasin Börü simgeleştirmesi üzerinden, ölenler arasında bile ayrımcılık yapıldı. Bu davanın Demirtaş’ın Erdoğan’a yönelik “Seni başkan yaptırmayacağız.” cümlesi ve HDP’nin yüzde 13 oy alarak Erdoğan rejiminin parlamento çoğunluğunu yitirmesi ile olan bağı iktidar sözcüleri tarafından “terör ve terörle mücadele” söylemi ile gölgelendi. 30 Aralık 2020’ye kadar iddianamesi olmayan Kobani davası bir intikam yolu olarak açıldı. Bir bütün olarak dava sonuçları normalleşme sürecinin Kürt meselesini kapsamadığını göstermiş oldu.

İktidarın hukuk üzerindeki pervasız egemenliğini ve ayrımcılığın zirvesini gösteren bu sonuçlar dikkate alınarak, Kürt siyasetine gösterilen dayanışmanın azami sınırlarına çekilmesi gerekiyor. Buna ek olarak, “vatan-millet” denilerek hukuku akıl rehberliğinde maddi gerçekliğin aranışı olmaktan çıkaran mahkeme kararlarıyla rant ekonomisinin işleyiş mekanizması arasındaki göbek bağının sergilenmesi büyük önem taşıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa