26 Mayıs 2024 05:05

‘Foncu’ medyadan ‘lobici’ medyaya, tehlikenin farkında mısınız?

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Geçen hafta iktidar medyasının “etki ajanlığı” teklifini meşrulaştırmak için bazı gazete ve gazetecilere “fondaş”, “foncu”, “yabancı ülkelerden fon alan” medya yaftası yapıştırdığını tartışmıştık. Yaklaşık iki haftadır Metin Cihan AB’den fon alan iktidar kurumlarını açıklıyor. En son İletişim Başkanlığı’nın aldığı fon gündeme geldi. Bunlar gizli belgeler değil, AB, şeffaflık gereği kime, hangi projeye ne kadar para ve ne süreyle verdiğini beyan etmek durumunda, doğru adreslere girerseniz (ki Cihan kaynaklarını da gösteriyor) sizler de araştırıp bulabilirsiniz. Fon konusu Türkiye’de uzun zamandır çetrefilli bir konu. İktidarla ‘intikam’ mevzuuna dönüşmeden önce de sol medyada, sivil toplumda önemli tartışmalara hatta kavgalara konu olmuştu. Yurt dışındaki kurumlardan fon almak yeni bir olgu değil ama Türkiye’de özellikle son 10 yıldır yaşanan siyasi ve ekonomik sıkışıklık bazı kurumları buna mecbur hale getirdi. Sadece Türkiye’de de değil, pek çok başka ülke (özellikle Doğu Avrupa ülkeleri) gazetecileri özgürce haber yapabilmek için AB gibi kurumların kendilerini finansal olarak desteklemeleri gerektiğini söyledi, hala da söylüyor.

Bazı şeyleri açıklığa kavuşturmak lazım AB ya da başka vakıflar “ben özgürce gazetecilik yapmak istiyorum” dediğinizde ‘al sana para’ demiyor. O piyasada da rekabet var. Sizin bir projeyle başvurmanız gerekiyor, mesela “hak temelli gazetecilik”, “mülteci hakları”, “yerel gazeteciliği güçlendirmek” gibi… Bu projelerin yazılması, gerekçelendirilmesi, bütçelerin hazırlanması kolay değil, mesai istiyor. Bu nedenle bu süreç ‘profesyonelleşmiş’ durumda. Gazetecilikte daha az, ancak mesela vakıflara, kamu kurumlarına danışmanlık veren insanlar / kurumlar var. Eğer projeniz desteklenmeye değer görülürse sonrasında harcadığınız kalemleri gerekçelendirmeniz gerekiyor, zaten bütçelerin önemli bir kısmı projeyi hayata geçiren insanların maaşlarını karşılıyor.  Şimdi belki bazılarınıza ilginç gelecek bir şey söyleyeyim, AB fonları sivil toplum ya da medyadan daha çok devlet kurumlarına gidiyor.  2007-2013 arasında IPA olarak kısaltılan “Instrument for pre accession” fonlarından en çok Ulaştırma Bakanlığı faydalanmış. IPA II olarak adlandırılan 2014-2020 yıllarını kapsayan dönemde “Rekabet Gücü ve Büyüme”nin yanı sıra “Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü” çerçevesi de önemli bir kalem haline dönüşüyor. Bu süreçte İçişleri ve Adalet Bakanlığı AB’den önemli fonlar alıyorlar. İçişleri Bakanlığı’nın AB’den aldığı fonların çerçevesi Göç ve İltica, Entegre Sınır Yönetimi, Organize Suçlarla Mücadele ile sınırlı; Mülteciler üzerinden yapılan sınır ötesi anlaşmalar ve sağlanan fonlar bu kapsamda değil. Ancak Süleyman Soylu’nun başında olduğu dönemde İçişleri Bakanlığı, 2021-2027 yıllarını kapsayan IPA III programına başvurulara dair bir rehber hazırlıyor. Hukukun Üstünlüğü ve Temel Haklar alanında, AB fonlarından faydalanan Adalet Bakanlığı’na da değinmekte fayda var. Bakanlığın sitesinde AB Proje Uygulamaları Bürosu adlı bir birim var ancak bugüne dek hangi proje için ne kadar hibe alındığına dair bir veri ya da faaliyet raporu yok. 2014-2020 yıllarını kapsayan dönemde şöyle ilginç bir şey oluyor, Türkiye aday ülke statüsünde fakat Avrupa Komisyonu’nun eski adıyla İlerleme Raporları yeni adıyla Ülke Raporlarında 2015’ten itibaren demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanlarında ciddi geriye gidiş tespitleri yapılıyor. En nihayetinde 2017 referandumuyla gelen rejim değişikliği ve 2018’de kurumların altüst olması (İletişim Başkanlığı da 2018’de kuruldu) sonrası fonlar konusunda politika değişiyor. Fonlar biraz daha fazla sivil toplum ve gazetecilik alanına kaydırılıyor. İşte bundan sonra iktidar kendisine gelmeyen fonların peşine düşüyor ve fon alanları “hain” ilan etmeye başlıyor. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın Genel Faaliyet Raporlarına girin, orada dernek, vakıf, birlik ve benzeri teşekküllere yardım amacıyla verilen fonların miktarını göreceksiniz. 2022 raporuna göre “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler için 2022 yılında 7 milyar 401 milyon TL ödenek öngörülmüş iken yıl sonunda 9 milyar 310 milyon TL harcama yapılmış”. 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, dernekler gelir ve giderlerini mülki idarelere bildirmek zorundalar (Md.19). Yani İçişleri Bakanlığı dernek (ve de vakıfların) tüm gelir ve gider bilgilerine, yurt dışından alınan fonların bilgisine sahip. Genel Müdürlüğün sitesinde yabancı STK’ların gelir ve giderlerine dair bir istatistik bulunmuyor. 2021’de en çok mesleki ve dayanışma dernekleri desteklenmiş (38 bin 161), onu dini hizmetlerin gerçekleştirilmesine yönelik faaliyet gösteren dernekler (18 bin 34) izliyor. Hak ve Savunuculuk derneklerinin sayısı 1527, düşünce temelli derneklerin sayısı 1053, çocuk derneklerinin sayısı ise yalnızca 15. Gelirlere dair bilgi istediğinizde “elimizde böyle bir veri yok” yanıtı alıyorsunuz. Bunun ötesinde devlet TİKA ve Türkiye Maarif Vakfı aracılığıyla yurt dışındaki dernek ve vakıfları fonluyor. Ancak kimleri ne kadar, ne süreyle desteklediğine dair bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Kıyaslandığında Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının ya da medyanın AB’den ya da vakıflardan aldığı fon devede kulak kalıyor, ki Metin Cihan’ın gösterdiği üzere iktidar vakıfları, dernekleri de AB fonlarını es geçmiyor ve payını alıyor.

Merceği yeniden medyaya çevirecek olursak, proje bazlı fon talebi, hatta yalnızca fon talebi, gazeteciliği küresel düzeyde bir hiyerarşi ilişkisine sokuyor. Yani “bizde demokrasi durumları malum, yardımınıza ihtiyaç var” hali gazeteciliğin varoluşuna aykırı. Diğer taraftan projenin kendisi ve de medyanın “sürekliliği” hayali gazeteciliği kimlik siyaseti tartışmalarına kilitliyor. Bir başka deyişle Gramsci’nin sivil toplumu devlet ve sermayeden ari gören bakışıyla, Marx’ın sivil toplumun sermayenin bir parçası olduğu tespiti çarpışıyor. Hayaller baki lakin gerçekler malum diyorsanız ikinci soruya geçiyoruz: Nereye kadar?

Buradan güncel bir tartışmaya atlayıp Roma’ya uçalım. İBB “2027 Avrupa Oyunları" imza töreni için 37'si gazeteci 69 kişiyi özel uçakla Roma'ya götürdü, otel dahil masraflarını karşıladı. Bunların önemli bir kısmı kamuoyunca bilinen, güvenilen gazetecilerdi. Roma’yı mı görmemişlerdi, ‘İmamoğlu’na ayıp olur’ diye mi düşündüler bilemiyoruz. Özgür Özel destekleyeyim derken “lobicilik” diyerek daha da batırdı. Güvendiğimiz bu gazeteciler lobicilik için mi oradaydılar? Kime lobi yapıyorlardı? Gazeteci lobici olur mu?

Faruk Bildirici detaylıca yazdı, bazıları sessiz kaldı, bazıları ‘para olsa kendi uçağımızı tutarız ama şu anda Türkiye’de o noktada değiliz’ diyerek kendini savundu. Gazeteciler (en azından bazıları), İmamoğlu’nun danışmanı Murat Ongun’un “Bu soru ne yazık ki gazetecileri aşağılayan bakıştır; yani Türkiye’nin başarısını gözlemleyip yazacak gazeteciler etkinlik masraflarını düşünerek gerçeği yazmayacaklar mı?” sözlerinin aslında ne anlama geldiğini fark etmişlerdir umarım. Değilse durum vahim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa