29 Mayıs 2024 04:08

Müflis diplomasi ve dünya kamuoyu

İsrail, Refah ilinin kuzeybatısında yerinden edilmiş Filistinlilerin kaldığı çadır kampı bombaladı

Fotoğraf: Hani Alshaer/AA

Paylaş

Pazartesi günü İspanya, İrlanda ve Norveç Filistin’i resmen devlet olarak tanıdı. Bu eş güdümlü hareket uluslararası siyasette önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. Uluslararası Adalet Divanı soykırım ve Uluslararası Ceza Mahkemesi savaş suçları ve insanlığa karşı suçları gündemine almışken bu üç ülke barış sürecine dair yeni bir yaklaşımı benimsiyor. 1993 yılında başlayan Oslo süreci İsrail ve Filistin arasındaki barış görüşmeleri bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kuruluşunu öngörmekteydi. Lakin bu yol haritası kısa zamanda bir çıkmaz sokağa girdi, çünkü İsrail ve Filistin’e barış ve iki devletli çözüme dair eşitsiz beklenti ve sorumluluklar yüklemekteydi. Özetle: İsrail hükümetleri barış sürecini tıkayarak Filistin’in egemenliğini sürekli erteleme, erteletme imkanına sahipti ve bu imkanı sonuna kadar kullandı.

“İki devletli çözüm” bugün İsrail’i hem diplomatik hem askeri kaynaklarla destekleyen ülkelerin sözcülerinin ağzından düşmüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İspanya, İrlanda ve Norveç’in girişimini eleştirirken ABD’nin de son aşamada egemen Filistin devletinin tanınmasını hedeflediğini, ancak bunun İsrail ve Filistin arasındaki görüşmelerin sonucunda gerçekleşmesi gerektiğini söyledi. Otuz bir yıldır dillendirilen bu söylemin tamamen işlevsizleştiğine, kamuoyunu ikna etmenin tersine artık kendini ifşa etmeye başladığına tanık oluyoruz. Filistin devletine asla izin vermeyeceğini defalarca ifade etmiş siyasetçilerin iktidardan inmediği İsrail’in barış sürecini işletmek konusunda bir irade göstermeyeceği gün gibi aşikar. Gazetecilerin İsrailli bakan ve siyasetçilerin “Gazze’yi silmek, temizlemek, yok etmek” mealinde dile getirdikleri söylemlere dair dışişleri sözcüsünün cevabı ise “Bunlar sadece kötü hitabet. Ama hitabet hitabettir, biz buna odaklanmıyoruz” oldu. Ne var ki Amerikan kamu diplomasisinin aksine dünya kamuoyunun odağı tam da bu hitabette dile gelen etnik temizlik politikası. Dünya kamuoyu, sözcünün aksine her gün sosyal medyaya düşen vahşet görüntülerinde söz konusu hitabetin kuvveden fiile geçtiğini müşahade ediyor.

Savaş devam ettiği müddetçe durumu idare etmek dışında bir işlevi olmayan diplomatik söylemler giderek komikleşiyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının tutuklama kararlarına verilen tepkiler diplomatik iflasın boyutlarını tam anlamıyla meydana çıkardı. Farklı başkentlerden ve siyasi partilerden gelen tepkiler aynı kelimeleri kullanıyor: “Hamas ve İsrail liderlerinin eşitlenmesine karşıyız.” Anlaşılan İsrail diplomasisi sıkı bir markajla kendi savunma söylemini bu başkentlerin diplomatik temsilcilerine kabul ettirmiş. Türkiye basın tarihinde sıkça rastladığımız üzere her diplomatik sözcü, her siyasetçi aynı kelimelerden oluşan başlıkla yayına çıkıyor. Kamuoyunun şiddetle bastırıldığı, gazetelerin gazetecilerin hapislere tıkıldığı bir siyasal sistemde bu strateji ve taktiklerin belirli bir sürece işlemesi muhtemel. Ancak ne dünya kamuoyu ne dünya basını üzerine böyle bir hakimiyet var. Hal böyle olunca tek bir ağızdan koro halinde söylenen bu nakarat “Yasa önünde herkes eşittir” gibi hukuku hukuk yapan bir ilkenin duvarına çarpıyor: Bir hukuk mahkemesi önüne gelenlerin statüsüne bakmaz, eylemlerine bakar ve bunlara eşit muamele yapar.

Kanun önünde eşitlik ilkesini bir reklam kampanyası stratejisiyle iptal edebileceğini düşünen kamu diplomasisi çaresizliğin bir göstergesi. Bunun ötesinde uluslararası kamuoyunda gerçekleşmekte olan ciddi bir değişimin de habercisi. Uluslararası hukuk dünya siyasetinde yeni bir güç dağılımının belirdiğine, hukuki norm ve siyaset arasındaki uçurumun idare edildiği eski iki yüzlülüğün artık yetersizleştiğine işaret ediyor. Uluslararası hukuk üzerine sistematik bir eleştiri yapmak bu küçük köşenin boyutlarını epeyce aşıyor. Ancak hukuki süreçlerin siyasi bir değerlendirmesi açısından önemli bir noktayı dile getirmek lazım: Uluslararası hukukun aslında hukuk sayılamayacağı, çünkü hukuku uygulayacak bir dünya devletinin mevcut olmadığı oldum olası konuşulur. Hukukun dile getirdiği ahlaki değerlerle tatbike geçen siyaset arasındaki uçurum ve ilkinin sonuncusunun gerçek niyetlerini örten bir ideolojik kılıf olduğu dile getirilir. Hukuk kurallarının metafizik değerlerin vücuda gelmiş halleri olmadığı kimse için bir sürpriz olmasa gerek. Fakat bu tespit hukuk kurallarının tamamen işlevsiz olduğu anlamına gelmiyor. Hukukun siyasi bir işlevi var ve bu işlevi yerine getirememesi mevcut siyasetin krizine dair hem bir semptom hem de krizi ağırlaştıran bir sendrom. Uluslararası İlişkiler Kuramcısı Martha Finnemore 2009 yılında ikiyüzlülük yönetiminin uluslararası meşruiyet için vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştı. Gelinen aşamada mesele ikiyüzlülük değil, ikiyüzlülüğün yönetilememesi, idare edilememesi, yani ikiyüzlü performansın kendi kendini ifşa etmesi.

Kendi kendini ifşa eden siyasal iletişimin temel derdi önünde duran gerçek siyasal çıkmazları artık temcit pilavına dönmüş klişelerle aşabileceğini sanması. Yetmiş yıldır fiili durum yaratıp buna hukuki kılıf yaratmakla meşgul olmuş kurumların böyle bir idealizmde patinaj çekmeleri çok ilginç bir hadise. Yanık balata kokusu Fransa ve İtalya gibi ülkelerin de ateşkes çağrısına katılmalarına neden oldu. Pazar günü İsrail’in Refah’taki güvenli bölgeye düzenlediği saldırı, daha bir hafta önce Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısının tutuklama kararını eleştiren bu iki ülkeyi birden ateşkes talebine itti. Olaydan önce Almanya’da federal hükümetin yeşiller kanadını temsil eden Ekonomi Bakanı Habeck’in “İsrail’in sınırı aştığı” açıklaması da dikkatlerden kaçmamalı. Berlin’de anayasanın yetmiş beşinci yılı vesilesiyle düzenlenen demokrasi şöleninde konuşan Habeck İsrail’in Gazze’de uluslararası hukuka aykırı bir savaş yürüttüğünü ifade etti. Siyasetçi tam olarak hangi sınırların aşıldığını açıklamasa da bu söylem değişimi önemli bir siyasal değişimin gerçekleşmekte olduğunu gözler önüne seriyor. Değişim siyasetçilerin kafasında değil, aylardan beri medya kontrolü ve çeşitli polisiye önlemlerle bastırılan kamuoyunda. Baskı politikası insanların gerçek tercihlerini ifade etmelerini engelleyerek kısa vadede kamuoyu oluşmasını engelleyebilir, ancak orta ve uzun vadede değişmekte olan kamuoyu tam da bu baskı mekanizmasından ötürü iktidar tarafından algılanamaz. Dünya kamuoyu bir eşikte. İtirazların yaygınlaşacağı ve daha yüksek sesle dile getirileceği bir eşik. Ve halka ilişkiler stratejistlerinin bugüne kadar işlemiş baskı taktiklerinin nasıl geri teptiğini şok içinde seyretmekten başka pek çaresi yok gibi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa