Siyanürlü madenlerin önünü kim açtı?
Fotoğraf: Cemalettin Küçük
Yerkürenin ekoloji bağlamı piyasanın kurallarına terk edilmiş durumda. Temel kuralların belirlenmesinde de işleyiş ‘saygınlık’ kazandırılmış kurumlar üzerinden yürütülüyor. İşin başını üniversiteler çekiyor. Akademide bağımsız çalışmalar devre dışı kalırken, proje bazlı ticari araştırmalar öne çıkıyor. Piyasa koşulları hem hukuki hem de teknik standartları neredeyse şirketlerin egemenliğine terk etmeyi gerektiriyor. Bu süreçte başat akademik kurumların saygınlığı kullanılmakta ve bir tür “bilimsel tekelleşme” yolu izlenmekte. Bu yol, toplumdan yalıtılmış “bilimsel uzmanlar” yaratılmasını da içeriyor.
Yakın zamanda gündemimizde olan iki önemli konu var: Deprem ve maden işletmeciliği...
Deprem, kara levhalarının yatay ve düşey hareketleri ile oluşan yer sarsıntılarıdır ve sürekli olan bu doğal olayın büyüklüğü yıkımın nedeni olmasa gerek. Yıkımın nedeni yerleşim yeri seçimleri ve dayanıksız yapılaşmadır. Depremlerin meydana geleceği büyük hatlar yıllardır bilinmekte olmasına rağmen bu etkenlerle yıkımlar ortaya çıkmaktadır.
Buna karşılık depremin gerçek anlamda gündem yapılması yerine, bugün akademik ünvanlar kullanılarak, toplum korku ve şüpheye sevk edilmektedir. Bunu yapanlar toplumda bilinen akademik popüler isimler olmuştur. Bu aracılıkla da insanlar yıllardır yaşadıkları mahalle kültüründen koparılarak sürgün aşamasındadır. Bu sürgünlere karşı toplumsal direnç ve destek oluşturulmasının önü de ‘akademik ağırlık’ ile kesilmektedir.
Maden işletmeciliği faaliyetlerinin yıkım boyutunu daha önceki yazılarımda belirttim. Artık yaşananlar toplumun önünde net olarak duruyor. Üç-dört kilometre uzunluğunda alana yayılan, 100 metre yükseklikleri aşan kimyasal içerikli malzemelerin yığıldığı, yüzeyde çapı 5 kilometreye varan, 1000 metre derinliklere inen konik çukurların olduğu, bunlara bağlı olarak hem yüzeyin hem de yer altı su akışlarının değiştiği altüst oluşlar var. Ayrıca bu bölgelerdeki bitki ve hayvan varlığı da tümden yok oluyor.
Bu iki durumu karşılaştırdığımızda, şu soru ortaya çıkıyor: Deprem konusunda bunca yüksek sesle uyarılar yapan, yüksek akademik ünvanlı bazı kişiler, neden maden işletmelerinin yol açtığı yıkımlar konusunda ses çıkarmaz? Ses çıkarmamaları bir yana, başta açıkladığım boyutuyla, şirketlerin dayattığı standartlara göre raporlar düzenler?
Türkiye’deki ilk liç işlemi 1986’da Gümüşköy-Kütahya işletmesinde yapıldı. Onun yarattığı yıkım ortada. Bu yıkım ilk yıllarda ortaya çıkmıştı. Bunlar toplumdan saklandı, üzerine yasaklamalar konuldu. Ardından bazı bölgelerde toplumsal itirazlar sayesinde maden faaliyetlerinin bir kısmı ertelendi. Ertelendi diyorum. Çünkü vazgeçen yoktu. Sadece ‘uygun’ koşullar bekleniyordu. Ardından Ovacık-Bergama-İzmir ’90’lı yıllar boyunca gündeme oturdu. Yapılan eylemler sayesinde fiili kazanımlara bir de hukuki kararlar eklendi. İşte bu kararların en önemlisi her zaman her yerde vurguladığımız ve önemli bir içtihat olan 1997 yılındaki şu karar metnindedir:
“İşletmecinin iyi niyeti, önlemlerin titizce denetlenmesi gibi kavramlara bağlı kalınarak, yapılacak faaliyet sonucunda elde edilecek ekonomik değerin, doğada ve doğrudan veya dolaylı olarak insan yaşamı üzerindeki risk faktörünün gerçekleşmesi halinde kamu yararının öncelikle insan yaşamı lehine değerlendirilmesi doğaldır. Siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesinde işletmeciye ve yapılacak olan denetime duyulan güvene bağlı olarak risk olasılığının azalacağından söz etmek mümkün değildir.
Yukarıdaki teknik ve hukuki belirlemeler karşısında, insanın yaşama hakkını ve devletin de çevre sağlığını koruma, çevre kirlenmesini önleme, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlama ödevlerini dikkate aldığımızda, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve bilirkişi raporunda da öngörülen olası risk faktörleriyle çalışan ve bu riskin gerçekleşmesi halinde doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır.”(1)
***
1997’de alınan yürütmeyi durdurma ve iptal kararına rağmen, yürütmeden sorumlu olan kamu kurumu yöneticileri bugüne kadar bu kaçak işletmeyle ilgili herhangi bir işlem yapmamış, aksine, kamu kurumları kullanılarak işletmeci şirketlerin lehine çalışmalar yürütülmüştür. Bunun için 1999 yılında Başbakanlık Müsteşarlığındaki ilişkiler kullanılarak TÜBİTAK Başkanlığından bir heyet görevlendirilmiş ve Danıştayın verdiği kararın sorgulanması amaçlanmıştır. Bu heyet, adına TÜBİTAK-YDABÇAG (Yer, Deniz, Atmosfer Bilimler ve Çevre Araştırma Grubu) raporu denilen ve firmanın savlarını yenileyen bir rapor hazırladı.
Ancak aynı dönemde (2000 yılında) Başbakanlık, 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümüne de bir rapor hazırlaması için talimat vermişti. Hazırlanan bu rapor siyanürle altın madenciliği için olumsuz görüş bildirince; açıklanmaması için bölüme baskı yapıldı. Hasır altı edilen bu raporda Danıştayın gerekçeli kararında belirtilen risklerin tamamının sahada mevcut olduğu belirtiliyordu. Rapor kamuoyundan saklandı. Ardından yasal olmayan yollarla işletmeye çalışma izni verildi. Ancak üniversitenin raporu yargıya ulaştırılarak bu yasa dışı izinlerin yeniden iptali sağlandı. Bu gizlenen raporda önemli uyarılar vardı.(2)
Peki “Ovacık Altın Madeni TÜBİTAK-YDABÇAG” raporunun koordinatörü kimdir?
***
Oksijen gazetesinin 24 Mayıs 2024 tarihli sayısında şöyle yazıyordu: “Prof. Dr. Naci Görür, Güngören, Bahçelievler ve Bağcılar çevresinin havadan çekilen görüntüsüyle ilgili, ‘Binaları hiç acımadan kepçeyi vurarak yıkacaksın’ açıklamasında bulundu.”
Madencilik işletmelerinin önünü açan ve adına “TÜBİTAK-YDABÇAG raporu” denilen, bilimsellikten uzak o raporu, akademik ünvanlarını kullanarak yazanların sözüne güvenilir mi?
Kepçesiz bir yaşam dileğimle.
(1): Türkiye açısından altın üretimi araştırma tezi. (2007 Cemalettin Küçük)
(2): agy
- ‘İklim krizi’ değil, krizin iklimi 18 Aralık 2024 04:41
- Dersim’e maden operasyonu hazırlığı 21 Kasım 2024 04:41
- Meydana maya çalmaya çağırıyoruz 16 Ekim 2024 04:53
- Kim izin veriyor? 02 Ekim 2024 04:42
- Nefret öğretisi şiddet doğuruyor 18 Eylül 2024 04:45
- 'Nasıl olmayacaksa öyle olmayacak' 28 Ağustos 2024 04:11
- Renkli, temiz ürünlerimiz var(!) 21 Ağustos 2024 04:49
- Yeni güvenlik anlayışının ekolojik yükü 07 Ağustos 2024 05:21
- Karadeniz’de on binlerin yürüyüş güzergahı yıkıcıların hedefinde 24 Temmuz 2024 04:49
- Enerjide santral-terminal-koridor 10 Temmuz 2024 04:35
- Hep aynı kandırmaca 26 Haziran 2024 04:48
- Kangal Bakırtepe madeninde bilirkişi keşfi 12 Haziran 2024 04:40