31 Mayıs 2024 04:55

Gölgesini satamadığı ağacı kesmek, pazarlanamayan köpeği öldürmek!

Sokak köpeklerinin uyutulmasına karşı eylem

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Gezi direnişinde Marx’a atfedilen ve popülerleşen bir söz var. Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Para etmeyen, pazara sürülemeyen, sömürülemeyen her varlık düzenin bir atığıdır, ortadan kaldırılır. Kapitalizmin başlangıcında binlerce köylünün, dokuma manifaktürü için gereken yünü sağlamak amacıyla, meralaştırılıp çitlendirilen topraklarından sürülerek dilencileştirilmesi; kadınların cadılaştırılarak katledilmesi; kedi-köpek katliamları, iş gücü kullanılamayan bedensel özürlülerin, akıl hastalarının kapatılması hafızaya gömülü durumda.

Toplulukların da galeyana getirildiği kıyımlar, üretim ilişkilerinin değişmeye başladığı, ruhban sınıfıyla iç içe hüküm süren krallık sistemlerinin sallanmaya başladığı, ama geleceğin de büyük bir belirsizlik içinde olduğu zamanların olaylarıydı. Mark Neocleous Canavar ve Ölü adlı kitabında şimdiye kadar doğal kabul edilmiş her şeyin sarsıldığı geçiş döneminde yaşayan ama olan biteni anlayamayan insanların zihninde korku nesnesinin nasıl doğa üstü güçlere kaydırıldığını anlatırken bir kavramsallaştırma yapar: Canavarlaştırma.

Sokak hayvanlarıyla ilgili itlaf, uyutma, sahiplendirme, kapatma gibi sözcüklerle tartışılan ‘yasa’nın hazırlık sürecinde, başıboş köpekler bizzat iktidar tarafından canavarlaştırıldı. Her gün kaç çocuğun köpekler tarafından ısırıldığı, kuduz oranlarının arttığı ile ilgili sayılar yasanın gerekçesi yapılıyor. Şuursuz kampanyanın ‘İktidar ne yapsa iyidir’ taraftarları sanki bir gladyatör dövüşünü izliyorlarmış gibi ‘öldür’ nidalarıyla cinnet tablosu sergiliyor. Televizyon kanalları ikinci Hayırsızada semptomunu haberleştirirken yasa tasarısına karşı çıkanları hayvanseverler başlığına hapsedip lobiye indirgiyor.

Halkın 22 yıldır alışık olduğu gibi, sokak hayvanları yasasının tartışıldığı meydanda simgeler dövüşüyor. Bütün ilişkileri piyasalaştıran, arkadaşlık, dostluk başta olmak üzere her türlü duygusal teması tamamen nakte çeviren mevcut düzende yerinden edilen duygulanımlarını, çıkarsız, mülkiyet bağlarından uzak bir ilişkiyi, sahiplendikleri hayvanlarla kuran ve giderek genişleyen nüfus, bu bölünmenin iktidar yanlısı olmayan tarafında kalıyor. Kedisine çocuğum diye seslenen, giydirip kuşatan, bütün duygularını ona boca eden bir profili Nişantaşı-Cihangir-Kadıköy eliti diye siyaseten pazarlayan iktidar ise, ete süte ulaşamayan yoksula ‘başı köpek gövdesi insan’ bir Orta Çağ canavarı olarak sürüme sokuyor. Sokak hayvanları üzerinden değerler kapışıyor.

‘Köpek kafalı insan gövdeli’ terimi muhafazakarlığın ilmini yazan Edmund Burke’ye ait. Fransız Devriminden ve proletaryanın gelişmesinden ürken muhafazakarlığın teorisyeniydi kendisi. Sallantıdaki düzeni savunurken yakın gelecekteki tehlike, insan dışı bir yaratık olarak görünüyordu gözüne. ‘Bu yaratıkların hiçbiri doğada var olamaz. Fakat ahlaki dünya fiziksel dünyanın reddettiği canavarları kabulleniyor’ diye yazıyordu oğluna.

Ancak bugün bu canavarlaştırmanın doğa içi bir nesnesi var: Sokak hayvanları.

Bugün kentlerde sadece sokak hayvanları için değil insanlar için bile nefes alacak bir şehir ortamı bırakmayan, her santim araziyi kâr ve rant kaynağı gören rejimin asalak mimarları, aç ve yoksul emekçilerin dipten gelen, zaman zaman da yüzeye vuran uğultusu yüzünden yerlerinin pek de tekin olmadığının farkındalar. Dünya gibi Türkiye de bir geçiş döneminde. Emekçilerin yaşam alanları ve etkinliklerinin giderek daha da daralacağından öfke ve endişe duymalarının sebepleri birikti.  Bu öfkenin yöneleceği nesne iktidar olmasın diye kitlelerin dikkati öteden beri sık sık kaydırılmıştır. Terör, darbe, öteki iç ve dış düşmanlar, savaş tehlikesi gibi motiflere şimdi bir de sokak hayvanlarının eklenmiş olması iktidar pratiklerinin bize öğrettiği kadarıyla anlaşılmaz bir şey değil. Sokak hayvanları şimdi ete kemiğe bürünmüş canavarlar.

İğdiş edilmiş kent doğasında kent sakinleriyle neredeyse aynı açlığı paylaşan köpeklerin saldırganlık vakalarındaki artışın bizzat devleti yönetenlerin sorumluluğu olduğunu görmemek mümkün değil. Yasa taslağına karşı çıkanları, makbul olmayan ‘Cihangirli-Kadıköylü-solcu’ yurttaş hassasiyetine yerleştirerek toplumu kutuplaştırma çabasının alt metnine sizin çocuklarınız açken ‘bunlar’ın tuzu kuru mesajının yerleştirilmesi; sorunun ‘Çocuklar mı ölsün köpekler mi’ ikilemine sıkıştırılması itlafa taraftar kazanmak için yapılabileceklerin sınırına varılmadığını gösteriyor.  

Sokak hayvanları kolay gözden çıkarılacak, kurtulunması gereken bir kent atığı değildir; iktidarın kendi korkusunu ikame edebileceği canavarlar da. İnsanlarla aynı doğayı paylaşan, kentin yapılanmış doğasında da yurtlanan hayvanların kitlesel kıyımını gündeme getirebilmek, sadece sokak hayvanlarının değil iktidarı yerel seçimde sarsmış olan halkın da tekinsizleştirildiğini, ‘köpek kafalı insan gövdeli’ olarak canavarlaştırmaya başladığını gösteriyor. İktidar Neocleaus’un tabiriyle ‘Kitle eylemi olarak bilinecek olandan duyulan genelleşmiş bir korkuyu korku nesnesinin değerlerine yansıtmakta’ ısrar ediyor.  

Sokak hayvanlarının saldırganlaşmasıyla ilgili alınması gereken palyatif önlemler zaten tartışılıyor. Kısırlaştırma, aşılama, sağlıklı barınaklar…ama asla itlaf değil. Hayvana yönelik şiddet ve tecavüzün cezalandırılması, hayvan haklarının kabulü… Bunlar çoğaltılabilir. Ama palyatif olmayan kalıcı çözüm itlaf yasasına imza atan iktidarın ve onu besleyen sermaye düzeninin; insanların ve sokak hayvanlarının barış içinde birlikte yaşayabileceği doğa ve kent düzenini kurmak üzere değişmesidir elbette.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa