01 Haziran 2024 04:55

Tatil dönüşü

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

03 Mayıs Çarşamba günkü “İstanbul meydan savaşı mağlubu anayasa yapabilir mi?” başlıklı yazımda söz verdiğim üzere, bu yazı ile bir aylık tatil sonrasında değerli okurlarımla buluşmuş oluyorum. Bir aylık ara veriş bir dinlenme fırsatı olarak düşünülebilir. Ancak bu ara verme süreci benim için bir tatilden öte, bir hasret giderme vesilesi oldu. Şöyle ki ikiz torunlarımın üniversite mezuniyetlerini kutlamak üzere okuyucularımın huzurundan ayrılmak durumunda kaldım.

Ülkemizin koşulları toplumun türlü katmanlarına farklı şekilde yansımaktadır. İstikrarsız politikaların ülkemizi sürüklediği belirsizlik ve olumsuz koşullar birçok ailede olduğu gibi benim ailemde de parçalanmalara yol açtı. Torunlarım yabancı bir ülkede dünyaya gelip, eğitimlerini oralarda tamamlamak durumunda kalınca, katıldığım mezuniyet programı da içimde ancak hüzünle karışık bir sevinç yaratabildi.        

Türkiye’nin insan potansiyeli yaratma hikayesinin kuş bakışı görüntüsü çelişkilerle dolu hazin bir manzaradır. Övünerek kahramanlık hikayelerini anlattığımız 600 yıllık imparatorluk yıkılıp yerine yeni cumhuriyet kurulup, eleman ihtiyacımızın yurt dışına eleman göndererek sağlanmaya çalışılması çabalarına analojik olarak, günümüzde de yetişmiş elemanlarınızı yurt dışına kaybetmemiz aynı acı hikayenin ters yüz edilmiş halidir. Bir asırlık sürede kısmen de olsa eleman yetiştirme gayretlerimizde bir aşamaya gelinmiştir, ne var ki bu kez de uyguladığımızı basiretsiz politikalar sonucunda yetişmiş elemanlarımızı yurdu terk etmek durumunda bırakmaktayız. Bir hocanın derse girip de öğrencisinin 1 Mayıs eylemi dolayısıyla sınıfta bulunamamasına tanık olması kimin ayıbıdır; öğrencinin mi, yoksa yönetimin mi? Övündüğümüz imparatorluğun görüntüsü ve eylemleri yanında, günümüzde iktidara taşıdığımız kadronun görüntüsü ve eylemleri de, adeta neslin devamını sergilercesine inanılmaz benzerlik göstermektedir. Osmanlı döneminde rasathanenin topla yıkılmasına analojik olarak günümüzde de akademinin siyasi politika ve kararlarla karartılması birbirine o kadar benzer ki, korkarım sonuçları da benzer olmasın! Bu politikalarla en büyük ihraç ürünümüz nitelikli insan kaynağı olunca, ihraç ürünlerimiz içinde teknoloji yoğun ürün oranı da arzulanan düzeye yükseltilememektedir. Kısacası, anlamsız ve kalitesiz siyasi politikalarımız sonucunda nitelikli gençlerimizi yurt dışına itme inadımız, aynı zamanda ihraç ürünlerimizde de kalitesiz ürün ihraç inadımızda da devamı sağlamış oluyor. Bu politikalarla neye inat, kime hizmet!

Hal bu olunca, iktidar cephesinin dilinden düşürmediği ünlü beka konusunu dikkatle ele almak durumundayız. Beka meselesi ülke ile ilgili ise nasıl oluyor da gençlerimizi, doktorlarımızı, yetişmiş elemanlarımızı kurtulurcasına yurt dışına kaçırıyoruz? O halde, dillerden düşürülmeyen beka sorununun kimim meselesi olduğu üzerinde dikkatlice düşünmeliyiz. Dillerden düşürülmeyen beka meselesi ülke ile değil de, yirmi yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten ve bugünkü perişan konuma hale sürüklenmesine sebep olan siyasi kadro ile ilgili olabilir mi? Zaten yirmi yıllık sürede ülkenin bugünkü iç burkan duruma getirilmiş olmasıdır ki, yönetici siyasi kadronun sorumluluklar ve hesap verme açısından iktidarda tutunmasını zorunlu kılmaktadır. Hukuk sisteminin eritilmesi, ülkenin temel dayanaklarının yıkılmaya çalışılması yeni bir ulus yaratma amacından çok, siyasi kadronun iktidarda tutulması ve ilgililerden hesap sorulmasının engellenmesi amacını gütmektedir.

Yirmi yılı aşan süredir iktidarı elinde tutan kadronun son iç karartıcı iki icraatı da büyük bir beceri ile birbirini perdelercesine öylesine ustalıklı kullanılmaktadır ki gerici bir eğitim programı ile gençlerimizin katledilmesine mi yanalım, yoksa uyutulacak denen canlı dostlarımızın bir daha uyanamamak üzere derin uykuya salınmasına mı üzülelim! Aslında ikisi de aynı doku ya da oluşumun farklı varlıklar üzerinde, farklı süreçlerle uygulanmaya çalışılan siyasi operasyondur. Köpeklerin uyutulması, gençlerin beyinlerinin uyuşturulması ile analojiktir. Eğitim işini aydınlanma süreci olarak değil de tam tersi beynin türbanlanması süreci olarak ele alan siyasi erk, ülkenin can damarını kesmektedir. Sizce siyasi erk bu durumu fark edememekte midir?

Peki, siyasi kadro neden böylesi bir zulmü ülkemize reva görmektedir? Bu mesele ancak büyük resimde anlaşılabilir. Küresel krizini yaşayan ve bundan çıkma olasılığı da olmayan kapitalizm, servetleri merkezde toplarken Türkiye gibi çevresel konumlu ülkelerden kaynak çekmek durumundadır. Bu amaçla da merkezi güçler çevresel konumlu ekonomilerin siyasilerine bazı misyonlar yükler. Bu bağlamda en etkili süreç yoğun sömürü altına alınan ülke halklarının beyinsel ve düşünsel kapasitelerini eriterek, ülke halkını kurşun asker misali robotlara dönüştürmektir. Halkların esarete sürüklenmesinin aracı yoksullaştırmak, robotlaştırılmasının aracı ise genel açılımı ile eğitimdir. Eğitim bir disiplin işidir, ancak eğitimde arzulanan disiplin işi skolastik-ezberci eğitim ile ilgili olmayıp, analize ve yorumlamaya açık eleştirel eğitim ile ilgilidir. İşte, eğitimin imam hatipleştirilmesi ve sisteme sokulmaya çalışılan yukarıdan inme eğitim programı da böylesi felsefeden uzak skolastik-ezberci eğitim sistemiyle eleştirel birey değil, emre itaat eden, düşünemeden dogmatik davranan birey oluşturmaktır.

Peki, böyle bir proje amaçlanıyorsa, bu durum emperyalistin amacına nasıl hizmet eder? Günümüzde üretim ağları ilgili tüm ülkeleri kapsar hale gelmiştir. Örneğin, bir bilgisayar ya da bir binek araba farklı ülkelerde üretilen parçaların bir araya getirilmesiyle üretilip, piyasaya sürülmektedir. Ürünün değeri ise farklı ülkelerin gelirler hanelerine kaydedilmekle beraber, ürün parçalarının ürün içinde yer aldığı teknolojik değere göre ülke payları şekillenmektedir. Üretimde en yüksek payı bilimle oluşturulan teknoloji oluşturmaktadır/almaktadır. Ürünün değeri teknolojiyle yükselir. Dolayısıyla bilime hakim olan ve teknoloji üreten ülkeler toplam değerden de yüksek pay alır. Kısacası, merkez ülkeler teknoloji üreterek, çevresel konumlu ülkeler ise verilmiş projeye uygun üretim ve/veya tamir bakım işleri ile uğraşarak küresel ekonomide yer alıp ancak bu oranda pay sahibi olabilirler. İşte ülkelerin çağımızın küresel üretim zincirinde diziliş şekli budur. O zaman eğitim de merkez ülkelerde ve çevresel ülkelerde ona göre şekillendirilmektedir.

Bu meseleyi tam uyuşukluk aşamasına geçmeden halkımızın net olarak anlaması ve siyasi kadro, ona paralel olarak siyasi zihniyetin değiştirilmesiyle ülke halkımıza refah yolu açılabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa