01 Haziran 2024 05:02

Suçu toplumsallaştıran imar “affı” (2)

Fotoğraf: Evrensei

Paylaş

Geçen hafta aynı başlık altındaki yazım Twitter’da bazı tepkiler aldı. İmar “affı”nın toplumda yarattığı kentsel sıkışmışlığı sadece bu başlık üzerinden bile görmüş olduk. 

Gelen yorumlardan bazılarının yazıyı tam olarak değerlendirmediğini düşündüğüm de oldu. Bu nedenle konuyu biraz daha açmaya niyetlendim.

İlgili yazıda yapılı çevre üretiminin toplumsal ihtiyaçlardan ziyade sermaye birikimi amacıyla gerçekleştirildiği bu sistemde, imar uygulamalarına yönelik afları kaleme almıştım. Türkiye’de uygulanagelen imar affı/barışının da imar suçunu topluma yayan bir yol olduğunu ifade etmiştim. 
Özellikle de iktidar ve sermaye grupları büyük ölçekli kent, doğa suçlarını örtbas etmeye çalışırken, yurttaşın çok daha küçük ölçekteki uygunsuz imar faaliyetlerini de kentsel-toplumsal suçların bir parçası haline getirdiğinin altını çizmiştim. Yazıyı; “suçu topluma yayan bu sistem içinde, kentsel-toplumsal direnişler suça karşı çıkmanın en kuvvetli yollarından biri olmaya devam ediyor” diyerek bitirmiştim.
Öncelikle gelen yorumları özetleyeyim; 

- milyonlarca yapı “kâğıt mağduru” ve bunlar birer “milli servet”, kayıt altına alınmalı,
- yıkılan yapılar zaten denetlenmiş imarlı yapılar, yurttaşın inşa ettiği az katlı konutlarda çatlak bile yok,
- illerin büyükşehir olmasını kimse istemedi, köyler mahalle oldu, imar planı yapmadılar,
- ülkemizde imar planı çıkarmak çok zor, yurttaş köyüne ev yapmak istiyor, İstanbul’da deprem bekleniyor, terse göç oluyor, ama köye giden yurttaşa ceza ve yıkımla uğraşıyor, 
- devlet esas sorumlu ama sorunlar çözülmüyor, imar affı olmazsa olamaz vb.

Bir kısmı kopyala-yapıştır aynı ifadeler olan bu yorumların bazılarının profil görselleri bir dernek amblemini taşıyordu. İlk defa denk düştüğüm derneğin adı ise, “İmar Yasasına Takılanlar Derneği Türkiye”ydi (1). Dernek ana akım veya Yeniden Refah Partisi gibi siyasi partileri veya TBMM birimlerini etiketleyerek imar taleplerini dile getiriyor.

Konunun bu şekilde de gündem olmasını önemsiyorum. Twitter’daki yorumlara da elimden geldiğince yanıt vermeye çalıştım ama buradan daha açık yazmanın daha kalıcı olduğunu düşündüm.

Geçen hafta suçu topluma yaymak ifadesiyle aslında tam da bu duruma işaret etmeye çalışıyordum. Mevcut kentleşme politikası bu yolda devam ettiği müddetçe kâğıt üstünde göstermelik denetim yapılmış gibi olacak. Esas çözüm uygulamadaki çıkar ilişkilerini dönüştürmekte. Suçu topluma yayarak değil, en baştan suçu üretmeyerek.

Yapılar tabii ki kayıt altına alınmalı, ancak sadece kâğıt üstünde değil, yapının + yapılı çevrenin niteliğini de sağlamak koşuluyla. Şu ana dek öyle olmadığı gibi, yazıda vurguladığım yeni hukuki düzenlemeler de o yönde bir içerik taşımıyor maalesef.

Esasen kentsel-toplumsal hareketler derken de, kent hakkı mücadelesini imar hakkı talebi üzerinden düşünmemiştim. Bu sayfada mesele ettiğim şey de bu. Kent hakkı talebi imar hakkına indirgendiği zaman sistemin dayattığı şeyleri de kabul etmek zorunlu oluyor. Zira kapitalist kentleşme bağlamında planlama eşitsizlikleri üretiyor. Özellikle de Türkiye’deki gibi bir kentleşmede yapılan planların bütünlüğü de bozuluyor. Kentler neredeyse yapıya indirgenmiş bir ölçekte, çevresinden kopuk bir şekilde inşa ediliyor. Bu nedenle parçacıl talepler yerine bütünlüklü bir kentleşme politikası gündem edilmeli.

Bu vesileyle İstanbul Kent Savunması aktivisti Cihan Uzunçarşılı Baysal’ın Birgün’e yaptığı bu konudaki açıklamayı da referans vermek isterim (2). Aynı şekilde gazeteci Bahadır Özgür de imar affı konusunda sıklıkla değiniyor (3). 

Niteliksiz yapı stoku nedeniyle hayatını kaybeden, zorla yerinden edilen ve gittikçe artan barınma sorunu karşısında kentleşme politikasının bilenen yollarla çözülemeyeceği açık. Çünkü sermaye birikimine dayalı imar faaliyetleri buna izin vermez, veremez. Adil yaşam hakkı odaklı, ayrımcılık üretmeyen, sınıf merkezli devrimci bir mücadele için yeni yolları denemek zorundayız.

Kentin dönüşüm değerini bertaraf eden ve kullanım değerini merkeze alan bir kentleşme yaşam hakkının temel ilkesi olmalıdır. Bunun için de yarattığı krizlerden beslenen sisteme tabi olmayan, sistem-içi çözümler değil, sistemi dönüştürecek yöntemleri tahayyül etmeliyiz. O nedenle gerçekçi olup, “imkânsızı” hayal etmek zorunlu. Yoksa sistemsel dayatmalar içinde çaresizliğe mahkumuz. Ya da çare olarak sunulan ve sorunları yeniden üreten şeylere...

1. https://x.com/iytdernegi
2. https://www.youtube.com/watch?v=huyY_wc2lfU
3. https://www.youtube.com/watch?v=EQ_XOT-mEko

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa