09 Haziran 2024 05:00

Üçüncü kayyum dalgasının hedefi

polis, jandarma

Fotoğraf: Dilan Temiz/Evrensel

PAZAR
Paylaş

31 Mart’ta yüzde 48.92 oranında oy alarak seçilen Hakkâri Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış gözaltına alınarak görevden uzaklaştırıldı. Yerine Hakkâri Valisi kayyum olarak atandı. Akış yıllar sonra uykudan uyandırılan bir davada 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bu hukuk dışı duruma karşı dile getirilen tepkilerdeki ortak vurgu, adaylığına itiraz edilmemiş, sonrasında küçümsenemeyecek oy alarak seçilmiş bir belediye başkanının temelsiz gerekçelerle ve halkın iradesi yok sayılarak görevden alınmış olmasıydı. Akış’ın karar duruşması beklenmeden gözaltına alınmasıyla, mahkemeye verilen mesajın yönlendiriciliğinin altı çizildi. Hakkâri Belediye Başkanı hakkında 2014’te açılan davanın savcısının Fethullah Gülen organizasyonu içindeki faaliyetleri nedeniyle aranır durumda olduğu hatırlatıldı.

Üçüncü kayyım dalgasını “normalleşme” sürecine aykırı bulup şaşıranlara yanıt Tuncer Bakırhan’ın meclis grup toplantısında söylediği ve olup biteni anlamlı bir çerçeve içine alan şu cümlelerle geldi: “Bizlere mesaj veriyorlar. İstediğimiz zaman, beğenmediğimiz zaman, bizim gibi düşünmediği zaman herkese, her yere kayyum atarız mesajı veriyorlar.

Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı il ve ilçelerde demokratik yollarla seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine mülki idare amirlerinin kayyum olarak atanması, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin ardından ilan edilen ‘olağanüstü hal’in otoriter bir yönetim aracına dönüştürülmesinin en önemli göstergesi olarak öne çıkıyor. Darbe girişiminden itibaren Kürt muhalefetine yönelik insan hakları ihlal yelpazesine eklenen bu uygulama, aradan geçen yıllara ve değişen koşullara rağmen tekrarlanıyor. Ancak, Hakkâri’de üçüncü kez gündeme gelen hukuksuzluğun ilk iki kayyum dalgasından farkının altının çizilmesi gerekiyor.

***

Türkiye’de gerek Kürt halkı üzerindeki gerekse yerel siyasete yönelik baskılar yeni değil. Yeni olan, Kürt illerindeki seçim sonuçlarının devlet eliyle yok sayılması ve belediye yönetimlerine ‘Ben yaptım oldu’ zihniyetiyle el konulması.

Kürt il ve ilçelerindeki belediye başkanları daha önce de sistemli biçimde baskıya uğramış, görevden alınmış ve tutuklanmış olsa da, yerlerine gelen belediye başkanları görece demokratik bir şekilde belirlenmiş, yeni belediye başkanları belediye meclisleri tarafından seçilmişti. 2016’dan sonra ise olağanüstü koşullara göre şekillendirilen antidemokratik kayyum uygulaması siyasallaştırıldı ve yürütme güdümündeki yargı organları eliyle neredeyse düzenli hale getirildi.

Uygulamanın devlet aklınca formüle edilişine ve konuya ilişkin algı yönetimi mekanizmasının temel dinamiklerine İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanmış olan şu iki kitap ışık tutuyor: Bunlardan ilki 2017 yılında Türkçe ve Almanca dillerinde yayımlanmış olan ‘Terör nedeniyle belediyelere yapılan görevlendirmeler - Bestallungen in die kommunen wegen terror’ başlığını taşıyor. Metin ‘Belediye araçlarının bombalama saldırılarında kullanıldığı, iş makinelerinden güvenlik güçlerini engellemek amacıyla yararlanıldığı, belediye araçlarının bombalı eylemlerde kullanıldığı, bunlarda silah taşındığı, yapılan ihalelerin terör yandaşlarına verildiği ve belediye çalışanlarının maaşlarından örgüt için kesinti yapıldığı’ şeklinde iddialar içeriyor. İlerleyen sayfalarda bölgedeki terör faaliyetlerinin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında nasıl arttığından söz edilerek birbirinden farklı olay ve eğilimler arasında bir bütünlük varmış gibi gösterilmek isteniyor.

Bu gerekçeler üzerinden çıkarılan 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Belediye Kanunu’nun 45’inci maddesine ‘Belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle’ görevden uzaklaştırılabileceği hükmünün eklendiği belirtiliyor. İlginç olan bir sonraki sayfada yer alan ve düşman tanımını döneme göre güncelleyen şu paragraf: “15 Temmuz tarihinde darbe girişimine teşebbüs eden FETÖ ile ilişkili 6 ilçe (4 AK Parti, 1 MHP, 1 Bağımsız), 1 belde (MHP) belediyeye başkan vekili atanmıştır.

Kayyum politikasının gerekçelendirilmesi amacıyla hazırlanmış olan kitaplardan ikincisi 2019 yılında yayımlanmış ve “Terör nedeniyle görevlendirme yapılan belediyelerin hizmetleri” başlığını taşıyor. 2016 yılında kayyum atanan 18 il ve bu illere bağlı ilçelerdeki belediye faaliyetlerini içeren bu kitabın ön sözünde yer alan şu cümleler kayyum mantığını anlama yolunda hayli önemli: “Türkiye'nin yaklaşık 40 yıldır mücadele ettiği PKK terörünün bugüne kadar yarattığı can kayıpları üzerinde değerlendirilmiş, meselenin vatandaşlarımızın sosyal ve gündelik hayatına olan etkisi nispeten geri planda kalmıştır. Oysa terör örgütüne müzahir olan siyasi parti veya kişilerin bir şekilde yönetimine geçen belediyelerde milletin değil, terör örgütünün menfaatlerini önceleyen karanlık bir anlayış ortaya koyulmuş hem teröre kaynak sağlanmış hem de vatandaşlarımızın en temel hakkı olan kamu hizmetlerine erişimi büyük ölçüde engellenmiştir. Günümüzde iletişim imkanlarının da gelişmesi neticesinde bu çarpıklığın düzeltilmesi yönünde oluşan toplumsal ve siyasal bilincin bir yansıması olarak bu istismara son verilmek üzere, terör örgütlerine müzahir belediyeler tespit edilerek bunlara ilişkin yeniden görevlendirmeler yapılmış ve bu yapılan değişiklik toplum nezdinde olumlu karşılık bulmuştur. Özellikle bölücü terör örgütüyle ilişki içinde bulundukları gerekçesiyle görevlendirme yapılan belediyelerde, bu yeni süreçte ortaya koyulan yeni hizmetler, atılan bu adımın ne denli isabetli olduğunun da göstergesi olmuştur.

Bu kitabın önemi, kayyum atanmasına gerekçe gösterilen “terör ilişkisi” iddiasına kayyumlarca yapılan “çalışma ve hizmetlerin” detaylı bir listesinin eklenmiş oluşu. Kitapta aynı anda bütün düğmelere basılarak, “terörle bağlantı” iddiasından tatmin olmayacak kesime yönelik; “Teröre giden kaynaklar vatandaşlarımıza hizmet olarak dönmüştür” şeklinde özetlenecek bir ‘meşruiyet mekanizması’ kurulmak isteniyor.

***

Daha önce atanan kayyumlar sadece demokrasi kalitesini yerlerde süründürmekle kalmamış, aynı zamanda yolsuzluklara ve ekonomik kayıplara da yol açmıştı. Ancak kayyum uygulamasının üçüncü dalgası bunlardan daha vahim bir yönelime işaret ediyor. Ana muhalefet içinde “normalleşme” beklentilerinin yüksek olduğu bir dönemde kayyum politikasının tekrar uygulamaya konulması, Türkiye halklarının hak ve özgürlüklerine yönelik saldırılardaki artışın, siyasal yaşamı daha geniş ölçeklerde ve yurdun dört bir yanında kötürüm etme niyetinin işareti olarak öne çıkıyor.

Yukarda bahsedilen iki kitaptaki çok katmanlı ve keyfi kayyum gerekçelendirmelerinin nerelere uzanabileceği, 1930’lar Almanya’sı akıldan çıkarılmadan değerlendirilmeyi ve bütünlüklü itiraz mekanizmalarını gerektiriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa