10 Haziran 2024

Özgür Demirtaş ve asgari ücret

Ekran görüntüsü, Özgür Demirtaş'ın kişisel Youtube kanalından paylaştığı videodan alınmıştır.

Üç gün önce Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ın yaptığı bir yorum Ortodoks/neoliberal iktisatçıların güncel duruşunu özetliyordu:

“Biliyorum yaşam çok zor :( Sonbaharda daha da zorlaşacak. Dezenflasyon süreci iyice canımızı sıkacak. Alım gücü paramparça olacak. Ama Eğer dayanabilirsek, düzlüğe çıkacağız. :) Türkiye güçlü ve dirayetli bir ülke, bu kötü günleri atlatmasını umuyorum.”

Bir dakika…

Dezenflasyon yani enflasyonun düşmesi süreci neden canımızı sıksın?

“Alım gücümüzün paramparça olacağı” bir süreç sonunda varılacak yer nasıl bir düzlük?

Bu işte bir gariplik var.

Öyle ki, Demirtaş da durumdan hafif rahatsız. Ağlayan yüz emojisinden bunu anlıyoruz.

Ancak “başka yol yok”, demeye getiriyor. Herhalde “ekonomi bilimi” bunu gerektiriyor. Ardından gülen yüz emojisi.

İlginçtir, Demirtaş, düzlüğe giden bu yolu tam da Temmuz ayında asgari ücrete artışın tartışıldığı, emekli maaşlarının gündem olduğu bir dönemde vurguladı. Halka sabır çağrısı yaptı.

Sebepsiz değil.

Demirtaş daha önce de asgari ücret zammının çözüm olmadığını, kalıcı çözüm için enflasyonun düşürülmesi gerektiğini söylemişti. “Ben asgari ücret artışları bir işe yaramaz, alım gücü yine de düşecek dedim. Bunu da 100 kez açıkladım” (30 Temmuz 2023).

Bu iddialar ve yaklaşım epeyce sorunla malul.

BİR: ASGARİ ÜCRET ARTIŞI İŞE YARAR

Öncelikle bir yanlışı düzeltelim. Asgari ücret zammı “bir işe yarar”.

Hele ki ücret gelirine bağımlı yaşayan dar ve orta gelirli milyonlarca insan için hayati önemde.

Örneğin 17 bin lira kira veren bir haneyi düşünelim. Temmuz ayında asgari ücret 27 bin TL olursa, kirası otomatikman 27 bin TL olmayacak. Kira sözleşmesine bağlı. Belki 6 ay, belki bir sene sonra zam gelecek. Dolayısıyla hanenin reel geliri bir süre için olsa da artacak.

Yeterli mi? Değil. Ama yeterli olmaması, işe yaramadığı anlamına gelmez.

Yeterli olmama nedenini Demirtaş açıklıyor: “Asgari Ücret Açıklandı. Yaptığım hesaplara göre Nisan Ayı gibi açıklanan ücret Açlık Sınırının (4 kişilik ailenin mutfak masrafı) altına düşecek. İşte bu yüzden enflasyon ile mücadele çok önemli” (27 Aralık 2023).

Nisan 2024’te haklı çıktığını üzülerek açıkladı.

Bir önceki yıl: “AMA en geç 5-6 ay sonra o para eriyip gidecek. Alım gücünüz DÜŞECEK. Bu yazdıklarım yine GERÇEK olacak”

6 ayda bir üzülerek haklı çıkıyor.

Ancak bu haklı çıkma işinde de bir gariplik var. Büyük iddialarla söylediği “GERÇEKler” ve “haklılık” mücadelesi iktidardan muhalefete, iktisatçıdan markete giden vatandaşa kadar herkesin söylediği, bildiği, yaşadığı, kızdığı, bağırdığı, oyunu değiştirdiği açık bir olgu. Yani Demirtaş değil herkes haklı çıktı.

İşçi, emekçi, emekli o kadar haklı ve farkında ki, tam da bu nedenle ücretlerine zam talep ediyor.

İKİ: KISIR DÖNGÜ EZBERİ

Demirtaş’ın asgari ücret artışının işe yaramadığını “100 kez açıklaması” boşuna değil.

Ona göre, asgari ücret artışı enflasyona yol açıyor. Böylece “işe yaramıyor”. Eleştirilere cevabı şu: “Dolayısı ile ücret artışı ve yükselen talep KISIR döngüsüne girildi, Yaz sonu Asgari Ücret arttırılsa, sonbahar sonunda artırılmadan önceki alım gücünün bile altına düşülür diyorum. Şimdi daha açık oldu mu?​” (28 Mart 2022).

Ücret ve enflasyon KISIR döngüsü… Burada bir nedensellik var. Ücret artışı enflasyona, enflasyon da ücret artışına yol açıyor. Yani ücret artışı sadece “işe yaramıyor” değil üstüne üstük enflasyona neden oluyor. Zaten KISIR döngü denilen de bu.

Peki, ne yapmak lazım?

Ortodoks amentüye göre enflasyonu düşürmenin temel yolu ekonomiyi soğutmak ve talebi kısmak. Bunun birkaç boyutu var:

Mesela faizi arttırmakla yatırım ve tüketim düşer, böylece talep azalır.

Başka ne olur?

İşsizlik artar. Böylece talep azalır.

Başka?

Kamu bütçesi kısılır. Böylece talep azalır.

Dönüp dolaşıp talebi azaltmaya geliyoruz.

Bu klasik neoliberal kemer sıkma programıdır.

Hemen olası bir çarpıtmayı düzeltelim. Bunu eleştirmek, Nebati dönemi faiz indirimini savunmak anlamına gelmez. İkisini de eleştirmek, emek eksenli üçüncü bir alternatif oluşturmak mümkün.

İşte bu kemer sıkma ve talebi baskılamanın çok önemli bir boyutu daha var. Ücret artışlarını engellemek.

Demirtaş ve Ortodoks itikat sahibi ekonomistlere göre ücret artışları talep artışı ve enflasyonun temel nedeni. Hadi biraz yumuşatalım: Temel nedenlerinden biri.

Peki, gerçek hayatta böyle bir ücret-enflasyon kısır döngüsü var mı?

Bakalım.

Öncelikle Türkiye’de yüksek enflasyon ücret artışıyla başlamadı. Büyük kırılma Eylül 2021’de, Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı ve kur şokuyla oldu. Asgari ücret artışı bundan sonra geldi. Sonrasındaki ücret artışları alım gücündeki düşüşü telafi etmek üzere yüksek enflasyon nedeniyle gündeme geldi. Telafi etmeyi de pek beceremedi.

Şimdi, dönüp geriye bakıldığında Ortodoksların çıkardığı sonuç şu: Ücretler de arttı, enflasyon da. Yani bir korelasyon ve “kısır döngü” var.

Oysa ikisinin de artmış olması, ücret artışının enflasyonun nedeni olduğu anlamına gelmez. Mesela aynı dönemde benim de yaşım arttı. Kabul etmek lazım ki, enflasyon bizi yaşlandırmış olabilir!

Peki, enflasyonun temel dinamiği nedir?

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de güncel enflasyonun temel nedeni ücret ve bundan kaynaklı talep artışı değil. Bunu sadece emekten yana sosyal bilimciler söylemedi. IMF gibi Ortodoks anlayışa sıkı sıkıya bağlı bir kuruluşun araştırmacıları bile itiraf etmek zorunda kaldı. Ücret artışının enflasyona etkisini %4,5 olarak ölçtü. Asıl etkenleri ise ithalata bağlı maliyet artışı (%40) ve kârlardaki olağanüstü yükseliş (%45) olarak belirledi.1

Öyleyse, neden “ücret-enflasyon kısır döngüsü” deniyor?

Çünkü Ortodoks neoliberal ezber bu.

Gerçek bu mu?

Gerçek olup olmaması önemli değil önemli olan işlevi: Bu ezber; piyasa ve yatırımı, açık konuşalım, sermayeyi, patronları, tekelleri, bankaları, holdingleri korumaya odaklı. Bu nedenle tutuyor. Sermaye tüm gücüyle destekliyor. Besliyor, okullarda okutuyor, makalelerini yayınlıyor ve yayıyor. Aksi bilim dışı ilan ediliyor.

Sermaye büyüdükçe “emekçiye de damlar” diye avutuyorlar. Ama o bile olamadı. Neoliberal “bilim” hayata geçtikçe gelir ve servet eşitsizliği tarihin gördüğü en kötü uçlara yaklaştı.

Sonuç: Türkiye’de ücret-enflasyon kısır döngüsü söz konusu değil. Ücret artışları enflasyona neden olmamış (ya da çok az etkili olmuş), aksine enflasyonun yıktığını toparlamak üzere onun arkasından gelmiştir.

ÜÇ: ÖNEMLİ OLAN ÜCRETLERDEKİ REEL ARTIŞTIR

Ekonomist Mahfi Eğilmez kendi bloğundan “bilimsel” bir tespit yaptı: “Asgari ücret artarsa enflasyon artmaz demek ekonomi bilimine aykırı bir tezdir.”'2

Akıllıca bir ifade. Ancak hileli. Sorunu böyle koyunca kendisi “bilimsel”, eleştirenler ise “bilim dışı” oluyor. Oysa kimse, “ücretler artınca enflasyon kıpırdamaz” demiyor. Karşı iddia şöyle formüle edilebilir: Günümüz enflasyonunda esas dinamik ücret artışı değildir.

Ortodoks amentüye göre ücret artışı iki ana nedenle enflasyonu artırır:

  1. Talep artışı
  2. Maliyet artışı.

Bugünkü hesapla, ücret temelli talep ve maliyetin enflasyon üzerindeki etkileri oldukça düşük.

Çünkü Türkiye’deki ücret artışları reel ücret artışından çok genellikle alım gücündeki kayıpların kısmi telafisi biçiminde oldu. Asgari ücret genelleşti. GSMH içinde ücretlilerin payı azaldı. Bu nedenle ücret artışı ciddi bir talep artışına yol açmadı.

Peki, Ortodoks iktisatçıların “talep hâlâ güçlü” dedikleri şey ne? Bu çoğunlukla sermayenin, zenginlerin, havadan para kazanan ihalecilerin, üç dört maaşlı bürokratların, yandaşların, kara para aklayanların, bedavadan kredi alanların “vur patlasın çal oynasın” tüketim çılgınlığından.

Öte yandan ciddi reel ücret artışları olsa bile enflasyonu varsayıldığı gibi arttırmaz. Örneğin asgari ücrete Temmuz ayında ikinci bir zam yapılırsa kirada olan bir emekçi hane ikinci bir ev daha kiralamayacak. Haftalık bir kilo domates yiyorsa bunu 5 kiloya çıkarmayacak. Yaz ayında kombiyi açıp doğalgaz talebini arttırmayacak. Bazı ürünlerde talep artışı elbette olacak, ancak bu da emekçilerin düşen alım gücünü telafi anlamına gelecek. Enflasyona etkisi yukarıda ifade edildiği gibi sınırlı olacak. Ayrıca her talep artışı fiyat artışı anlamına gelmez. Talep artışı arz artışıyla karşılanabilir, işletmelerin atıl kapasitesi kullanılabilir, devlet üretimde rol oynayabilir, küçük üretici desteklenebilir.

Ücret artışının maliyetlere etkisi de sınırlıdır. Somut bir örneğe bakalım ve tek bir işletme için düşünelim. Koç ve Stellantis ortaklığındaki Türk Otomobil Fabrikası A.Ş.’nin işçilik maliyeti toplam üretim maliyetlerinin %1,5’i. Yani enflasyonist değil. Toplam ekonomiye baktığımızda ücret-sermaye oranı belirleyicidir. Emek yoğun sektörlerde maliyet artışı elbette daha fazla. Ancak önemli olan toplam enflasyondaki etkisidir.

Özetle ücretlere %75 zam yapıldığında enflasyon %35’te tutulabilirse, bu alım gücü ve ücretlerde %40’lık bir iyileşme anlamına gelir.

Enflasyon eksiye düşmeyeceğine göre alım gücünü arttırmanın ve yoksullaştırmaya karşı durmanın temel yolu ücret artışının enflasyonun üzerinde olmasıdır.

“Ücret artışları işe yaramaz” demek, yetersizliği bir yana, emekçileri yoksulluğa razı etme çabasından başka bir anlama gelmez.

Peki, emekçileri koruyarak enflasyon nasıl düşürülür? Bu başlı başına ayrı bir tartışmanın konusu.

DÖRT: POPÜLİZM

Ortodoks iktisatçılar dezenflasyon sürecinde emekçilerin tüketimini kısmayı, işsizliği artırmayı, reel ücretleri düşürmeyi önerirken elbette bunu açıkça söyleyemiyor. Kıvranıyorlar. Sermaye yanlısı yaklaşımlarını, neoliberal doğmalarını “bilim” diye pazarlıyorlar.

Aynı zamanda politika yapıyorlar. Öyle bir politika ki, asgari ücrete zam yapıldığında “iyi oldu” demekten geri durmuyorlar. Alım gücünün bunca düştüğü bir zamanda tabi ki “daha da düşsün” diyemiyorlar.

Eğri oturup doğru konuşalım:

Savundukları faiz artışlarının amaçlarından birisi ekonomiyi soğutmak ve işsizliği arttırmak değil mi?

Reel ücretleri baskılayıp talebi azaltmak değil mi?

Açıkça söyleyin.

Ancak açık olmamak siyaset yapma biçimleri. “Eğer dayanabilirsek, düzlüğe çıkacağız” demek daha makul. Halkın tepkisini çekmez.

Nasıl mı düzlüğe çıkacağız?

Alım gücümüzün düşürülmesine sessiz kalarak. Boyun eğerek. Sabrederek. Yoksullaşarak.

Birileri kolayca milyarlara el koysun, bizler bir depremde tabutumuz olacak evlerin kirasını ödemek için ay boyunca çalışıp duralım.

İKTİDARIN DÜMEN SUYU

Ve Demirtaş’ın önerdiği gibi; “Mehmet Şimşek’e hepimiz yardım etmeliyiz. Ucundan tutmalıyız. Siyaseti bırakıp problemi çözmeye odaklanmalıyız.” (7 Haziran 2023). “Kendisinin [Şimşek’in] bu taleplerinin hepsi doğru. Özgürce uygulayabilmesini dilerim. Ortodoks Ekonomi politikalarına dönülüp, liyakatin öncelenmesine Ülke adına çok sevinirim.” (3 Haziran 2023).

Son bir yıldır liberal muhalefet “doğruya doğru demek gerekir” diyerek AKP’nin güncellenmiş rotasına girdi.

Majestelerinin muhalefeti.

Hâlâ eleştirileri var. “İsraf”, “üç maaşlı bürokrat”, “makam aracı Audi” diyerek eleştirmek önemsiz değil. Ama çok daha büyük ve önemli bir şeyi, bir ortaklığı gizliyor:

Enflasyonun düşürülmesinin yükünü emekçiler mi, yoksa sermaye mi üstlenecek?

“Herkes” diye bir cevap seçeneklerde yok. 

Bir yanda ücretle ay sonunu getirmeye çalışan emekçi kitleler diğer yanda tekeller, sermaye grupları, toplamda yüzlerce milyar vergi borçu silinen yandaş şirketler.

Halkı daha da yoksullaştıracak, işsizliği artıracak emek düşmanı bir dezenflasyon programı “bilimsel” değil olsa olsa sınıfsaldır. Halk yoksullaşarak “düzlüğe” çıkamaz.

Bu programın karşısında emekçileri merkezine alacak, ücret artışlarını yaparken enflasyonu düşürebilecek, yani tasarrufu sermayeden, dolar milyonerlerinden yapacak başka bir sınıfsal ve bilimsel programa ihtiyaç var.

DİPNOTLAR

1- Hansen, Niels-Jakob; Frederik Toscani; Jing Zhou (2023) “Euro Area Inflation after the Pandemic and Energy Shock: Import Prices, Profits and Wages”, IMF Staff Working Paper, No WP/23/131.

2- https://www.mahfiegilmez.com/2024/06/asgari-ucret-arttrlmal-m.html

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et