19 Haziran 2024 11:30

"Ne güzel şeysin sen daha yaşın 19..."*

sevinen milli takım oyuncuları

Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş/AA

Paylaş

Hava hâlâ düzelmemişti. Daha da kötüye gidiyordu. Yaz Masalı diye başladığımız hikayede "Dortmund falan soğuk olur gocuk mu giysem?" diye düşünerek hazırlanıyordum. Bugün 15:00 seansında maç olmamasını değerlendirerek yola biraz geç koyuldum. Türkiye Futbol Federasyonu 13:00'te Dortmund'da Kampstraße'de buluşmak için çağrı yapmıştı taraftarlara. Coşkulu bir kalabalık olacağı belliydi. Gidip orada olmak da vardı ancak kalıp biraz dinlenmek de.

YAĞMUR VE FIRTINA BAHANESİ

Bu sefer ki tren yolculuğum bomboş kalkan bir trenle olmuştu. İki saate yakın süren yolda biraz diğer gelişmelere bakarken maça hazırlık için de işlerime odaklanabilirdim. Aynı sırada hava durumuyla ilgili daha kötü haberler geliyordu. Yağmur 5 gündür, bazen bir saat, bazen yarım saat ama ahmak ıslatan denilen o kısa ama şiddetli biçimde taraftar alanlarını taraftarla buluşuyordu. Fakat bu sefer yağmurun fırtınayı da yanına alarak bir ziyaret yapacağı söyleniyordu. Bu yüzden Köln'deki, Düsseldorf'taki, Gelsenkirchen'daki ve Dortmund'daki bütün taraftar alanları kapatılmıştı. Bunun gerçekten bir 'bahane' olup olmadığı şüphesi içimi kaplamıştı. Günlerdir yağmur ve soğuk hava devam ederken yağmur yağacak, ve hava rüzgarlı olacak diye taraftar alanlarının Türkiye maçının oynanacağı gün kapatılacağının açıklanması gerçekten düşündürücüydü. Almanya'da yaşıyorsanız olaylara illa ki biraz da kimlik meselesi üzerinden yaklaşıyor insan. Aynı anda bir de Berlin'deki maç izleme taraftar alanlarının kapalı olacağı haberi gelmişti. Bu daha da şüphe uyandırıcıydı. Kapatıldığı açıklanan dört alan da aynı eyalette ve birbirine yakın kentlerdi. Peki ya Berlin!? Berlin'de de mi yağmur ve fırtına olacaktı! Gerçi daha turnuvadan kısa bir süre önce Münih'i sel alıp götürmüştü. Belki de temkinli olmalarının nedeni sütten ağızlarının yanmasıydı.

Dortmund yolundayken izlediğim videolardan yansıyan meydandaki buluşma anları maça olan heyecanımı arttırıyordu. Ben şehre vardığımda yağmur şehri ıslatmış, kalabalık da biraz azalmıştı. Taraftar alanları kapatılmıştı ama maçları izlemek isteyenler televizyonları olan mekanlarda geri sayıma geçmişti. Maç saatinde ne olacağını bilemesem de yağmur yaklaşıyordu. Akşama kadar aç kalmamak için kendim için tespit ettiğim günün mönüsünü almak adına gördüğüm ilk dönerciye gittim. Türkiye maçı şerefine bir yarım ekmek döneri gömdüm ve artık maça hazırdım!

Yönlendirmeler konusunda kimseye güvenmemem gerektiğini öğrenememiş olacaktım ki, istasyondaki polise u42 numaralı trenin de stadyuma gidip gitmediğini sordum, "Gider" dedi. Gidiyordu ama indikten sonra 10-15 dakika yürümek lazımdı. Yağmur potansiyelinin olduğu saatlerde yürümek planlarım arasında değildi ama polisi dinlemiş ve yanlış hatta binmiştim. İnip yürüyebilirdim ancak hava tahminleri doğru çıkmıştı. Aniden bir sağanak yağış başlamıştı. İstasyondaki korunaklı alana girdim. Yağmurun bitmesini beklersem işim yaştı. Bitmezdi bu yağmur. Aynı hatla geri dönüş yapıp stadyumun daha yakınına giden trene binmek için aktarma hattında inecektim. Nihayetinde Westfalen stadyumunu görebiliyordum. Ancak yağmur da bitmemiş ve tekrar hızını arttırıyordu. İstasyonun içinden direkt stadyuma doğru yönelen yolu takip ederken Gürcü ve Türk taraftarlar arkalı önlü kavgasız gürültüsüz ilerliyorduk. Ve yağmur hepimizi hizaya sokmuş çatının altına gelecek şekilde sıralanmış stadyuma yürüyorduk. Belli bir süre sonra yağmurun durmasını beklemek yerine ıslanmayı göze alarak medya merkezine yöneldim.

Almanlara hak vererek, tüm ıslaklığımla basın alanına giriş yaptım. Maça bir buçuk saat vardı. Kurumayı bekledim. O sırada yağmur bitmişti. Medya merkezinin içinden direkt geçerek stada gitmek mümkün değildi. Önce yine sadece tek bir kişinin kontrol etmesi nedeniyle oluşan upuzun kuyruğa girmek lazımdı, ardından da yaklaşık bir 10 dakika yürümek. O sırada Gürcü ve Türk taraftarların stadyum içinde kavgaya tutuştuğu haberleri geliyordu. Sırp ve İngiliz taraftarların bulunduğu kervana katılmıştık böylece.

Eski adını kullanmayı daha çok sevdiğim bu yüzden de adını böyle geçireceğim "Westfalen" stadyumu maç öncesi çoktan dolmuştu. Basın tribünündeki yerimi arıyordum. Tesadüfün böylesi ki, yerimde Uğur Meleke oturuyordu. İlk defa bir Avrupa Şampiyonasını akredite olarak takip ediyordum ve Türkiye maçını Meleke ile izleyecektim. El sıkıştık ve zaten boş koltukların olduğu basın tribününde sadece "pozisyonlarımızı" değiştik ve maçı heyecanla beklemeye başladık.

SARI DEĞİL, KIRMIZI DUVAR

Mükkemel bir coşku ve harika tezahüratlarla başladı mücadele. Dortmund taraftarının meşhur sarı duvarı kırmızı olmuştu Arda Güler ilk 11'deydi. Samet Akaydın da. Henüz ikinci dakikada Barış Alper defansın arkasına sarkarak tehlikeli olacağını hissettirdi A Millilerin. Top Gürcistan'a geçtiğinde, ilk dakikadan itibaren ıslıklar kulakları çınlatıyordu. 4. dakikada Arda Güler arka direğe kestiği topla rakibe "korkun" mesajını verdi. Barış Alper, rakip savunmalarla boğuşurken göğsüyle indirdiği toplarla etkili olma çabasındaydı. Hazırlık maçlarında da oynatılamayan Ferdi sahaya çok aç dönmüştü. Orkun Kökçü ceza sahası içine koşular atarak rakibin savunmacılarını tedirgin ediyordu. Dakika 9 olduğunda ikinci köşe vuruşunu kazanmıştı Türkiye. Köşeye yönelen oyuncu Arda Güler olunca, alkışlar ve tezahüratlar yükseldi birden. Orta açmadı, topu adeta kafasına gönderdi takım arkadaşının. Gol olmasa da Gürcistan'ı tedirgin edecek hamlelerdi. Kenan, Orkun, Ferdi, Hakan ve Kaan sık sık sol tarafta pas trafikleri oluşturup rakibi hataya zorluyordu. Uzaktan şutlar da bir diğer opsiyondu. Kaan Ayhan'ın direkten dönen şutu Hamit Altıntop'un kulaklarını çınlattı. Gürcistan, Türkiye'nin baskılı oyununa karşılık verdiğinde attıkları şutta defansa çarpıp kaleye yönelen topa iyi ve yerinde refleks gösterdi Mert.

İlk 15 dakikada golle buluşamamak takımı kısa yoldan gole gitmeye yönlendirmeye başlamıştı. Bu da ani ve yanlış kararlar vermeye dolayısıyla top kaybına neden oluyordu. Bundan hemen vazgeçildi. 21. dakikada paslı oyuna geri dönüldü. Barış Alper'i topla buluşturmakta zorlandı Türkiye. 25. dakikada Orkun Ferdi'yi sol çizgiye indirdiğinde topla yine buluşamamıştı Barış Alper. Rakibin kafayla uzaklaştırmak istediği top Mert Müldür'ün sağ ayağına öyle bir yakıştı ki, top da 90 diye tabir edilen köşeye yapıştı. Tribünleri sevince boğan bu golün ardından yükselen tezahüratlarla bir gol daha bulmuştu Türkiye. Kenan Yıldız'ın ayak numarasının 2 boy küçük olmadığı için 'burun farkıyla' iptal edilen gol can sıkıcıydı. Çok geçmeden Gürcistan toparlandı ve kendi sağından geliştirdiği atakta Mikautadze Mert'in elinin altından kaçırdığı topla golü buldu. Az kalsın ikinci gollerini de atacaktı rakip takım. Ferdi'nin bulunduğu kanattan sıklaşan atakları durdurmakta zorlandı Türkiye. Devre biterken, takımın en tartışılan oyuncusu Samet Akaydin kritik bir müdahale yaparak maçta varlığını hissettirirken, güven verdi.

ARDA, BELLİNGHAM MODUNU AÇTI

İlk devreyi 1-1 bitirdikten sonra Barış Alper'in verimliliğini arttırmak için Montella onu sağ kanada, Arda Güler'i de 9 numaraya koydu. İsteyen sahte dokuz desin, isteyen gezgin 9 numara desin. Bence yepyeni bir Bellingham modu açan Arda Güler bu pozisyonda topa hakimiyeti, topu yönlendirme becerisiyle iyi işler yapabilirdi. Montella'nın yaptığı pozisyon değişikliği devrenin hemen başında işe yaradı. Yine hızlı başlanan bir 45 dakikaydı. 57'inci dakikada kullanılan serbest vuruşta skoru 2-1'e getirmek mümkün olabilirdi Türkiye adına. Aynısı hemen ardından gelişen Gürcistan atağında da mümkündü ama Samet bu maçta kendisine inanmayanları yanıltmakta kararlıydı, yine rakibine geçit vermedi. Maçta bir saat geride kaldığında Gürcüler ataklarını Mert Müldür'ün yalnız kaldığı bölgeden buluyordu. Altıpasa kadar getirip atamadıkları gol Türkiye için uyarı niteliği taşıyordu. Birilerinin çıkıp bir şeyler yapması gerektiği bir andı. Karşı presin çok iyi yapıldığı bir anda kapılan top Arda Güler'in ayağına geldi. Toplu buluştuğu an sol ayaklılar için harika bir açıya sahipti. Topu iki kere dokunup önüne doğru açtığında herkesin aklında olan şeyi Arda Güler yapıyordu ve muvaffak oluyordu. Turnuvanın en güzeli golünü 66. dakikada atarken tüm stadyum bir kez daha coşkudan yıkılıyordu. Gol olmadan hemen bir saniye önce yanımda  "Vur" diye seslenen kişi Uğur Meleke'ydi. Golü birlikte kutluyor, kalan yarım saati izlemeye devam ediyorduk.

Golden sonra yapılan oyuncu değişiklileriyle maçı dengelemek isteyen Gürcülere izin yoktu. Maçın son anları yaklaşırken Lille'i şampiyon yapan iki eski takım arkadaşından Zeki, Yusuf'a nefis bir pas atmıştı ne yazık ki pozisyon skorla sonuçlanmadı. Gürcülerin son bir nefeste gol bularak skoru 2-2'ye getirme niyetindeydi. Bu amaçla kalecileri de Türkiye'nin rakip yarı alanına gelmişti. Önce serbest vuruşta bir topları direkten döndü. Ardından kazandıkları kornerde şanslarını bir kere daha denemek isteseler de ceza sahası dışına uzaklaştırılan topu Orkun Kökçü baskı yaparak Kerem Aktürkoğlu'na kazandırdı. Takımın en hızlı oyuncularından biri olan Kerem, bu sefer hazırlık maçında yaptığı gibi hemen kaleye vurmadı. Yaklaşık 50 metre top sürdükten sonra ceza sahası dışından meşin yuvarlağı skoru belirleyen golü atmak üzere yuvarladı. Büyücü yine olmadık yerde bir gol çıkarıp maçın sonucunu ilan etti.

Dönüş yolu treninde herkesin dilinde Arda Güler'in golü, her cep telefonunda Arda Güler'in attığı golün videosu bir açılıyor bir kapanıyordu. O esnada benim kafamda ise MFÖ şarkısı çalıyordu: "Neeee güzel şeysin sen daha yaşın 19....."

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa