Kaynak yok yalanı, vergi soygunu
Fotoğraf: DFID/Wikimedia Commons (CC BY 2.0)
Hazine ve Maliye Bakanlığı halkı soyup soğana çevirecek yeni bir vergi paketi hazırlığında. 2023’ün Temmuz ayında, birçok üründe KDV oranını %8’den 10’a ve %18’den 20’ye çıkaran paketin üzerinden daha bir yıl bile geçmemişti.
“Kaynağa ihtiyaç var”. Yetmemiş ki, yeni bir paket gündeme geldi.
Pakette bazı ürünlerdeki KDV istisna ve indirimlerin kaldırılması, engellilere kolaylıkların sınırlandırılması, moto-kuryelere yeni vergiler, yurtdışı çıkış harcına olağanüstü zam gibi başlıklar var.
Peki, bunca verginin mantığı ne?
Gerçekten bir kaynak sıkıntısı mı var?
Bize korkuluk gibi sallanan neoliberal kurgu şöyle bir şey: Toplanan vergiler hazineye geliyor. Buradaki havuzdan memur ve emekli maaşları ödeniyor. Kamu harcamaları için gerekli kaynak tahsis ediliyor. Öyle ki, yeterince vergi toplanmazsa memur maaşları bile ödenemez, iflas eder, mahvoluruz!
Elbette süreç böyle işlemiyor.
Tam tersi.
Önce para “dağılmış” olmalı ki (ücret, maaş, kredi, kâr, rant) vergi alınabilsin.
Memura maaş vermeden ondan gelir vergisi almak mümkün değil.
Devlet yeterince vergi toplayamasa ya da bütçe açığı verse bile emekli maaşlarını öder. Devletin TL cinsinden para yaratma gücü vardır. Piyasada dağılan paranın bir kısmı vergi ile geri toplanır. Meselenin düğümü de buradadır: Bu vergi kimden alınacak?
Ayrıntılarına girmeyelim: Kamuda normal işleyiş önce para yaratma, sonra da toplama biçimindedir.
Özetle emekliye zam için “yeterli kaynak yok” demek, açıkça yalan söylemektir.
Kaynak yoksa 2024 bütçesinde “vergi indirimi, muafiyeti, istisnası” adı altında sermayeden 2 trilyon 210 milyar TL’lik vergi alacağından neden vazgeçildi.
Elbette devletin finansal kaynak sorununun olmaması devletin para yaratarak her şeyin çözebileceği anlamına gelmez. Reel sınırlar vardır: Üretilen mal ve hizmetlerin miktarı, türü, bölüşümü, paranın değeri, döviz ihtiyacı, dış ticaret açığı, teknoloji vb.
DENK BÜTÇE HURAFESİ
Konuya geri dönelim: Devletin finansal açıdan kaynak sorunu yoksa nedir bu vergi çılgınlığı?
Neden emeklilere yapılan zulüm?
İki temel nedeni var ve bunlar oldukça kritik. Hayat memat meselesi.
İlki, sermayenin çıkarlarına odaklı iktisat politikası, bunun bileşeni olarak bütçe denkliği ve mali disiplin ezberi.
Bu basit bir ezberden ibaret değil. Sermayenin çıkarları doğrultusunda işleyen düzenin temel mekanizmalarından biri.
Bütçe denkliği adına eğitime, sağlığa, emekliliğe, sosyal güvenliğe, belediyeye, temizliğe, bilumum devlet harcamalarına ayrılan bütçe azaltılacak ki, devlet bu alanlardan çekilsin… Piyasa açılsın, sermaye girsin, yatırım yapsın, para kazansın, bahtiyar olsun. Özel okullar gelsin, özel hastaneler gitsin, emeklilik şirketlerine, özel sağlık sigortalarına muhtaç kalalım, onlara dua edelim, müşterisi olalım. Devlet kıyafet mi üretir, Sümerbank’ı kapatalım. Kağıt mı üretir, SEKA’yı kapatalım. Petrokimya ile mi uğraşır, TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i üç kuruşa peşkeş çekip özelleştirelim ki, kamu bütçesi zarar, halk da gün yüzü görmesin.
Yani denk bütçe ve mali disiplin kuralının temel nedeni enflasyon değil ünlü yapısal reformların en önemli ayağı olan kamusal üretim ve hizmetleri “tekelci yapı”sından kurtarmak, sözde “tam rekabet piyasası” oluşturmaktır. Sanki TÜPRAŞ Koç’un olunca, elektrik dağıtım şirketleri bölge bölge Sabancı’ya, Limak’a, Kalyon’a verildikçe tekel olmaktan çıktı!
Her şey mi yalan olur? Olur.
Bütçe denkliği hurafesi ve “serbest” piyasa yalanı ile her şey ticarileşti, sermaye büyüdükçe büyüdü, emekçilerin hakları bir bir gasp edildi, gelir ve servet eşitsizliği alabildiğine arttı.
VERGİ İLE KAYNAK AKTARIMI
Vergi yağmurunun ikinci nedeni yine benzer bir mantığa sahip.
Vergi, başka işlevlerinin yanı sıra, bir tür servet aktarım aracıdır.
Nasıl mı?
İğneden ipliğe tüm tüketim maddeleri ve hizmetlerden KDV ve üstüne garip bir ÖTV alınırsa, halkın ödediği vergi yükü artar, net gelirini azalır. Emekçiler yoksullaşır. Enflasyon mu? Evet, dolaylı vergiler arttıkça enflasyon da artar.
Ancak emekçiler sadece dolaylı vergilerle soyulmaz. Gelir vergisi ile daha ücretini görmeden %15 ila %35 oranında vergisini öder.
Ya sermaye?
Sözde kurumlar vergisi yasal olarak %25. Ama gerçekte durum çok daha farklı. Ekonomist Menekşe Yılmaz’ın KAP bildirimlerini inceleyerek yaptığı hesaba göre mesela Ford Otosan 2023 yılında binde 4 oranında vergi ödedi. Yüzde 4 değil, binde 4! Arçelik %1,6, Otokar %2,7, Tüpraş %12,2. Sahibinin tüketiciyi azarladığı ve 2022 yılında 250 milyon dolar ciro yapan Patiswiss çikolata ne kadar vergi vermiş olabilir? 40 bin lira. Milyon dolarlar kazanan şirket bir işçinin 3-4 ayda ödediğinden daha az vergi vermiş. Marmaris’te devasa bir otel diken ve 4 milyar TL’ye yakın ciro elde eden Sinpaş ne kadar vergi ödemiş? Sıfır.
Örnekler saymakla bitmez.
İşte bu, emekçiden sermayeye, yoksuldan zengine doğrudan “kaynak” aktarımıdır.
Aranan “kaynak” burada olmasın?
KUTSAL YASAYI BOZMAK
Emekçiden çatır çatır vergi alınırken sıra sermayeye geldiğinde neden hükümetlerin eli bu kadar korkak?
Elbette hükümetler sermayeyi (parayı) sever, korur, gözetir, dinler, yolunu açar. Çok boyutlu bir ilişki vardır.
Ancak bu sıradan bir aşk hikâyesi değil. Bundan fazlası: Kapitalist ekonomik büyüme ile sermaye arasındaki ilişki.
Senaryo şu: Sermaye büyüyecek ki yeni yatırım yapacak, istihdam sağlayacak, ekonomi büyüyecek.
Bir ölçüde doğru.
Ancak, sonuçları, yani emekçilerin bu büyümeden alamadığı payı, yoksullaşmayı, artan gelir adaletsizliği ve sömürüyü, işsizliği, ekolojik sonuçları göz ardı edilip ekonomik büyüme her şeyin ilacı olarak kabul edildiğinde, işte o zaman, sermayenin çıkarları tüm toplumun çıkarıymış gibi ideolojik hegemonya (ve dayatma) her yanı sarar.
Yatırım için ne gerekiyorsa kutsallaşır:
Ücretler düşük olmalı, artarsa yatırımlar azalır.
Sermayeden alınan vergi düşük olmalı, artarsa yatırımlar azalır.
Servet vergisi, haşa, yatırımlar azalır.
Sermaye zenginleşecek ki (“tasarruflar” artacak), ülke kalkınacak.
Menderes’in dediği gibi her mahalleye bir milyoner. Gerisi? Kirasını ödemek için ay boyunca çalışan fakir-fukara ve sözde bir “orta sınıf”.
Sermaye ve sermayenin sözcüsü olan iktisatçılar için, açıkça konuşmasalar da, ekonomik büyümenin yolu yordamı bu. Tabi, sermayeyi savunma işi de dolaylı olmalı. Göze sokulmamalı. Zaman zaman halka yağcılık yapılmalı, “dar gelirliyi de koruyalım” denilmeli. “Bahşişlere vergi mi geliyor”, karşı çıkılmalı. Öyle yapmazlarsa halk da suratlarına bakmaz. Diğer yandan servet vergisine, borsada kazanç vergisine, kamu harcamalarının arttırılmasına, eğitimin, sağlığın, emekliliğin kamusal bir hak olmasına sıra geldiğinde karşı çıkarlar, sermaye yanlısı neoliberal yağma programını savunurlar.
Şimdi hükümet, yeni vergi paketiyle sermayeden göstermelik bir tüy koparıp işçiyi, moto-kuryeyi, küçük esnafı, kısacası emekçi sınıfları yolmanın hazırlığında.
Peki, emekten yana başka bir yol yok mu? Elbette var. Olmalı, oldurulmalı.
İlk adım bu vergi paketine karşı çıkmak. Kenya’da vergi paketine karşı sokağa dökülen halkın dediği gibi “ekonomik diktatörlüğe hayır!”
- Acemoğlu ve arkadaşlarını neden kutlamamalıyız? 16 Ekim 2024 14:59
- Liberallerin emekli düşmanlığı 16 Eylül 2024 05:10
- Cevdet Yılmaz harçlık değil hesap vermeli: İşgücü uyum programı hikayesi 02 Eylül 2024 06:38
- Üç yumruk: Şimşek, Alpay ve Şık 19 Ağustos 2024 04:50
- Vergi değil soygun düzeni 05 Ağustos 2024 04:25
- Çok çalışıyoruz 21 Temmuz 2024 04:18
- Özgür Demirtaş ve asgari ücret 10 Haziran 2024 04:48
- Proleterlerin Gündüzü 27 Mayıs 2024 04:50
- Merkez Bankası, yoksulluk ve yağmur: Bir regresyon analizi 13 Mayıs 2024 05:40
- Marjinalleştirme hatası: Kim yoksul, kim işçi? 29 Nisan 2024 04:55
- Alternatif program: Sermaye düşmanlığı 15 Nisan 2024 06:25
- 31 Mart seçimleri: Çözülme mi, kısmi yenilgi mi, zafer mi? 02 Nisan 2024 02:45