26 Haziran 2024 04:48

Hep aynı kandırmaca

Deştindeki maden alanı

Fotoğraf: Deştin halkı

Paylaş

Köyümüzde iki Hüseyin amcamız vardı. Birisi köyde muhtarlık yapmış, diğeri İstanbul’da taş ocakları da dahil balyoz sallamış gurbetçi. Gurbetçi Hüseyin birkaç yıl gurbet ellerde çalıştıktan sonra hiçbir birikimi olmadan bağına bahçesine vermiş kendisini. Muhtar Hüseyin bu durumu gözlemleyip, iş zamanı gurbete gitmeyen Hüseyin’e sorar.

- Neden çalışmaya gitmedin de köyde kaldın, paraya ihtiyacın yok mu?

Kendi bağında yaptığının garanti olduğunu düşünen gurbetçi Hüseyin

- Neden gideceğim, her gittiğimde elim boş geliyorum, der.

Muhtar Hüseyin

- Paranı mı vermiyorlar? Az mı veriyorlar?

- Veriyorlar. Ama her seferinde birileri beni kandırıp paramı alıyor.

- Yahu nasıl kandırıyorlar? İnsan bir kanar, iki kanar, üç dört kandırılır mı?

- Hep aynı kandırmıyorlar ki; her seferinde farklı kandırıyorlar.

Bizim gurbetçi Hüseyin amca İstanbul’da çalışıp parasıyla memlekete gelecekken, birileri bir şeyler uydurup her seferinde farklı yöntemle Hüseyin amcamızın parasını alıyormuş. O farkına varıyor ki; iyilik düşüncesinden dolayı yine kandırılacak. En iyisi, hiç kanmayacağı kendi toprağında kazma sallamayı seçer.

Türkiye; köylü hareketini toplumsallaşmış olarak, Ovacık-Bergama-İzmir altın işletmesinin devreye alınmasına karşı verilen mücadelede 1990’lı yıllarda gördü. Öyle bir mücadeleydi ki; siyasal, ekonomik ve hukuki süreçlerin tamamını gündem yapan ve bunu eylemlerle zenginleştiren bir hareket oldu. O mücadele yapılmasaydı bugün yaşadığımız ekolojik yıkım çok daha katlanarak gerçekleşmiş olacaktı. Yapılan mücadele ile toplumsal desteği arkasına alan hareket, Türkiye’ye örnek olmaya başlamış, dünyada gündem olmuştu. Sermaye kendisi için tehlike olmaya başlayan hareketlenmeye karşı kirli oyunlarına başladı. Devlet içi yuvalanmış bürokratik yapı, siyasal iktidar ortaklığı, saygınlık içeren akademik ünvanlar kullanılarak oluşturulan iş birlikçi ittifak ile basın yayın her türlü araç devreye sokuldu. Bu kirli oyunun benzeri bugün Deştin-Yatağan ve Bayır-Menteşe-Muğla’da oynanıyor. Hiç yabancı değil.

Ne oldu ’90’lı yıllarda? Özetleyerek Muğla’da yazılan sahte senaryoya gelelim.

Ovacık-Bergama-İzmir’de altın keşfi köylülere müjde olarak duyuruldu. Buna sevinen köylüler oldu. Topraklarında altından değerli zeytin, pamuk, tütün, ayçiçeği her türlü sebze meyve varken bir de altın çıkmıştı. Ancak kısa zamanda durumun öyle olmadığını gördüler. Şirket topraklarını satmayan köylülere karşı davalar açarak toprakları gasbetmeye çalıştı. Böylece ilk operasyonları ortaya çıkmıştı. Köylüler karşılarındaki gerçekliği anlayınca mücadeleye başladı. 1994’te ilk çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporuna karşı dava açarak yasal süreci başlattılar. Aynı anda da eyleme geçtiler. Sesleri dünyada yankılandı. Mücadelede başta kadınlar her kesime örnek olmaya başladılar. Sürecin bu kısmı bilinir. Ancak bir de diğer kısmı var.

Mücadeleyi her alanda yürüten köylüler sonunda yargı sürecini kazandılar.  13 Mayıs 1997’de Danıştay, “Burada kamu yararı olmadığı” gerekçeli kararla yurttaşların haklılığını onayladı. 

Ancak sermaye vazgeçer mi? Elbette geçmedi. Hemen bürokrasi ve akademi devreye sokuldu. Herkesçe bilinen saygınlığı öne çıkan TÜBİTAK araç edildi. TÜBİTAK-YDABÇAG raporu diye uydurma belge hazırlandı. Aynı raporu eleştiren bilim insanları devre dışı bırakılıp üzerine cezalandırıldılar. Bu konuyu 27 Mayıs tarihli yazımda belirtmiştim.

Köylüler davayı kazanmış, ama yargı kararı uygulanmıyor, işletmenin yıkılıp kaldırılması yerine kaçak çalışmalara destek olunuyordu. Bütün devlet kuvvetleri bir anda şirketin korucusu olmuş, acil bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorlardı. Köylülerse yargı kararının uygulanması için eylemlerini farklı kentlere taşıdı.

Ancak hükümet kendi köylüsüne karşı “Yargı kararının uygulanmaması gerektiği” yönünde gizli “prensip kararı” aldı. Yargı devre dışı bırakıldı. Peki devreye neler girdi?

Mücadele eden kesimler ‘ajan’ olmakla suçlandı. Hem de Alman ajanı. Toplum birden şaşkına döndü. Hemen basın yayın organları devreye sokuldu. Kitaplar çıkarıldı. Televizyonlarda programlar yapıldı. Yalanlar havada uçuşuyordu. Oysa gerçek şuydu: Ovacık-Bergama-İzmir altın işletmesi için kurulan şirketin ilk ortakları arasında Alman şirketleri vardı. Hem de siyanür tekeli olan şirketler. Hiç siyanür üreticisi şirket, siyanür kullanılacak projeye karşı çıkar mı?

Sonrasında yargıda alınan hiçbir karar uygulanmadı. Eğer uygulansaydı yıkımlar engellenecekti. Bakırçay Havzası’nda olan Ovacık altın işletmesinden dolayı bugüne kadar büyük yıkımlar yaşandı.  Diğer bölgelerde de yıkım yaşanıyor. Bunlardan birisi daha önce kurulmuş Gümüşköy-Kütahya gümüş işletmesinin yol açtığı sorunlardır.

1987’de devreye alınan ve siyanür yöntemiyle çalışan Dulkadirli Etibank Gümüşköy Gümüş Tesislerinin yol açtığı çevresel etkiler nedeniyle birçok insanımız yaşamını yitirmiş, birçok insan da hastalanmıştır. Köy artık yok sayılır.

Bergama halkının mücadelesi sürerken, dönemin milletvekilleri tarafından TBMM’ye verilen Bergama’da siyanürlü altın madeni konusunda halk oylaması yapılması teklifine (1997) karşı, İzmir Milletvekili ve Metalürji Mühendisi Işın Çelebi’nin Meclis tutanaklarına yansıyan sözleri şöyledir:

“Kütahya’da 1987 yılında kurulan bir tesiste, ETİBANK yıllarca siyanürle altın ve gümüş aradı. Ancak burada ciddi rahatsızlıklar görülmeye başlayınca, Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından bir araştırma yaptırılıyor. Mide ve akciğer kanserlerinin büyük ölçüde siyanür yüzünden arttığı saptanıyor. İnsanların derileri dökülmüş. Ancak bu gizli bir araştırma. Ben bunu ETİBANK’tan aldım.

Bunların paraları çok, karşı çıkanlar aleyhine televizyonda haber yaptıracak kadar çok, raporlar hazırlatacak kadar çok.”

Gelelim Deştin-Menteşe-Muğla Çimento İşletmesine. Ekilebilir topraklarda, Deştin Çayı’nın beslenme havzasında kurulmak istenen çimento fabrikası ve madencilik faaliyetleri uzun süren eylemliliklerin ardından geçen yıl yargı kararıyla iptal edilmiştir. Bu zamana kadar yürütülen eylemliliklerde, bağını bahçesini, geleceğini korumaya çalışan bir halk vardı. Özellikle kadınlar bu mücadeleyi gece karanlığında, yağmur altında yedikleri dayağa rağmen bırakmadılar.  

Geleceğini satmayan bir halkı yenemeyenler şimdi yeniden devrede. Birlikte mücadele edenler içerisinden bir kısım insanı başkaları tarafından satın alındığını öne sürerek parçalamak istiyorlar. Köylünün kandırıldığını öne sürüyorlar. Tıpkı Bergama mücadelesinin ‘Alman ajanlığı’ ile suçlanması gibi. Oysa ‘satılmış’ olanın bu oyuna soyunanlar olduğunu Deştin halkı çok iyi biliyor. İçlerinden çekilip karalanmaya çalışılan mücadele arkadaşlarını yedirmeyecektir. 

Gurbetçi Hüseyin amca uyandı! Paranız çok olsa da, kirli yayınlar yapsanız da, halk sizi tanıyor.

“Zengin altın yatakları üzerinde fakir bekçiler” ilan edilmiştik. Eğer var olduğu iddia edilen “Altınları çıkarır ekonomiye katarsak bütün dış borçlardan kurtulacağız” yalanı bugün ortadadır. O tarihte dediklerimiz gerçekleşti. Madenciler için coğrafyamız peşkeş çekildikçe ekolojik yıkım arttı. Borçlar arttı.

Bu durum çimento üretiminde de aynıdır. Elektrik ve diğer yakıtlar ile yoğun enerji kullanan çimento üretiminde dünyada beşinci, Avrupa sırlamasında birinciyiz.  Yoğun enerji kullanımı ve doğa tahribatı açısından bize görev olarak yıkılan çimento üretimi üzerimizde ağır bir yüktür. Bu tür işetmeler ile birileri büyür ama biz “kalkınmayız”!

Deştin Çayı özgür akacak!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa