28 Haziran 2024 04:48

Bu düzenin sahipleri kimler?

Fotoğraf: cleanpng

Paylaş

Özellikle kriz zamanlarında ülkeyi yönetenlerden sıklıkta şu tür sözler duyarız: ‘Aynı gemideyiz, batarsak hep birlikte batarız, birlik beraberlik içinde olmalıyız, devletin ve ülkenin bekası için bu fedakarlıklara katlanmak zorundayız, olup biten olumsuz şeyler yabancıların kurdukları komplolardan kaynaklanmaktadır, her tarafımız düşmanlarla çevrili, şimdi içte tartışma, birbirimize düşme zamanı değil, muhalefet bizi dışarıya şikayet ediyor vb. vb.’ Bu sözler durumun özelliklerine göre çok farklı ve çeşitli biçimlere bürünebilir, “günün ihtiyaçlarına” cevap verecek ambalajlara sarılabilir.

Ülke şu dönemde geçmiş ekonomik krizin ve keyfi uygulamaların faturasının ödendiği bir dönemden geçiyor. Peki ülkeyi yönetenler bu krizin “yüklerinin paylaşılması” konusunda yukarıda örneklerini verdiğimiz sözlerine uygun mu davranıyorlar? Son günlerde ortaya çıkan gerçekler ülkeyi yönetenlerin aynı gemi hikayelerinin bir safsata olduğunu açıkça kanıtlayacak veriler içeriyor. Şu günlerde İstanbul Sanayi Odasının İSO 500 incelemesi yayımlandı. Buna göre en büyük 500 şirketin faaliyet kârı 937 milyar TL olmuş. Bu şirketler işçi başına aylık ortalama 93 bin TL kâr elde etmiş. Bu şirketlerde çalışan işçilerin aylık ücretleri ise ortalama 28 bin TL olmuş. Yani her ay bir işçinin sırtından net 65 bin TL’yi kasalarına koymuşlar. İşçinin sandalı batmış, patronların yatları yol almış. Buna rağmen bu aşırı kârların değil de sefalet ücretlerinin enflasyonu yükselttiği masalını duymaya devam ediyoruz.

Ama hikaye bundan ibaret değil: şu sıralar “Vergiyi tabana yaymak” masalıyla yeni bir vergi paketi hazırlanıyor. Ama bu arada devlet boş durmamış ve 2023’te şirketlerin 657 milyar TL kurumlar vergisini bir kalemde silivermiş! Dahası var: Kapitalistlerimiz “akıllı” ve avantacıdır, kamudan ballı ihaleler alan 44 firmadan 37’si zarar göstererek hiç kurumlar vergisi ödememiş, 7 firma ise lütfetmiş 2.5 milyar TL vergi ödemiş! Devlet 2024’te alması gereken vergilerin 2.2 trilyonundan vazgeçmiş, bunu 1.8 trilyonu ise kolayca tahmin edileceği gibi büyük patronların ödemesi gereken vergiler. Ülkenin topladığı vergilerin yüzde 90’ını işçi ve emekçilerin ödediği gerçeğini hatırlarsak bu düzenin kime çalıştığı konusunda zaten net bir fikre sahip oluruz.

Yukarıda 500 büyük şirketten -kapitalist tekeller- bahsettik. Bu şirketlerin varlıklarının artış oranı yüzde 242 ve bir önceki dönemde 1.4 trilyon olan varlıkları 4.7 trilyona ulaşmış. Son yıllarda “varlıkları” artan tek bir işçi ve emekçi var mı? Asgari ücret 17 bin TL ile açlık sınırının altında, ortalama ücret ise 65 bine dayanan yoksulluk sınırının yarısına bile ulaşamıyor. Emekliler ise tam anlamıyla sefalet aylığı alıyorlar. Ama fakirden alıp, zengine akıtmanın mekanizmasını çok iyi kurmuş olan iktidar; kuryelerin, garsonların bahşişlerinden vergi alarak “ekonomiyi düze çıkarmanın” yolunu bulmuş olduğunun müjdesini veriyor! Eskiler, vergiyi tabana yaymak meseleleri tartışıldığında “Kümesteki kazları yolma” örneği verirlerdi. İşçi ve emekçiler bu düzenin sahipleri tarafından yolunacak kaz olarak görülmeye devam ediyorlar. Sömürüyü ortadan kaldırmasa da az kazanandan az, çok kazanandan çok, yoksulluk sınırının altında yaşayanlardan ise hiç vergi alınmaması gerektiği gibi bir ilke ve yaklaşım, ülkeyi “din ve milliyetçilik” nutukları ile yönetenlerin vicdanında ve aklında yer almıyor.

Buraya aktardığımız veriler gerçeklere dayanıyor. Bu gerçeklerden yola çıkarak başlıktaki soruya, ‘Bu düzenin sahipleri büyük kapitalistlerdir, iktidar da onların çıkarlarını savunan bir komitedir’ dersek yanlış bir şey mi söylemiş oluruz? Evet kapitalistlerin emrindeki her iktidar AKP-MHP iktidarı kadar vahşi bir soygun düzeni kurmayabilir. Ama bu sistemin özünü hiç değiştirmez. Sadece yukarıda az sayıda örnekle durumları özetlenen üst ve alt sınıflara ait rakamlar arasındaki fark biraz daralır. Sömürü ve soygun böylece sosyal reformistlerin arzuladığı gibi “daha adil” bir duruma gelebilir. Ülkeyi yönetenler bu tablonun sadece zorbalık ve baskı ile sürdürülemeyeceğinin farkındadır. Bu nedenle “yumuşama, normalleşme” oyunları sahnelenmektedir. Bu sahnenin yıkılması gerekiyor. İşçi ve emekçi sınıfların içinde biriken potansiyelin ve öfkenin akacağı bir yol mutlaka bulunacaktır. Eğer mücadeleyi örgütleme konusunda sorumluluğu olanlar görevlerini hakkıyla yerine getirebilirlerse, düzenin sahipleri sömürü, soygun ve baskılarının hesabını vermek zorunda kalacaklardır. Onlar bu düzenin sahipleri olabilirler ama ülkenin sahipleri işçi ve emekçi halktır. Bu gerçeğin hatırlatılacağı günler uzak değildir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa