28 Haziran 2024 05:00

IŞİD katliamlarının arkasında hangi güçler bulunuyor?

10 ekim anması

Fotoğraf: Evrensel 

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde Rusya’ya bağlı Dağıstan Cumhuriyeti’nde kilise, sinagog ve polis kontrol noktasını hedef alan saldırılarda 20 kişi hayatını kaybetmişti. Nüfusunun çoğu Müslüman olan ve radikal İslamcı güçlerin etkin olduğu bölgeler arasında bulunan Dağıstan’daki bu saldırıyı resmi olarak hiçbir örgüt üstlenmese de IŞİD-Horasan adı öne çıkıyor. IŞİD’in Afganistan, Pakistan ve Orta Asya cumhuriyetlerinde örgütlü bulunan güçlerinin oluşturduğu IŞİD-Horasan geçtiğimiz mart ayında Moskova’da 137 kişinin yaşamını yitirdiği bir saldırı düzenlemişti. Aynı örgüt, ocak ayında da İran’ın Kirman kentinde Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani için düzenlenen anma törenini hedef alan kanlı bir saldırı daha gerçekleştirmişti.

Dağıstan’daki son saldırıdan sonra Hürriyet Gazetesi Yazarı Abdülkadir Selvi “DEAŞ, ABD’ye neden saldırmaz” başlıklı bir yazı yazdı. Selvi yazısında, Trump’ın “DEAŞ’ı Obama ve Hillary Clinton kurdurdu” sözlerine yer veriyor ve bu örgütün ABD’ye karşı olan ülkelere saldırması için kurulup korunduğu tespitini yapıyor. IŞİD Horasan örgütünün son saldırılarının da “Putin’e mesaj vermek için” düzenlendiğini söylüyor.

“Komünizm tehdidi”yle mücadele adı altında uygulamaya koyduğu ‘Yeşil Kuşak projesinden bugüne ABD’nin radikal ve “ılımlı” İslamcıları kendi emperyalist emelleri için kullanma konusunda sicilinin oldukça kabarık ve karanlık olduğuna şüphe yok. Ortadoğu’dan Orta Asya’ya ve Afrika’ya kadar radikal İslamcı örgütlenmelerin ortaya çıkmasının, kendilerine yaşam alanı bulmalarının ve kanlı eylemler gerçekleştirmelerinin arkasında ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin ve bölgesel iş birlikçilerinin müdahaleleri ve istihbarat örgütlerinin bu örgütleri kullanmaları gerçeği bulunuyor.

2020’de dönemin ABD Suriye özel temsilcisi olan James Jeffrey’in IŞİD’in Suriye kolu olarak kurulan el Nusra’nın devamcısı HTŞ için söyledikleri aslında ABD’nin politikasını da özetliyordu: “Bunlar doğrudan el Kaide’nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik.”

Özetle İdlib’deki HTŞ gibi radikal İslamcı terör örgütleri her türlü barbarlığa başvursalar da ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin ve iş birlikçilerinin politikalarına hizmet ettikleri sürece ‘tehdit’ olarak görülmezler!

Peki, acaba ne oldu da A. Selvi bugün bu gerçeği görmeye başladı?

Selvi’nin yazısının devamına bakıldığında bozuk saat gibi bir defa doğruyu söylemesinin arkasında başka bir amacının olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin “DEAŞ’ın en ağır saldırılarına maruz kalmış ve DEAŞ’la savaşmış bir ülke” olduğunu söyleyen Selvi, ABD’yi hedef gösterirken Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikası bağlamında IŞİD (DEAŞ) ve Nusra başta olmak üzere radikal İslamcı örgütlerle kurduğu ilişki ve iş birliğinin üstünü örtmeye, onu ‘aklamaya’ çalışıyor. Üstelik kendi iktidarını sürdürebilmek için ‘savaş ve kaos planı’nı devreye sokan ve bu plan kapsamında IŞİD katliamlarına alan açan Erdoğan iktidarını, IŞİD’in emek, barış ve demokrasi güçlerini hedef aldığı Diyarbakır, Suruç, Ankara gibi saldırıların ‘mağduru’ gibi göstermeye çalışmaktan da geri durmuyor.

Selvi, Kobanê IŞİD kuşatması altındayken Ş. Urfa’da adeta müjde verircesine “Kobanê düştü düşecek” diyen Erdoğan’ın IŞİD’in mağduru olduğuna ve ona karşı mücadele ettiğine inanmamızı istiyor. Üstelik Erdoğan’ın talimatıyla açılan Kobanê davasında sadece IŞİD’in Kobanê kuşatmasına karşı halka demokratik direniş çağrısı yaptıkları için daha geçen ay onlarca Kürt siyasetçiye yüzlerce yıl hapis cezasını verdiren bu iktidar değilmiş gibi davranıyor.

Mağdurların ve avukatların kamu görevlilerinin bu katliamdaki rolüne dair yüzlerce bilgi ve belge sundukları halde mahkemenin bu gerçeği görmezden gelerek karar vermeye çalıştığı Ankara Katliamı davasında karar verileceği bugünlerde Selvi’nin iktidarı IŞİD’in mağduru ve ona karşı mücadele eden bir güç gibi göstermeye çalışması sebepsiz olmasa gerek!

Ankara katliamından sonra ülkeyi kendileri yönetmiyormuş gibi “Oylarımızda bir yükseliş trendi var” diyenler bu katliamın mağduru değil, en hafifiyle suç ortakları olabilirler.

İktidarın IŞİD’e karşı ne zaman ve niçin harekete geçtiğini elbette Selvi gibiler de çok iyi biliyorlar. IŞİD’in sınırlarımızda “emirlik” kurmasını tehdit olarak görmek bir tarafa çocukların bile ellerini kollarını sallayarak IŞİD’e katılması için sınırları açık tutanlar ne zamanki IŞİD kendi politikaları için kullanışlı bir araç olmaktan çıktı o zaman harekete geçtiler.

Erdoğan iktidarı, Rojava’daki Kürt güçleri IŞİD’i yenilgiye uğratıp Kürt kantonlarını (Kobanê ve Afrin) birleştirmek için harekete geçtiklerinde IŞİD’in “terör örgütü” olduğunu hatırlayıp Fırat Kalkanı adlı operasyonu yaptı. Bu operasyonla iş birliği yapılan cihatçı gruplarla birlikte Cerablus ele geçirilmiş ve Kürt kantonlarının birleştirilmesinin önüne geçilmişti. Yani bu operasyon görünüşte IŞİD’e ama gerçekte Kürtlere karşı yapılmıştı -ki, bu operasyonu Suriye Kürtlerine karşı yapılan diğer operasyonlar takip etmişti.

Bugün Türk askerini İdlib’de IŞİD ile aynı gelenekten gelen HTŞ’ye kalkan yapmaya devam edenlerin, cihatçı çetelerle birlikte Suriye ve Libya’da operasyon ve işgal peşinde koşanların gerçekte IŞİD gibi bir sorunu yoktur.

1 Temmuz’da karar duruşması yapılacak Ankara davası, IŞİD’in arkasındaki güçlerin ortaya çıkartılması ve bu karanlık güçlerle gerçek anlamda bir hesaplaşma için büyük önem taşıyor. Bu davayı sahiplenmek ve gerçekler açığa çıkarılıncaya kadar mücadeleyi sürdürmek, sadece kaybettiklerimiz için adalet istemenin değil; bu ülkenin ve bölgenin seküler-demokratik geleceğini savunmanın da bir gereğidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa