1 Temmuz 2024

Siyaset sandığa sığar mı?

Bazen dilinize dolanan bir şarkı, size başka pek çok şey de söyleyebilir.

Mikail Aslan’dan da dinlediğimiz ancak Sami Yusuf’un, müthiş bir orkestra eşliğinde söylediği Nesimî’nin “Ben bu cihana sığmazam” gazeline ruhunu veren duruşun maliyeti, Nesimi’nin derisi yüzülerek katledilmesi olmuştu.

Bilmeyenler için o gazelden bazı bölümler şöyle:

“Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât/ Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam

(Hem inci kabuğu, hem de inciyim, yani hem dış hem iç. Mahşer meydanı ve Sırat. Bunca kumaş ve binek takımıyla ben bu dükkana sığmam.)”

“Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim/ Devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam (Ok benim, yay benim, yaşlı benim, genç benim, sonsuz devlet benim, mekana ve zamana sığmam.)”

Sıradan bir ozan olmayı aşan ve hakim din anlayışına karşı sorgulayıcı tutumuyla, birçok yorumcunun ‘İslam’ın solunda’ saydığı Seyyid Nesimî (d. 1369- ö. 1417) yarattığı etki nedeniyle düzenin nizamına sığmamıştı. 1973 yılında Sovyet dönemi posta pulunda Nesimî’yi görmüş olmamızın nedeni de budur.

Kuşkusuz diyalektik materyalizmle dünyayı sınıflar mücadelesinin sonuçları ve etkileri üzerinden okumak, Nesimi’nin sınırlarının çok ötesini gösterir.

Yavaş yavaş asıl meselemize doğru ilerleyelim.

Son 15 yıldır, seçimlerin bir siyasal sistemi demokratik kılmaya yetmediğini gösteren gelişmeleri tanımlamak üzere, “seçimli otoriterlik”, “hegemonik otoriter”, “hibrit rejim” gibi çeşitli tanımlamalar, küresel ölçekte kullanıldı, kullanılıyor. Bu tanımlamaları kitap isimleri olarak da gördük.

Türkiye de, AKP iktidarının ‘tek adam’ rejimine yönelmesinden sonra bu bağlamlar içinde sıkça tanımlanıyor. Bu tanımların her birini, yeterli bir tarif içerip içermedikleriyle de tartışabiliriz ama meramımız onun ötesinde.

Sonuç olarak, parlamentoya dayalı bir seçim ve sandık esası üzerine kurulu demokrasilerde, rejimin baskı karakteri koyulaştıkça parlamento ve sandık da ötelenerek göstermelik hale getiriliyor. Pek çok ülkede farklı karakterleriyle bunun örnekleri yaşandı, yaşanıyor. Türkiye’yi gri listeye sokmuş olan iktidarın bugün o listeden çıkarılmış olmayı bize zafer gibi sunma manipülasyonu bu temel gerçeği örtemez.

Peki, bu tablo içinde seçimlerin göreceli olarak nefes alıcı sonuçlar vermesinin ne gibi etkileri olabilir?

Bunun bir etkisi, kuşkusuz, geniş kitleler açısından sömürü ve baskının derinleştiği verili rejimden çıkmayı başarabilme duygusunu yeşertebilmesidir. Türkiye’de son yerel seçimlerden sonra böylesi bir etkiyi görüyoruz.

Ancak acaba bunun bir etkisi de, siyasetin sandık dışı mekanizmalarına ilgiyi şu ya da bu kadar zayıflatma tehlikesi olabilir mi?

Geride bıraktığımız hafta gerçekleşen iki eyleme bu açıdan bir bakalım.

İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformunun çağrısıyla 26 Haziran akşamı Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda, “temmuzda ücretlere zam” ve “vergide adalet” talepleriyle gerçekleşen kitlesel basın açıklaması (Önceden miting diye duyurulsa da, böyle demek daha doğru) ile İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri bileşenleri tarafından 29 Haziran akşamı Kartal Meydanı’nda Hakkâri’de kayyum atanmasına karşı gerçekleştirilen miting.

Öncelikle her ikisinin de kıymetini teslim edelim. Biri Şimşek programıyla, işçi ve emekçileri limon gibi sıkan iktidara karşı bir tutum, diğeri de yine iktidarın hiçbir hukuki temelle açıklanamayacak olan üçüncü kayyum uygulamasına karşı mücadeleyi temel alıyordu.

Gerçekleştirilmiş olmalarının hakkını teslim etmekle birlikte, şu soruyu sormadan ilerleyemeyiz: Her iki eylem için çağrı yapan ve o eylemleri örgütleyenlerin temsil ve etki düzeylerinin sınırları bu mudur? Elbette ki değil.

Kartal’dan Hakkâri’ye dayanışma mesajı gönderilen mitingi düzenleyen parti ve kurumların o alanı tamamen doldurabileceklerini biliyoruz.

O zaman sorun nerede?

Kısa bir süre öncesine kadar özellikle CHP yönetiminin sokağa çıkmayı provokasyona açık olmak biçiminde tanımlayan yaklaşımını sıkça tartışıyorduk. Son yerel seçimlerden sonra ise, çeşitli taleplerle sokağa çıkılsa da, sanki “Sandıkta bu işi hallediyoruz” gibi bir duyguyla, siyasetin sandık dışındaki mücadele biçimlerine karşı bir isteksizlik ve atalet hali mi var?

Yasal olarak izin alınmış ve miting alanı olarak tanımlanmış bir alanı daha kitlesel biçimde doldurmamanın nedenini herhalde sadece baskı politikasının sonuçlarıyla açıklayamayız.

Türkiye ve dünya tarihi, sayısız örneğiyle bize, “Parlamento ve seçimler önemlidir ancak siyaset, muhalefet sandığa sığmaz” diyor. Sığarsa orada parlamentonun öneminden ziyade siyaseti düzenin sınırları içine hapseden parlamentarizm tehlikesinden bahsetmeye başlarız.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et