‘Canın sıkkın senin bugün Kelleci...’
Fotoğraf: DHA
Türkiye’deki siyaseti ve söylemini iki Mehmet belirliyor. Biri Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, diğeri Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum. İkisinin bakış açısı, geldiği gelenek birbirinden farklı görünse de Erdoğan’ın ve kurduğu ittifakın konforunu sağlayan onlar, üstelik ikisi de halka başka bir Mehmet modeli dayatıyor, Kemal Tahir’in fakirlikten köydeki biçilmiş tarlalardan kalanları toplayarak karnını doyurmaya çalışan, umutsuzlukla suça sürüklenen Kelleci Mehmet’ini.
Hafta başı Mehmet Şimşek Habertürk, Bloomberg HT ortak yayınında Türkiye’de asgari ücretin düşük olmadığını savundu ve Endonezya, Filipinler, Tayland, Brezilya, Meksika, Şili, Kolombiya, Bulgaristan, Hırvatistan, Romanya, Macaristan örneklerini verdi. Asgari ücretin dolar karşılığı gibi tek bir veri üzerinden karşılaştırmanın manipülatif olduğunu Şimşek bilmiyor mu, biliyor elbet. Hani alım gücü oranı? Ya da Çiğdem Toker’in belirttiği gibi hani yolsuzlukla gelir eşitsizliği arasında görünen bağlantı? Saydığı ülkelerin tamamı sık sık toplumsal patlamaların eşiğine gelen, darbe/darbe girişimleriyle, İliç’te yaşanana benzer felaketlerle gündeme gelen ülkeler. Avrupa değil mi? Orda da sayılan ülkeler Avrupa’ya en fazla göç verenler. Gençler ülkelerinde kalmak istemiyor, aldıkları eğitimleri yok sayarak Almanya’da, İtalya’da en güvencesiz işlerde tutunmaya çalışıyorlar. Şimşek gidip bu durumu görmenize de karşı, imkânınız varsa hangi hizmetin karşılığı olduğu bilinmeyen yurt dışı harcına zam yapmak haklı bir gerekçe onun için. Salı günkü hükümet gazetelerinin ilk sayfalarında Şimşek’in asgari ücrete dair sözlerine değinen yok. Hürriyet yurt dışı harcını başlığa almış küçücük haberinde. Diğer tarafta itiraz edenler “kolaysa sen gel 17 bin iki lirayla geçin” dediler. Niye geçinsin? Twitter’da zaman zaman yükselen boş tartışmaların aksine esas sınıfsal olan bu. Şimşek iktidar yanlısı şirketlere tanınan vergi ayrıcalıklarını, ödeme garantisi verilen otoyol, köprü, şehir hastanelerini konuşmuyor, karşısındaki (daha önce iyi haberlerine tanık olduğumuz) Fevzi Çakır ise kafa sallayarak onaylamaktan soru soramıyor. Sanmıyorum ki Çakır, Şimşek’in “bugüne dek ne çalışanlarımızı ne emeklilerimizi enflasyona ezdirdik” sözüne katılıyor olsun.
Şimşek’le sık sık karşılaştırılan Kemal Derviş bile Washington’dan “kurtarıcı” olarak geldiğinde "biz de üzülüyoruz, ne yapalım; bütün bunları isteyerek yapmıyoruz ki" diyordu. Şimşek öyle değil, yoksulluğu, yoksulları küçümsüyor, buraya gelişini adeta bir fedakârlık gibi sunuyor. Peki o zaman bu nasıl bir sosyal patlamaya sebep olmuyor? Biraz da medya sayesinde. Medya 2000’lerin başına kıyasla çok daha kuşatılmış vaziyette. Bunun yanı sıra yaşanan patlamayı manipüle edecek başka aktörler devreye giriyor. Bunların başında da Mehmet Uçum var. İletişim Başkanlığı’nın, onun kontrolünden geçen manşetlerin, hesapların artık bir önemi kalmadı. Uçum onun yerine hukuksuzluğu meşrulaştırıyor. Yani sokağa çıkarsanız, hakkınızı ararsanız, itiraz ederseniz “yerli ve milli” değilsiniz ve ‘devletin gücü ensenizde olur, sizi mahkemeler de kurtaramaz, bakın Can Atalay’ı, Gezi tutuklularını kimse kurtarabiliyor mu?’ diyor.
Toplumun patlama noktası geldiğinde kontrollü boşalmalara ihtiyaç var. Pazar gecesi Kayseri’de başlayan, başka yerlere sıçrayan Suriyeli göçmenlere (buradaki terminoloji tartışması ayrı bir yazı konusu olacak) yönelik saldırılara bir de böyle bakın. İktidara yönelemeyen öfke en güçsüzden çıkıyor. Suriyeliler Kayseri’ye dün gelmedi, göç ve yarattığı ekonomik sosyal dönüşüm insanları korkutuyor. “Irkçı” deyip geçmek en kolayı ancak Hazar Dost’un da anlattığı üzere olayların çıktığı yer bir işçi mahallesi, her gün yüz yüze bakan, aynı fabrikada çalışanların bir anda lince yönelmesi “çocuk tacizi” iddialarının çok ötesine bakmayı gerektiriyor; üstelik daha bir hafta önce, yine Kayseri’de, bir babanın kızını istismarı ana akım medyada boy boy haber olmuşken. Nitekim, Suriyelilerin evlerinin yakılmasını önleyemeyen devlet ertesi günü linç girişimine katılan 468’i göçmen kaçakçılığı, yaralama, uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel taciz, dolandırıcılık, parada sahtecilik, tehdit, hakaret, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarından sabıkalı, biri bu insanları kamyonetle oraya taşıyan dahil 855 kişiyi gözaltına alıveriyor. Olaylar tam sakinleşmiş, tartışma sosyal medyada kim hain, kim vatansever suçlamasına dönmüşken (ki burada Suriye’nin kuzeyinde patlak veren bayrak yakma hadiselerini gündemden düşürmek gerekliliği de hasıl oluyor) Merih Demiral’ın Avusturya maçında gol sonrası yaptığı, ülkücü selamı olarak bilinen el işaretine dair tartışması başlıyor. Van seçimlerinin gasp edilme girişimlerine itiraz eden AKP’lileri “Tutumları kaydediliyor” diyerek tehdit eden Uçum, bu sefer ülkücü selamını sahiplenmeyenleri “sömürge aydını” olmakla, “mankurtlukla” itham ediyor. Uçum’un sözlerini aynısıyla iade etseniz yargılanırsınız ama düzen onun kurduğu düzen, medya bunu tartışmak yerine bozkurt işaretinin ‘mitolojik’ kökenlerinin peşine düşüyor.
Kelleci Mehmet, Kemal Tahir’in romanlarında kendisiyle özdeşleşen Gazeteci Murat’a şöyle der: “Etem Efendi Ağam, milleti başına topladı da, öğütledi: ‘Aman haa,’ dedi, ‘Aşağı odaya bir herif gelecek. Beri benzer mahpuslardan bellemeyin! Kendisi gazeteci,’ dedi, ‘Her duyduğunu gazeteye yazar ki pire zıplasa yazar, hem de pireyi deve yapar da yazar,’ dedi. ‘Aman arkadaşlar göreyim sizi, ek yerimizi belli etmeyelim! Birbirimizin hep iyi yanını söyleyelim ki Çankırı'mızın adı İstanbul'un gazetesine iyi geçsin...’ dedi”. Bize, yönlendirilmiş kitlelerin öfkesine bezin dökenler, ırkçılığı, nefreti besleyenler, Twitter’daki anonim hesapları tarihçi sananlar, tarih bilgisi dalga konusu olmuşlardan görüş alanlar değil Gazeteci Muratlar lazım, azlar ama varlar.
Kemal Tahir her ne kadar döneminde çok tartışılsa da bu halkı, olduğu haliyle, “yanlış seviyorsun” diyenlere inat sevdi. O Cinci Nezirlerin iktidarını çok erken görmüştü, bugün daha çok okunmalı. Başlık Kelleci Mehmet’in girişinden, devamı şöyle:
- Canın sıkkın senin bugün Kelleci...
- Sıkkın Hatip Emmi, sıkkın biraz...
- Sevin köpoğlusu!'… Mahpus damında canın sıkkını gevşeğinden iyidir, hoplayıp çıkmaz!
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50