YouTube spor kanalları nasıl ana akım oldu?
Fotoğraf: Freepik
Televizyondaki futbol programları berbat. Birkaç istisna hariç ne dediği belli olmayan, iktidar ve/veya sermaye dostu eski futbolcu, teknik direktör, hakem ve yorumcular her yanı kaplamış durumda. Neyse ki YouTube var da birkaç istisna hariç ne dediği belli olmayan, iktidar ve/veya sermaye dostu eski futbolcu, teknik direktör, hakem ve yorumcuları izleyebiliyoruz. Peki neden böyle oldu?
SİZ YOKSUNUZ DİYE GELMİŞTİM
İnternet ve sosyal medya özgürlük getirecek, kurumsal sınırların ötesindeki taze sesleri duymamızı sağlayacaktı. Sağladı da. Hem kuru bilgi, anekdot, icabında malumatfuruşluk hem de oyuna dair fikir ve taktikler açısından epey yol kat ettik. Ama “YouTube’dayız, istediğini söyleyebilirsin” argümanı eskisi kadar kuvvetli değil. Özgün fikir frekansı da günden güne azalıyor.
Türkiye özelindeki sebeplerden biri, tam da YouTube’un popülerleşmeye başladığı günlerde geleneksel basının büyük ölçüde iktidarın oyuncağı haline gelip “ana akım” medyanın ortadan kalkması oldu.
Neyi ne kadar büktüğünü iyi kötü bildiğiniz ana akım bütün bayağılığıyla en azından ne olmamanız gerektiği konusunda kerteriz işlevi görüyor, üstelik vasatı içinde saklamakla epey işe yarıyordu. Ana akımın yandaş söylemden başkasına yer vermeyen bir mecra haline gelmesiyle baraj kapakları açıldı. Geçmişin sıradan isimleri sindirme kabiliyetine ve getiri durumuna göre bir süre idare etse de en küçük gerçeklere bile tahammülün kalmaması sonucu “havuz medyasında” yüzemez olunca YouTube’a iltica ettiler.
Halbuki futbol kadar popüler bir alanın ana akıma ihtiyacı vardı ve havuz medyasının çıkış amacı da oraya yerleşmekti. Gelgelelim yandaş kanallar, Johan Cruyff’un adını bilmeyen spor müdürleri ve seyircisiz oynanan maça gelmeyen taraftarı eleştiren yorumcularıyla bunu bile beceremeyecek kadar vasıfsız olduğundan, yeni ana akım rolü YouTube’a kaldı.
BANA SPONSORUNU SÖYLE, ÇOK BİR ŞEY SÖYLEMEYEYİM
Kamuoyunun tanıdığı isimlerle birlikte sermaye de YouTube’a giriş yapınca kültürün ve popüler kültürün her alanındaki o tatsız dönüşüm ve evcilleşme yaşandı: Önceleri bir iş yapıyordunuz ve yeterince dikkat çekerse para getiriyordu. Sonra para getirsin diye iş yapılmaya başlandı.
Reklam ve sponsor sağanağı sayesinde imkanlar artmıştı artmasına ama ses ve görüntü düzeldikçe seviye düşüyordu. Bir yıl önce dev bir alışveriş firmasında çalışan işçilerin hak mücadelesinden bahseden bir kanal, o haksızlığı yapan şirketten sponsorluk alınca dilsizleşti. Televizyon reklamlarından YouTube’a kaçan izleyici, sponsorun yolladığı yemekleri yemek, taktik planı sponsorun tableti üzerinde çizmek, birbirine anlamsız şeyleri övmek zorunda kalan yeni nesil yorumculara tutuldu. Reklam verenlerin keyfine diyecek yoktu çünkü reklam çekmeye bile gerek kalmıyordu. İstediklerine istediklerini doğrudan söyletiyorlardı.
Üstelik ana akım olmak herkese hitap etmek demekti ve Türkiye’de bir türlü anlaşılamayan bir gerçeği içeriyordu: Herkesin içinde “herkes” vardı. Yani herkese hitap edecekseniz kimseyi fazla incitmemek şarttı. Popülizm aguşunu açmış bekliyordu.
Kitle büyüdükçe imalatın kesilmemesi de farz oldu. Dijital ticaretin stok teamülleri gereği, dükkana ne kadar mal yığarsanız o kadar çok müşteri çekiyordunuz.
KONUŞMAK, KONUŞMAK, KONUŞMAK
Halbuki Türkiye’de bırakın futbolu, herhangi bir kültür veya düşünce alanında her gün bir saat kamuoyunun önünde konuşup saçmalamayacak birini bulmak zor. Ülkedeki nitelik eksikliği, sermayenin tahakkümü kadar aleni ve tatsız.
Sonuçta güldüren değil gülünç duruma düşen komedyenler peyda oldu. Kimisi sözü bittiği için sürekli tekrarda. Kimisi araya iliştirdiği küçük komplo teorileriyle kitleyi diri tutuyor. Bazıları, “Ben olsam var ya, üff!” deyip kendi zamanında yaşananları unutturma ve mümkünse yeni iş bulma derdinde. Bazılarıysa sahte öfke nöbetleriyle televizyondan aşina olduğumuz performatif yorumculuğa yeni çeşniler katıyor. İşin kötüsü, YouTube’un da katkı verdiği kısa süreli aydınlanma sayesinde ne kadar boş konuştuklarını yeni nesil de gördüğü için daha da komik hale geliyorlar.
Basılı medyanın zayıflığı da etken. Geçmişte televizyonda konuşanlar zaman zaman gölge yazarlar kullansa bile fikirlerini gazete ve dergilerde iyi kötü kağıda döküyordu. Konuşmak, her ne kadar izlemesi cazip olsa da düşünceyi derinleştirmede yazının yanına yaklaşamıyor.
FUTBOLUN İZİNDEN GİTMEK DOĞRU DEĞİL
YouTube yayıncılığı bize çok şey gösterdi. Birincisi, söyleyecek makul bir sözünüz yoksa, çıktığınız platform zihninize sihirli cümleler yerleştirivermiyor. “Ortam/mecra, mesajın ta kendisidir” düsturu çok da geçerli değil.
İkincisi, kulüpleri olduğu gibi YouTube kanallarını da giderek sosyal medyadaki kalabalık yönetiyor. Grilerin olmadığı bir ülkede düşünmek suç, fikir bildirmek imkansız. Bitaraf olanın bertaraf olacağı görüşünü herkes aynı tutkuyla seviyor.
Üçüncüsü, hakikat sonrası çağın getirdiği abartılı görelilik sonucu her gerçek, popülizm tarafından boğuluyor. UEFA’yı eleştireyim derken politik tesviye rüzgarına kapılıp, onca katliamın ve cezasızlığın simgesi haline gelmiş bir işareti mazur, icabında makbul gösterebiliyorsunuz.
Sanırım YouTube kanalları da futbolun geçtiği, daha doğrusu geçemediği yoldan geçiyor.
Oyun 50 yıl önce, futbolcular bugünkünden yüz kat az kazanırken de popülerdi. Ama neoliberal kapitalizmin sürekli büyüme iştahı sonucu bugün önümüze oturmuş koca kafalı bahis şirketleri, siyasetçiler, oligarklar ve petro-dolarların arasından sahayı zar zor görebiliyoruz. YouTube kanalları da aynı kâr iştahı ve mikrofonu eline alma tutkusuyla araçsallaşıyor. Üstelik futbolda olduğu gibi burada da tepkiler patronlara ve onların kuklası şöhretlere değil gerçek çalışanlara yöneliyor.
Futbolu anlamanın ve sevmenin bin yolu var. YouTube yayınlarının başlangıçtaki değeri buradan geliyordu. Bunu unuturlarsa ya muktedirlerin elinde oyuncak olacaklar ya da ülkedeki her sorunun kaynağı futbolmuş gibi davranıp kendi alanındaki kayırmacılığı ve vasıfsızlığı örten sözüm ona muhaliflere yine boş kaleye gol atma sevinci yaşatacaklar. Oysa içindeki binbir soruna rağmen oyun da onun üzerine konuşup yazmak da güzel.
- Avrupa Avrupa duy kokumuzu! 08 Ekim 2024 04:40
- Şampiyonlar Ligi: Yaş 70, iş bitmiş mi? 17 Eylül 2024 04:14
- Son topçu Jamie Vardy 03 Eylül 2024 04:00
- Transferizm: Değiştireyim ki değişmeyeyim 20 Ağustos 2024 03:30
- Mülteci Olimpiyat Takımı'nın madalyasına sevinilir mi? 06 Ağustos 2024 04:50
- Fıkralarla Türkiye, kuklalarla TFF 25 Temmuz 2024 12:25
- Murat Yakın kendine inanmaya devam ediyor 02 Temmuz 2024 04:37
- EURO 2024'te ilk 10 günden 10 not 25 Haziran 2024 04:43
- Milli Takım'ı tutmak mı zor tutmamak mı? 18 Haziran 2024 04:50
- Didier Deschamps nasıl görünmez oldu? 11 Haziran 2024 04:10
- Halikarnas futbolcusu 04 Haziran 2024 04:42
- Kırmızı, yeşil! En büyük, Portekiz! 28 Mayıs 2024 04:07