10 Temmuz 2024 04:35

Enerjide santral-terminal-koridor

Köyün içinde JES borusu

Fotoğraf: Cemalettin Küçük

Paylaş

Küresel kapitalizmin güdümündeki siyasal iktidarlarca, yıllardır, küresel enerji politikaları uygulanıyor. Geldiğimiz koşullarda elektrik enerjisi yaşamın temel bir gereksinimi. Bu zorunlu durumda toplumların gereksinimlerinin karşılanması yerine, her türlü enerji ham maddesi ve enerji dönüşüm sistemleri sermayeye varlık aktarımı için kullanılıyor. Bu alanda operasyon şirketleri kullanılıyor ve bu sistem toplumları yoksullaştırırken elektrik enerjisinden de yoksun bırakıyor.

Uygulanan politikalar, enerji ham maddesinden iletim ve dağıtıma dek, teknolojik ve idari açıdan tekel konumunda olan şirketlere bağımlılık yaratıyor. Özellikle elektrik alanında özelleştirmeler, sorunları çözülemeyecek duruma taşımıştır. Yeni her türlü uygulama için çıkarılan yasa-yönetmeliklerde gizlenmeye çalışılan vurgu ve atıflarla operasyon şirketlerine her türlü kolaylık sağlanmaktadır.

Operasyon şirketlerine olmayan enerji karşılığı ya kapasite ya alım garantisi ya destek olmak üzere aktarılan varlıklar bir yana, ‘dağıtım şirketi’ denen aracı şirketlere ayrıcalıklı uydurma kalemler tanımlanarak, elektrik enerjisi bir soygun aracı olarak kullanılmaktadır.

Fosil yakıtlı enerji dönüşüm sistemlerinin yarattığı ekolojik sorunlar bir yana, enerji dönüşüm sistemlerinin temel girdileri (doğal gaz, petrol, kömür vs.) tekelleşmiş yapılardan temin edilirken, kömür yatakları da sermayeye devredilmiştir. Kömürün çıkarılması aşamasında yaşanan büyük yıkımlar göz ardı edilmekte, halkın tepkisi yok sayıldığı gibi, üzerine her türlü baskı ve şiddetle gidilmektedir.

Fosil yakıtlı sistemlerin bütün biyosferde yarattığı hasarlar saklanmaktadır. Tartışmalar atmosfere odaklı “karbon ticareti” üzerinden yürüyor. Oysa yakıtların çıkarılmasından başlayarak, su akiferlerinin yok edilişi, yakma işlemi sırasında kullanılan soğutma suyu dahil birçok sorun hesaba katılmadan tek noktaya odaklı bir yönlendirme yanlıştır. “Yenilenebilir enerji” denilen çok sorunlu uygulamalar da ‘alternatif’ denilerek ve enerji çeşitliliği bahanesiyle devreye sokulmaktadır.

Bir yandan sermayenin yeni yüzü olarak “yeşil dönüşüm”, “yeşil ekonomi” söylemi gündeme taşınmıştır. Bunun için bazı enerji dönüşüm santralleri (rüzgar- RES, güneş- GES, jeotermal- JES, biyokütle yakıt, biyoyakıt vs.) topluma kanıksatılıyor. Daha vahim olanıysa, yeni bir aldatmacayla, bir termik santral olan nükleer enerji santrallerinin ‘temiz enerji sistemi’ olarak tanımlanması.

Tüm bunlar üzerinden “yeşil mutabakat” adı verilen bir süreçle toplumlara yeni yükümlülükler getiriliyor. Görünür sorunları örtmek için, yeni tanımlamalarla gündemi de sürekli oyalayacakları ortada.

Oysa coğrafyamızın her alanında uygulamaya geçen sistemlerin yarattığı sorunlar giderek büyüyor. RES ve GES’ler tarım alanlarını, ormanları yıkıma uğratıyor. Bunların yarattığı sorunları, o yörelerde yaşayan halk artık net olarak biliyor. Ege bölgemizi yıkıma uğratan JES’lerin yarattığı sorunlar da saklanamayacak boyutlarda. Çarşamba ovasına kurulan biyoyakıtlı tesisin yarattığı sorunlar ortada. Yine HES’ler gibi birçok dönüşüm sistemi sorun olarak karşımızdadır. 

Peki bu hummalı işleyiş toplumun zorunlu enerji ihtiyacı için mi? Yoksa yukarıda belirtiğimiz gibi mülkiyet aktarımı için yeni tanımlamalarla enerji sistemlerini araç yapmak mı?

Ayrı ele alınması gereken nükleer santraller için bugün Nükleer Güç Sistemleri (NGS) denilmesi de art niyetli. Yakın zamanda, dünyanın başka yerlerinde ama Türkiye’yi de etkileyen ağır sonuçlar üretmiş kazalar yaşanmışken, nükleere yeniden girişilmiş olması, maceradan öte kasıtlı bir teslimiyettir. Mersin Akkuyu NGS ile başlayan yıkım, daha işletmenin kurulum aşamasında doğa ve işçi kıyımlarıyla gündem olmuştu.

Uygulanan ekonomik politikalarının bir parçası olan enerji dönüşüm sistemlerinin aslında toplumun temel gereksinimleriyle ilgili olmadığı ortada. Kapitalizmin “enerji santrali, enerji koridoru, enerji terminali” gibi kavramları 2004’te hükümet programına girdi. Mevcut sistem, enerjiyi direkt dağıtmıyor, santralden çıkan enerji bir ‘terminal’de toplanıp sonra ‘koridor’dan gönderiliyor. İşte temel mesel burada! Çünkü bu karmaşık sistem, halkın enerji ihtiyacı için icat edilmedi. AB ülkeleri ve İsrail gibi bazı ülkelerin ihtiyacı doğrultusunda, demir-çelik, çimento ve seramik gibi yüksek enerji gerektiren malzemelerin üretimi Türkiye’ye yönlendirildi. Böylelikle enerji ihtiyacı arttı. Enerji talebi elbette sadece buna bağlı değil. İletim-dağıtım hatlarında ortaya çıkan kayıplar, kentlerin kuruluşundaki yapılaşmanın özellikle meteorolojik olayları gözetmemiş olması, kentlerin işletme olarak görülmesi enerji sorununu büyüten etkenler. Yapıların oluşumunda kullanılacak malzemeden, kentin hava akım koridorlarına kadar her etken enerji ihtiyacını belirler.

Bütün bu sorunlara çok sayıda ekleme yapabiliriz. Ancak öncelikle belirtmek gerekir ki toplumun enerji ihtiyacı, herhangi bir şirketin/yapının enerji santrali, enerji terminali, enerji koridoru olmadan, kamusal olarak karşılanmalıdır. Bunun yanı sıra gereksiz aydınlatmalar gibi tüketimi körükleyen enerji kullanımları kısıtlanmalıdır.

Enerji varlık aktarımı aracı olmaktan çıkarılıp, yıkımlara sebebiyet vermeden, temel gereksinimlerin karşılanması, yaşamın demokratikleşmesi için kullanılmalıdır. Ticari alanların dışında, asgari yaşam gereksinimlerini karşılayacak kadar elektrik enerjisi halka karşılıksız olarak sağlanmalıdır.

Evrensel aboneliği, üniversitelilere yüzde 50 indirimli
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...