13 Temmuz 2024 04:40

Analardır, adam eden adamı!

Mother Couch filminden bir sahne

Paylaş

Coğrafya kader midir, keder midir bilinmez ama duruma göre çeşitli avantajlar sunduğu su götürmez bir gerçek. Yoksa dikkate değer birkaç kısa filmin ardından küresel marka haline gelmiş otomobil tekellerinin reklamını çekmek şans mıdır? Haydi bu şans diyelim, ilk uzun metrajında Ewan McGregor, Ellen Burstyn, Rhys Ifans, Lara Flynn Boyle ve F. Murray Abraham gibi isimleri oynamaya ikna etmek için en azından Viyana kapıları ile ABD arasında bir yerde ve tabii ki kuzey tarafında doğmuş olmak gerekiyor sanki.

Niclas Larsson hayli kuzeyden, İsveç’ten bir isim. Bu başarıda ülkesinde çocuk yaştan itibaren televizyonlarda boy gösteren birisi olmasının da payı vardır kuşkusuz. Hakkını yemeyelim. “Anne, Kalk” (Mother Couch) dikkate değer bir film. Ancak yukarıda andığım isimlerin ağırlığını taşıyamıyor öte yandan. Hikayemiz büyükçe bir mobilya mağazasında başlıyor. Ama filmde adı sıkça anılan İsveç’in uluslararası markası değil, yerel bir işletmeye ait bir mağazadayız. Zaten hikaye de ABD’de geçiyor! David ve abisi Gruffud annelerini bu mağazaya götürmüştür. Bir şeyler bakınmaktadırlar. Ancak anne, yeşil bir kanepeye oturur ve kalkmayı reddeder. Mağaza sahibinin kızı Bella’nın yardımlarıyla iki kardeş bir süre durumu idare ederler. Hatta David bir gece mağazada uyumak zorunda kalır. Bir noktada ikilinin kız kardeşi, yani üçüncü çocuk Linda ve Bella’nın babası ve amcası da sürece dahil olur. Bu tuhaf mağaza bir anda garip şeylerin olmaya başladığı, annenin itiraflarıyla hesaplaşmaların yaşandığı aile dramına tanıklık eder.

“Anne, Kalk!” sıra dışı bir annenin, çocukları ama asıl olarak da David üzerindeki etkisine odaklanan yer yer fantastik kapılardan geçip yeniden gerçekliğe ayak basan bir yapıma dönüşüyor. Bu bakımda kimi yerlerde “Sil Baştan” (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) filmini çağrıştırsa da onun kadar güçlü ve tutarlı olmayı başaramıyor. Bunun birkaç nedeni var bence. İlk olarak kardeşler arasındaki dinamik güçlü inşa edilemiyor. Aralarındaki gerilim sürekli birbirini tekrar eden ve derinlik kazanamayan bir hale bürünüyor bir noktada. Annenin koltuğa oturma nedenini, çocuklarını bir araya toplama motivasyonunu da oldukça geç anlıyoruz. Geç anlamamız film içinde özel bir anlam kazanmıyor öte yandan. Aralarda da özellikle David’in kişisel ve ailevi hezeyanlarıyla geçen ama filmin bütünüyle güçlü bağ kuramayan sahneler söz konusu.

Sanki her şey anlatının gelip düğümlendiği ve gerçeküstü bir görsel dünyaya taşındığı finalin yüzü suyu hürmetineymiş gibi bir his kalıyor geriye. Bu güçlü final, görsel olarak tatmin edici olsa da seyircide beklenen ‘şaşırma’ etkisini de güçlü kılamıyor kanımca. Finalin gelişine dair ipuçları belirdiğinde artık olacakları öngörmek, aslında ne olduğuna dair fikir yürütmek de kolaylaşıyor.

Öte yandan anne-çocuk ilişkisine dair üzerinde düşünülmeye değer bir önermesi var filmin. Ebeveynler yaptıkları hatalara dair özür dileme ihtiyacı hissetmezler, bu büyük oranda eşyanın tabiatı gereğidir. Ama çocukların ebeveynlerini “affetmesi” kendilerine iyi gelecektir. Üzerinde düşünmeye değer, ne dersiniz?  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...