15 Temmuz 2024 04:33

Ekolojik bulmaca!

İkizdere Çevre Derneği: Ormanlar dereler sermaye değildir

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Geçen hafta Kaz Dağı’ndaki altın bakır madenleri ile ilgili mahkemeden iki karar çıktı. İkisi de madenlerden yana olan bu kararlar Çanakkale 1. İdare Mahkemesi tarafından verildi. Her iki kararda da mahkeme başkanı ve bir hakim üye açılan kapasite artışı ÇED davasını (Lapseki Şahinli Altın Madeni) ve 2009/7 Genelgesi kapsamında verilen yeni ÇED'e açılan davayı (Cengiz Holding Halilağa Altın Madeni) ret yönünde oy kullandı. Üç kişilik mahkeme heyetinin diğer üyeleri ise (üçüncü üyeler değişmişti) çoğunluk görüşüne muhalif kalarak karşı oy kullandılar ve kararın altına da gerekçelerini yazdılar.

Bu oy dağılımı kuşkusuz tuhaf bir durum! Aynı mahkemenin iki üyesi iki davada da şirketlerden yana oy kullanırken değişen üçüncü üyelerin bu karara karşı oy vermesi düşündürücü de aynı zamanda. Dosyaların ayrıntılarına girmeden (ki içeriğe dair birçok haber yaptık) mahkeme heyetinin bu “garip” oy dağılımının yorumunu hukukçulara ve okura bırakarak başka bir konuya değinmek istiyorum. 

DAVA KAZANILINCA ŞENLİK KAYBEDİLİNCE SESSİZLİK

Ekoloji hareketleri uzun süredir ilginç bir davranış alışkanlığı geliştirmiş durumdalar. Herhangi bir çevre davasında kazanılan en ufak bir dava, yürütmeyi durdurma kararı “hukuk zaferi!”, “Ankara’da hakimler var!” tezahüratları eşliğinde davul zurna ile duyurulurken kaybedilen davalarda ise herkes garip bir sessizliğe bürünülüyor. Dava sonucu olumsuz gelmişse davayı açan çevre /ekoloji örgütleri adeta kulaklarının üstüne yatarak bu duruma dair sessiz kalmayı yeğliyorlar. Öyle ki çoğu zaman bu olumsuz dava sonuçlarından projenin yapılmak istendiği köylülerin bile bilgisi olmuyor.

Mesela Kazdağı’ndaki iki olumsuz dava sonucuna dair davacı kurumlardan şu ana kadar bir açıklama gelmiş değil. Bu durumun nedeni sorulduğunda “insanların moralini bozmak mücadeleye zarar verir” şeklinde açıklanıyor. Oysa hukuksal sürece dair o projeden birinci derecede etkilenecek başta köylüler olmak üzere mücadelenin içinde bulunan herkesin net bir şekilde bilgilenmesi hem onların en doğal hakları hem de mücadelenin geleceğine dair politika geliştirmek açısından son derece önemli. 

Örneğin bir maden işletmesine verilen ÇED olumlu ya da gerekli değildir kararına karşı açılan davada verilen yürütmeyi durdurma kararı şenlikler yapılarak “zafer” şarkıları eşliğinde duyurulurken, aynı dosyada bir süre sonra çıkan olumsuz bir karar hiç duyurulmuyor. İnsanlar da haliyle projenin yürütmesinin mahkemece durdurulduğunu bildikleri için rehavet içinde sanki her şey yolunda gidiyormuş gibi işlerine güçlerine bakıyorlar.

ÇED DAVALARI NEDEN SONUÇSUZ KALIYOR?

Yurttaşlar çoğu kazanılan bir ÇED davası ile projenin rafa kalkmadığını da bilmiyorlar. ÇED’i mahkemece iptal edilen şirketler 2009/7 Genelgesi uyarınca yeni ÇED için başvuruyor ve yüzde 99 oranında istediklerini de alıyorlar. Hem de öyle halkın katılımı toplantısı, ÇED format toplantısı gibi “gereksiz ayrıntılara” boğulmadan, Ankara’da Çevre, şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nda çay kahvelerini içerek yeni ÇED’lerini ceplerine koyup yollarına devam ediyorlar. 

Öte tarafta, davayı açan kurum ve yurttaşlar içinse harcanan onca emek, para bir anda boşa gidiyor ve hop bu verilen ÇED’e yeni bir dava daha açmak durumunda kalınıyor. Bu yeni açılan ÇED davası da diyelim köylülerce kazanılsın. Şirket yeniden 2009/7 Genelgesini gösterip yeni ÇED istiyor ve onu da alıyor!.. 

Zaten açılan dava bu şirketlerin işlerini hiç aksatmadığı için (eğer yürütmeyi durdurma kararı çıkamamışsa dava açılınca çalışmalar durmuyor çünkü) yıllar süren bu ÇED davaları sürecinde alacaklarını alıyor, talan edecekleri yerleri talan ediyor işlerini yürütüyorlar. 

İKİZDERE’DE KİM KAZANDI?

Geçtiğimiz ay İkizdere’deki Cengiz Holdingin taş ocağına karşı açılan davada çıkan karar bu duruma verebileceğimiz son örneklerden biri. Ortada ne dere kalmış ne doğa ne su, mahkeme şirketin işinin bitmesine bir adım kala “lütfedip” köylüden yana bir karar vermiş! Bu karar şimdi ne işe yarar ki? Size bir ekolojik bulmaca sorayım: Dere gitmiş, su gitmiş, doğa bitmiş, köylü davayı kağıt üzerinde kazanmış ama aslında kaybetmiş!.. Bunun adı nedir?

Doğayı, yaşam alanlarını koruma mücadeleleri sadece hukuksal düzlemde kalırsa, ya da fiili mücadeleden şu ya da bu nedenle (bazen baskıların sonucu, bazen hukukun bu süreçte yeterli olacağı gibi bir yanılgı ile) vazgeçilip iş sadece hukuksal süreçlere endekslenirse bu “hukuk garabeti çağında” olumlu bir sonuç alınması neredeyse olanaksız hale geliyor. Öyle ki bu garabete en çok isyan edenler de hukukçular oluyor. Başka birçok çevre davasının yanı sıra Akbelen davasının da avukatı olan İsmail Hakkı Atal’ın İkizköy’de, ormanı korumak için direnen köylülerle birlikte gözaltına alındıktan sonra gözaltından attığı mesajları bu isyanın bir yansıması olarak okumak gerekiyor; 

‘İÇERİDEN’ HUKUKSUZLUK İTİRAFLARI

“Artık Türkiye’de hukuk bitti. Dolayısıyla hukukun uygulanmadığı, kanunların uygulanmadığı, Anayasa hükümlerinin yerine getirilmediği bir yerde bizim halkın tepkisini dindirmeye hakkımız yok. Hukuk varmış gibi bu numaraya, bu tiyatroya ortak olma hakkımız yok. Bütün müvekkillerime de diyeceğim ki; ‘artık Türkiye’de hukuk bitmiştir. Bu davalardan kesinlikle medet ummayın. Bu davalar sizin tepkinizi eritiyor, tepkinizi yumuşatıyor. Artık kendi yönteminizi kendiniz bulun. Cübbemi de Adalet Bakanlığı önünde yakacağım!”

Geçtiğimiz yıllarda Efemçukuru Altın Madeni ile ilgili verilen son derece haksız-hukuksuz bir karar sonrası davanın avukatı Arif Ali Cangı da “Efemçukuru artık hukuk düzleminden çıktı” demişti. Cangı benzer bir cümleyi Çukuralan Altın Madenine karşı kazandığı bir dava için de kullanmıştı: “Artık bu karar da madeni kapatmazsa ülkede hukuksal koruma kalmamış demektir.”

Tabii ne Atal cübbesini yaktı, ne Cangı “hukuksal düzlemde çıktı” dediği Efemçukuru davasını bıraktı. Türkiye çevre hukukunun bu iki önemli ismi de davalarına devam ediyorlar. Ancak hukuku en iyi bilen kişilerin ağzından çıkan bu sözleri “duygusal tepkiler” olarak yorumlamak da gerçeği görmezden gelmekle eşdeğer. Bu sözler “içeriden” son derece önemli durum tespitleri aslında. Bu sözlerin gereğini yapmak ise bu işe emek harcayan ekoloji örgütlerinin, mücadelelerinin işi...

NE YAPILMALI?

Ne mi yapabilirler?

İlk olarak mücadeleyi hukuka havale edip geriye çekilmemek gerekiyor. Ekoloji hareketinin tarihi böyle yapılmış ve kaybedilmiş yüzlerce deneyimle dolu. Yine bir çevre hukuku avukatın dediği gibi davayı açıp anında unutmak gerekiyor! Dava kendi sürecinde devam eder. Avukatları süreci götürür, halk da duruşmalara, bilirkişi incelemelerine olabildiğince kitlesel katılarak destek verir. Zaten bütün mücadele süreçlerine böyle kitlesel bir şekilde katılmak gerekiyor. Doğayı, yaşam alanlarını koruyacak olan gücün halkın kararlı, kitlesel duruşu olduğunu bilerek hareket etmek sonucu getirecektir. Taşın altına herkesin emeğini, elini ve yüreğini koyması ile ancak başarı gelebilir. Ekoloji mücadeleleri açısından başarılı örnekler olarak sıralanabilecek Gerze, Yuvarlakçay, Tire Başköy, Aydın Kızılcaköy, Germencik Dağyeni, Kaz Dağı Kirazlı, Mersin Boğazpınar mücadeleleri bunun somut örneklerinden sadece birkaçı.

Bir başka yapılması gereken şey ise hem fiili hem hukuki mücadele süreçlerinin olabildiğince halkla birlikte ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi. Mücadele süreçlerini bir grup kadro ile yürütüp geniş kitleler işin içine katılmazsa bir sür sonra halkın-köylünün kendi mücadelesine yabancılaşması doğuyor. Gelişen süreçlerden haberleri olmadığı için de (mesela olumsuz mahkeme kararları gibi) her şey yolunda sanıyor ve faaliyetin nasıl başladığı, ormanın nasıl kesildiği, dağın nasıl yok edildiği ya da tarlasının nasıl ellerinden alındığının farkına bile varamıyorlar. Vardıklarında da iş işten geçmiş oluyor…

Kazanılan davalar zafer olmadığı gibi kaybedilen davalar da bir yenilgi, bir son değil elbette. Her çevre davasıyla bize oynatılan bulmaca-buldurmacayı bir yana bırakmak zorundayız. Olan biteni açık yüreklilikle paylaşıp takkeyi önüne, ocağa çay koyup yeniden başlamanın yol yöntemlerinin en geniş kitle ile alınması gerekiyor. Kaz Dağı’nın da ülkemizde şirketlerin talan etme yarışı içindeki doğamızın da sömürülen emeğimizin de kurtuluşunun yolu buradan geçiyor. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...