17 Temmuz 2024 05:12

Hamlet’ten Morgan’a ‘hayatın ücreti’ ya da işçi sınıfının hayatı değerlidir…

Fotoğraf: DHA

Paylaş

“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!” diye çevirir Sabahattin Eyüboğlu, Hamlet’in kendi thymosuyla (gönül) yaptığı meşhur iç konuşmasını. İç konuşma, tanrıya yakarmaktan, yardım dilemekten, onunla diyalog kurma çabasından farklıdır. Kendi içinde bir hesaplaşmadır iç konuşma. Çiğdem Dürüşken’in ifadeleriyle kendi başına karar alış anlarına işaret eden… Birey olmaya doğru yükselişin kıvılcımlarının açığa vurulduğu anlardır.

Yaygın kullanımıyla “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” diye biliyoruz Hamlet’in bu iç konuşmasını başlatan cümleyi, hatta “To be or not to be” diye dillere pelesenk olmuşluğu da vardır.

“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!

Düşüncemizin katlanması mı güzel,   

Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,

Yoksa direnip bela denizlerine karşı

Dur, yeter! demesi mi?”

Var olmak katlanmak zalim kadere, yok olmak ise bilinmeyen bela denizlerine atılmak Hamlet için… Düşünmek var olmaktan yana… Varoluş, “Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek” bile olsa… Akıl korkuya mağlup bilinmeyen karşısında. Yok olmaksa bir tür meydan okuma… Yiğitçe bir atılış… Bilinmeyene karşı yürekten gelen doğal bir renk… Eylem olma hali… Yeter denilen nokta…

“Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:

Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor

Yürekten gelenin doğal rengini.

Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar

Yollarını değiştirip bu yüzden

Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.”

Hemingway’in 1955 yılında Işık Yayınları tarafından, Çetin Tümay çevirisiyle ve ironik bir şekilde “Hayatın Ücreti” olarak Türkçeye çevrilen, orijinal ismi Hamlet’in “To be or not to be”sini anımsatan bir şekilde “To Have and Have not (Sahip olmak ve sahip olmamak)” olan 1937 tarihli romanı okurken Hamlet’in bu satırları geldi aklıma.

Baş karakter Harry Morgan tam da “yok olan” ve “var olan” arasına sıkışmış ince bir çizgide yaşamını sürdürmeye çalışan bir karakter. İnce çizginin hangi tarafında olduğunu belirleyen de “Sahip olmak ve sahip olmamak” ikiliği. Evet Hamlet’teki “Olmak ya da olmamak” Harry Morgan’da “Sahip olmak ve sahip olmamak” mottosuna dönüşmüş durumda: Kapitalizm içinde insanın yerini belirlemek için işaret edilen kerteriz noktasına… kişinin “saygınlığını”, “değerini”, “ederini” belirlemek için bakılan yere. Sahip olmak ve sahip olmamak kapitalizmde olmak ya da olmamak gibidir. “Sahip olmak ve sahip olmamak işte bütün mesele bu.”

1930’lar krizinin dünyayı sarstığı bir süreçte Harry Morgan karakteri ekmeğini balıkçılık, turistik avlanmalar vb. yaparak zorlukla kazanan, zalim kaderin yumruklarıyla boğuşan bir karakterken, dolandırılıp beş parasız kaldıktan sonra yapmak zorunda kaldığı işlerle bela denizlerine yelken açan bir kaptan olarak beliriyor karşımızda. Bu geçişe işaret eden Harry Morgan’ın kritik karar anında thymosuyla yaptığı iç konuşma, ayrıntılar bir yana işçi sınıfının iç sesi gibidir: “Şimdi ne yapacaktım? Kaçak içki getiremezdim… Bu işi akıllıca yapmadıktan sonra para yoktu. Fakat eve meteliksiz olarak dönüp bütün yaz açlıktan kıvranamazdım ve hem bir de bakmaya mecbur olduğum kimseler vardı... Para kazanmalıyım…”

Şimdi ne yapacağım sorusu, eve meteliksiz dönme korkusu, bakmaya mecbur olunan kimseler, para kazanma zorunluluğu, işten çıkartılma kaygısı, haksızlıklara karşı hezeyanlar ve daha başkaları bir yandan işçi sınıfının thymosuyla yaptığı iç konuşmaların ayrılmaz başlıkları olurken, bu konuşmaların her zaman bilinçli öznelerin “karar anına” dönüştüğünü söylemek de güçtür. Varoluşun zorunlulukları, alternatiflerin yokluğunda “zalim kadere” boyun eğdirebiliyor. Yoksa;

“Kim dayanabilir zamanın kırbacına?

Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,

Sevgisinin kepaze edilmesine,

Kanunların bu kadar yavaş  

Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine

Kötülere kul olmasına iyi insanın…”    

İlginçtir Hemingway’in bu eseri Türkçeye “Hayatın Ücreti” olarak çevrilmiş. Çok da iyi yapılmış. Bilindiği gibi demek isterdim ama yeterince bilinmediği açık olan şey ücretin neyin karşılığı olduğudur. Anayasa’nın 55. maddesinde “Ücret emeğin karşılığıdır” yazar. Bu ifade yanlış olmanın ötesinde… yanlıdır. Eğer ücret emeğin karşılığı olsaydı, bu onun örneğin sekiz saatlik harcanmasının karşılığında ödenen bir değer olduğu anlamına gelirdi. Yani ortada hiçbir şekilde bir sömürü ilişkisi olmazdı. Oysaki ücret emek-gücünün karşılığıdır. Kapitalist sistemde emek-gücü meta olmak bakımından yan sanayideki herhangi bir üründen farksızdır. Parası verilir ve satın alınıp, üretime koşulur. Ancak bu emek-gücü başka hiçbir metada olmadığı biçimde hem kendi değerini hem de artı değeri içeren yeni bir değer yaratır. Bu yeni değer ile emek-gücünün değeri ya da onun para formunda ifadesi olan ücret arasında asla bir eşitlik beklenmez. Yani kapitalist üretim asla sadece ücret getirisi için yapılmaz. Bunun önemi şudur: Ücret emeğin karşılığıdır derseniz, sömürüyü görünmez kılarsınız, ücret emek-gücünün karşılığıdır derseniz, ücret, yeni yaratılan değerin sadece küçük bir kısmı olduğu için sömürüye zemin oluşturan artık değer kavramına işaret etmiş olursunuz.

Ancak günümüzde kapitalizm ve ücretlilik ilişkisi öyle bir hal almıştır ki işçi sınıfının “sahip olmak” için aldığı ücret, değil emek-gücünün, hayatının bir karşılığı haline gelmiş durumda… İşçi sınıfı aldığı üç kuruş ücret karşılığında yalnızca emek-gücünü değil hayatını satmak durumunda kalmakta… Dolayısıyla aldığı ücret de “hayatın ücreti” olmaktadır.

İşçi sınıfının hayatı değerlidir…

Hamlet’ten bir alıntı ile sonlandıralım hasbihali:

“Sözlerim uçuyor havaya ama düşüncem yerde;

Öz olmayınca söz yükselmiyor göklere!”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa