18 Temmuz 2024 04:58

Kurşun ve öpülen el; aleme düzen mi?

Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz, Devlet Bahçeli'nin elini öperken

Fotoğraf: DHA

Paylaş

ABD ve Türkiye gibi birbirlerinden kıtasal uzaklıktaki iki ülkede yaşanan iki ayrı olay ya da gelişme, bu iki ülke ve devletlerinin yönetimleri arasındaki ilişkinin kapsamından bağımsız olarak benzer bir tehdidi güncelleme işlevi gördü. Etkisi ve kapsamının farklılık göstermesi, ülke ve devlet yöneticilerinin gücüyle bağlı bu tehdit, halk kitlelerinin karşı karşıya kalacakları politikalar yönünden ortak özellikler gösteriyor. İki ülkede de saldırılar yoğunlaşacaktır.

Trump’ın kulağını tırnak mı çizdi, uzaktan mermi mi kanattı sorusuna henüz net yanıt verilmemiş ve fakat suikast girişimi gerekçeli iki kişi öldürülmüşken o, Tanrı’nın kendisini koruduğunu ve kendisinin de ABD’yi korumak için uğraştığını söyleyerek dualar ve küçük grup gösterileri desteğinde Beyaz Saray başkanlık merdivenlerine olan mesafeyi biraz daha kısaltmış görünüyor. Olası başkanlığını dikkate alarak izledikleri politikayı revize etmeye girişen burjuva devlet-hükümet ve partilerinin sayısı da giderek artıyor. Normal mi sorusu yersizdir; normal ve anormal iç içedir. ‘Düzen’ yok, kargaşa vardır ve tehlikelidir.

ABD emperyalizminin, Avrupa devletlerinin büyük çoğunluğuyla bazı Asya ülkeleri devlet yönetimlerini de etki altına alarak yoğunlaştırmaya koyulduğu savaş politikasının dünyayı yeni bir büyük savaşa sürükleme tehdidinin giderek arttığı bir dönemde, politikalarını Trump-Biden ikilisinin tutumlarıyla ölçeğe vuranların tutumu ayrı bir tartışma konusudur. Ama ABD’nin izlediği veya izleyeceği mali-ekonomik ve askeri politikaların dünyanın hemen tüm ülkelerini bir biçimde etkilediği ve etkileyeceği kesindir. Trump ya da Biden başkanlığında olsun Batılı emperyalistlerin Çin ve Rusya karşıtı politikaları kapsamındaki gelişmeler, doğrudan veya dolaylı olarak diğer ülkeleri ve halklarını da etkileyecektir. Olası başkan değişimi öncesinde yaşananlar uyarıcıdır. Victor Orban’ın NATO toplantısında çıkardığı aykırı ses, hemen akabinde, Stoltenberg ile birlikte ABD’nin Avrupa’daki en gayretli iş birlikçisi von der Leyen tarafından karşı saldırıyla yanıtlandı. Ukrayna’daki Batı savaş koalisyonu gizli-saklı olmaktan çıktı. İsrail’in Filistin’deki ilhakı sürdürmesine verilen destek, Türkiye’nin Suriye’deki varlığının son bulması koşullu “anlaşma girişimleri”ne ABD cephesinden çıkarılan reddiye, gerginlik üretici ve saldırgan politikanın sürdürüleceğinin göstergeleri arasındadır. ABD, uluslararası kargaşa, gerginlik ve çatışmaların ilk sıradaki sorumlusudur ve yönetim politikaları, sadece ülke içinde değil sınırları ötesindeki ülkelerin halkları üzerinde de yıkıcı etkilere yol açmaktadır. Başkanlarının Nixon, Bush, Obama, Trump ya da Biden olmasının, kişilik özellikleriyle bağlı davranışlar dışında politikasında özsel bir farklılık göstermediği on yılların pratiğiyle kanıtlıdır.

Kurşunlu olayların ve siyasal suikastların gündemden eksik olmadığı ülkelerden biri olan Türkiye’de ise sadece son birkaç günün ‘ilginç olayları’ arasında en dikkat çekenlerinden biri olmayan, geçmişten günümüze polis-MHP iş birliğinde gerçekleştirilen saldırıları da anımsatan bir “ziyaret” yapıldı. İki olay ve gelişme arasında doğrudan bağlantı kurulamayacağı açık olmasına ve ‘Trump’a kurşun’un yol açtığı etki denli sonuçlar doğurma potansiyeli ve gücü olmamasına rağmen, halk kitleleri aleyhine gelişmeler kapsamına girmesi nedeniyle bu “ziyaret” dikkat çekiciydi. Trump’a “kurşun atan” istihbaratın maşası mıydı bilinmez. Ama Türkiye’de, ilerici aydınlara, iktidar muhalifi politikacılara, devrimci ve sosyalistlere kurşun atmış nice “bozkurt”un devlet korumasına alındığı biliniyor. MHP Genel Başkanı D. Bahçeli’nin “FETÖ darbesi”nin yıl dönümü gerekçesiyle Özel Harekat Dairesini “ziyareti” ve bu “ziyaret” sırasında sergilenen “el öpme töreni”ni bundandır ki iktidarın baskı ve saldırı politikalarına karşı olanlara yönelik bir tehdit gösterisini akla getirmiştir.

Zira din ve mezhepsel varyantlarıyla birlikte burjuvazinin tarihiyle yaşıt milliyetçiliğinin de en fazla etkili olduğu ülkelerden biri olan Türkiye’de, Bahçeli’nin tam da yeni hedef olarak belirlediklerine yönelik polisiye operasyonların sürdürülmesini istediği bir dönemde, Özel Harekatı -kendilerinin hiyerarşik nizamnamesi gereğince ast kurum olarak görmüş olmalı-, hazır olda bekleyen emniyet genel müdürüyle birlikte “ziyaret etmesi”, vakayı adliyeden sayılamaz. Bahçeli, dahili olduğu iktidar zirvesindeki konumundan aldığı güçle hareket etmekte ve hemen her fırsatta, muhalifleri tehdit eder açıklamalar yapmaktadır.

Polis şeflerinin el öpmesini Türkiye’de doğal insan ilişkileri içinde şekillenen ve saygı gereği sayılan ‘Büyüklerin elini öpme’ geleneğiyle ilişkilendirenler, Bahçeli’nin güç gösterisini olağanlaştırmaya çalışanlardır. El öpenler sadece belirli bir güç sahibinin önünde eğilmiyor, onun gücü olduklarını da vücut diliyle anlatarak karşıtlarına güç gösterisinde bulunuyor. Bazı “yüksek mahkeme” başkanlarının “başkan ve adamları”nın karşısında el-pençe durdukları, cinayet örgütleri mensuplarının politikacı ve bakanlarla aynı fotoğraf karesinde boy gösterdikleri bir ülkede, polis- asker şeflerin, gizli-açık emir aldıkları kişilerin elini öpmesi çünkü emre hazır olma anlamına gelir.

Kimi zaman bir ya da birkaç olay daha kapsamlı gelişmelerin işareti ve habercisi olur. Burjuva dünyasının hakim güçleri ve çeşitli ülkelerdeki sermaye güçlerinin dönemsel olarak da geliştirdikleri politikalar, saldırıların yoğunlaştırılacağını gösteriyor. Günümüz dünyasında, özellikle de din istismarının politik, ticari ve kültürel rant sağladığı ülkelerde, ruhsal kulluk fiziki köleliğe dönüşebilmekte; güç önünde eğilmek bir kişilik göstergesi de olabilmektedir. Para için, mevki için, başkalarına zarar verilmesini sağlamak için, provokatif girişimlerle kendine alan açmak için el ayak öpenler az değildir. Tarikat şeyhlerinin, politika madrabazlarının ayaklarına kapananlar, bedenlerini ve ruhlarını beş paraya satanlar, sözleri kurşun hükmünde davranışları alçakça olanlar az değildir.

Ne ki “İnsanca ve insan gibi yaşama” sözünde içerilen çürümüşlük değil, onurluca tutumdur. Durumun karışıklığı içinde de olsa kendi durumlarının farkına vararak talepleri için mücadeleyi öne çıkarması gerekenler işçi ve emekçilerdir. Birlikte hareket etmelerini engelleyici politika ve tutumları reddederek kendilerine dayatılan açlık-yoksulluk koşullarının değiştirilmesi ve ortadan kaldırılmasını önemseyip öncelik almaksızın aldatı ve kuşatma çemberini yaramazlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa