18 Temmuz 2024 04:38

İspanya öğretiyor

İspanya Milli Takımı.

Fotoğraf: Jose Breton/AA

Paylaş

Dünyada milli takımlar kategorisinde futbolu en üst seviyede oynayan ekip tartışmasız İspanya…

Artık her ülkenin milli takımında farklı ülkelerin, farklı kulüplerinde top koşturan pek çok oyuncu var. Bu oyunculardan uyumlu bir ekip oluşturmak kolay iş değil. Dolayısıyla ekol ve sistem sahibi olan ülkeler, bireysel becerilerle ya da duygusal patlamalarla yol almaya çalışanlara göre kuşkusuz oyunu daha etkili ve sonuç alıcı biçimde oynayabiliyor.

İspanya ekol sahibi olmanın avantajını sahaya en etkili biçimde yansıtan ülke. Takımın bel kemiği kabul edilen oyuncuları yokken bile aynı oyunu sergileyebiliyorlar. Örneğin final maçının devre arasında sakatlanan Rodri oyundan çıktı. Rodri, takımın yükünü en fazla sırtlayan oyuncuların başında yer alıyor. Ki kendisi aynı zamanda UEFA tarafından turnuvanın en iyi oyuncusu seçildi.

İspanya ikinci yarıya Rodri’siz başlasa da oyununun seviyesinde bir düşüş hissedilmedi. Çünkü oyunlarının niteliğini belirleyen temel unsur oyuncular değil, ekol ve sistem.

Oyuncular arasında elbette fark var ancak iş sistemli mücadelenin gereğini yapmak olunca bütün oyuncular üzerine düşen sorumluluğu disiplini elden bırakmadan en iyi şekilde yerine getiriyor ve herhangi bir aksaklık yaşanmıyor…

Futbol en genel anlamda, “topu kaptırma” ve “topu kap” şeklindeki iki hedef çerçevesinde icra edilen bir spor.

Bütün oyun planları ve taktiksel stratejiler bu iki hedefi gerçekleştirmek üzerine kurgulanır.

İşte İspanya oyunun bu iki hedefini de en yüksek oranda gerçekleştirmeyi başarıyor. Topa sahip olma süreleri uzun olduğu gibi, topu rakipten kapma süreleri de çok kısa. Bu da maç boyuncu topun çoğunlukla İspanya’da olmasını sağlıyor.

Son dönemde “Topu rakibe bırakarak/vererek oynama” diye cehalet ve zevzeklik ürünü bir laf ortaya çıktı.

Futbolda topu rakibe bırakmak ya da vermek diye bir şey olmaz. Rakibi kendi yarı alanında karşılayıp, kapılan toplarla hızlı karşı atağa geçerek rakip sahadaki boş alanlardan faydalanmaya çalışmak şeklinde bir oyun anlayışı olabilir. Ancak bu, topu rakibe bırakmak/vermek anlamına gelmez.

Top rakibe bırakılıyor ya da veriliyorsa, rakibin bu topu alıp sana gol atmayacağı ne malum, bunun garantisi mi var?

Bir takım ne zaman gol yer? Elbette top rakipteyken. Peki ne zaman gol atar? Elbette top kendisindeyken.

Demek ki gol atma şansını yükseltmekle birlikte gol yeme şansını azaltmak için de topa sahip olmak gerekiyor. Bir takım topa ne kadar çok sahip olursa gol atma şansı o kadar yükselir, gol yeme şansı da o kadar azalır…

Futbola günlük bakanlardan hâlâ, “Türkiye finale yakışırdı” gibisinden boş laflar duyuluyor. Evet, sonuçta eleme usulüyle ilerleyen bir turnuva organizasyonunda Türkiye hasbelkader finale yükselebilirdi. Hatta finalde bir şekilde İspanya’yı yenip şampiyon da olabilirdi. Ama bu asla Türkiye’nin oyun seviyesini yükselttiği anlamına gelmezdi. Oyunu geliştirmek, bir sistem çerçevesinde ekol yaratma hedefli uzun vadeli planlamalar ve çalışmalarla mümkün. İstikrarlı başarılar elde etmenin başka bir yolu yok…

Bu bağlamda, Yunanistan örneğini unutmamak lazım. Yunanistan, 2004 Avrupa Şampiyonası’nda savunmasını kalabalık tutan bir oyun anlayışıyla şampiyonluğa ulaşsa da sonraki yıllarda hiçbir kayda değer başarı yakalayamadı.

Hasbelkader ulaşılan şampiyonluklar, tarihsel/nostaljik övünç kaynağı olmanın dışında bir anlam taşımıyor.

Futbolda üst seviyelerde kalıcı yer edinebilmek için sağlam adımlarla aşama aşama ilerlemek ve oyunun gelişimine paralel olarak öncelikle her büyük organizasyona katılmak, sonrasında gruptan çıkmak, çeyrek final, yarı final, final oynamak gibi hedefleri gerçekleştirmek gerekiyor…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa