19 Temmuz 2024 04:56

Destan yazmak, destan silmek

Tayyip Erdoğan

Fotoğraf: TCCB 

Paylaş

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin 8. yıl dönümünde iktidar medyası, darbecileri püskürtme konusunda halkın bir “Destan yazdığı” üzerine epeyce bir güzelleme yaptı. Ama bu yılkı anma etkinliklerinin sönüklüğünü de sessizce geçiştirdi. Örneğin bir TV’de etkinlikleri yayımlamak üzere ekrana çıkan muhabir, katılımın azlığına gerekçe olsun diye “havanın sıcaklığından” dem vuruyordu. Ama ortadaki durum açıktı ve sorun şuydu: Yoksa “destan yazan halk” son zamanlarda yazdığı destanı silmeye mi başlamıştı? Ama bir yanlış anlaşılmayı gidermek için kısa bir açıklama yapmak gerekiyor.

15 Temmuz 2016’da halkın darbeye tepki göstermesi ve sokağa çıkması haklı ve meşru idi. Ama darbeyi engelleyen asıl güç devlet kurumları içerisinde, özellikle orduda olan bölünme oldu. Darbeyi önceden haber alanlar hesaplarını yapmışlar, bunu bastırabileceklerini görmüşlerdi. Böylece darbecilere yol verildi ve bu darbe bastırılarak “Allah’ın lütfu” denilerek AKP darbesinin yolu açılmış oldu. İlan edilen olağanüstü halle içlerinde Hayat TV’nin ve Evrensel Basın Yayın’ın da olduğu pek çok TV ve yayın kapatıldı, KHK’lerle olağanüstü güçlerle donatılmış bir terör rejimi kuruldu. Ama o günden bu yana işleyen ekonomik ve politik süreç halk yığınları için yoksulluğun, açlığın ve sefaletin tavan yaptığı bir dönemin kapılarını ardına kadar açtı. Böylece yarım da olsa yazılan destan silinmeye başladı.

Bugün durum kısaca şu: 17 bin TL’lik asgari ücret 19 bin TL’nin üzerine çıkan açlık sınırının altına düşmüş durumda. Emeklilere müjdelen “artış” en düşük 12 bin 500 TL olarak açıklandı. 3.7 milyon emekli bu maaşla geçinecek! 12.500 TL üzerinde alan yaklaşık 12 milyon 500 bin emekli içinse herhangi bir düzenleme yok. Ortalama emekli maaşı 14 bin 500 TL’de kaldı. İktidar yetkilileri bu artışların bütçeye 33 milyar yük getireceğinden yakınıyor. Yardımlarla geçinenlerin sayısı 20 milyona doğru dayandı. Oysa aynı dönemde halkın soyulup, halktan gasbedilenin, asalak para babalarına aktarılmasının araçlarından birisi olan faize ödenecek miktar 574 milyar TL. Yoksulluk sınırının 60 bini geçtiği günümüzde destan yazdığı söylenen halkın durumu işte bu. Yerel seçimlerde bu halkın AKP’ye vurduğu tokat onu ikinci parti olmaya itti ve bu erime süreci devam ediyor. Yani eski “Destan siliniyor”, gerçek bir destanın yazılacağı koşullar olgunlaşıyor. Tek adam yönetiminin buna bulduğu “çözümlerden birisi” ana muhalefeti yardıma çağırmak, diğer politikalarını da aynı biçimde devam ettirmek.

Destandan yola çıktık, biraz farklı bir destan ve onun son zamanlarda öne çıkarılan bir figürü ile devam edelim. Bu figür bozkurttur. Bozkurdun Ergenekon Destanı ile Türk mitolojisinde önemli bir figür olarak yer aldığı bilinmektedir. Ama buradan yola çıkılarak onun ulusal bir sembol olarak kabul edilmesini önermek eğer bir aptallığın ürünü değilse, şovenizme yol vermenin bilinçli bir adımıdır. Eski Türk toplumlarının kurtla ilişkileri saygı ve korkudan, lanetlemeye -yakutlar- varan oldukça karmaşık ilişkiler bütününü içerir. Ayrıca başka topluluklarda ve örneğin İtalya’da da benzer bir efsanenin -Romus ve Romulus kardeşlerin kurt tarafından emzirilmesi- varlığı bilinmektedir. Türkiye’de bozkurdun ulusal bir sembol olduğunu iddia edip, faşist partinin el işareti ile yaptığı bu faşist sembolü övme kervanına katılanların hatırlaması gereken gerçeklerdir bunlar.

Türk kültüründe mitolojik hale gelmiş semboller üzerine çok fazla çalışma yapılmamıştır. Bu konuda yapılan ciddi araştırmalardan birisi Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Selçuk Kürşat Koca’nın doktora tezidir. “Türk Kültüründe Sembollerin Dili” adını taşıyan bu tezde kartal, aslan/pars, geyik, at, kurt, yılan, balık gibi pek çok hayvan motifinin özellikle mimaride kullanıldığı anlatılır. Anlaşılacağı gibi pek çok hayvan motifi kullanılmıştır ve en önde tercih edilenlerde kartal ve aslan/parstır. Kökenleri tartışmalı olan büyük Hunların bayrağındaki sembol ejderhadır. Selçuklu bayrağı ise çift başlı kartaldır. Göktürk bayrağında destanın etkiyle olsa gerek yer alan kurda, korku ve saygının birbirine karıştığı duygularla halkın toplumsal yaşamda çok az yer verilmiştir. Osmanlı’da ise kurdun özel bir yeri yoktur. Bunun nedenleri ne olabilir?

Bunun nedenini kuşkusuz eski Türklerin göçebeliğe ve hayvancılığa dayanan ekonomik yaşam tarzında, üretim biçiminde yatmaktadır. Kül Tigin külliyesinde bulunan koç başları adeta bunun kanıtı gibidir. Koyun besleyen, hayvancılık yapan bir toplumunun can düşmanlarından birisi kurttur. Hatta koyunu totem olarak kabul eden Türk boyları da vardır. Onların inanışına göre toprağa koyun kemiği ekilirse oradan kuzu çıkar (adı anılan kitap PDF, s. 162). Koyunları katleden ve kıran bir hayvanın sevilmek bir yana, sakınılması ve yok edilmesi gereken bir hayvan olmasından doğal başka ne olabilir ki? Bunun için özel köpekler eğitilir, görülen kurt oklanır! Bugün de bu tutum devam eder. Ama vurgulamak gerekir ki kurt da hayvan olarak doğadaki diğer hayvanlar ve canlılar gibi doğal döngünün bir parçasıdır ve ona özel bir anlam yüklenemez. Bu nedenle mitolojik olan kurtla, Türk faşistlerinin sembolü olan kurt işaretinin farklı gerçekleri ifade ettiğini bilmek gerekiyor.  

Cumhuriyetin ilk yıllarında "Türk tarih tezi” vb. aşırılıkların görüldüğü bir dönemde bir paranın üzerindeki bozkurdun, Nâzım’ın Kurtuluş Savaşı Destanı’nın bu faşist ve kanlı sembolün aklanması ve meşrulaştırılması için kullanılması akla ziyan bir tutumdur. Tarihsel gerçekler bozkurdun destanda kaldığını, halkın toplumsal yaşamından adeta sürüldüğünü kanıtlamaktadır ve bu bozkurdun ulusal bir sembol olmadığını, olamayacağını anlamak için yeterli bir nedendir. Bunun cumhuriyet tarihine yansımaları da vardır. Örneğin Anıtkabir’in girişinde bulunan aslanlı yolun sağında ve solunda bulunan 24 aslan 24 Oğuz boyunu temsil eder. Yani tarihe gönderme yapılırken kurt değil, aslan tercih edilmiştir.

“Köylünün milletin efendisi olduğu” tutumunun yaygınlaştırıldığı, küçükbaş hayvancılığın ekonomide çok önemli bir yer tuttuğu bir dönemde kurtta ısrar edilebilir miydi? Bütün bunların toplamı üzerinden vurgulamak gerekir ki bilerek ya da bilmeyerek bugün bozkurdun ulusal bir sembol olduğunu iddia edenler “yerli ve milli” faşizmin yaygınlaştırılmasına, Nazizm’in sembolü ile eş değer olan kurt işaretinin meşrulaştırılmasına ve masumlaştırılmasına yardım etmiş oluyorlar. Malum el işareti ile yapılan bu sembolün tarihi çok kanlı ve vahşidir. Halk kitlelerinin gerek mitolojik destanları tarihte bırakması nedeniyle gerekse de uyduruk destanları parçalaması nedeniyle, egemenliği, savaşçılığı, sömürücü sınıf hakimiyetini, onların kökenlerini hatırlatan ve temsil eden destanlar geride kalmıştır. Bazı destanların parçası olan yiğitlik ise kitleler ve onların en iyi evlatları tarafından temsil edilmektedir. Kitlelerin henüz kendi destanlarını yazmaya başlamadığı, bunun için bir hazırlık dönemi yaşadığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bu dönemde iyi hazırlık yapanlar, yarınlarda güvenle ilerleyeceklerdir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa