Sıkışıklığın dayanılmaz hafifliği
Fotoğraflar: AA&Evrensel
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Çek Yazar Milan Kundera’nın 1984 yılında yazdığı harika kitabın başlığını, yazardan manevi huzurunda özür dileyerek aldım. Moda olmuş kavramları yazılarımda kullanmaya karşı alerjim olduğu halde, bu ifadenin bugünkü yazıya başlık olarak fevkalde iyi oturduğunu düşündüğümden, kullandım.
Evet, ekonomide durum sıkışık ve vahimdir; Mehmet Şimşek için ise durum daha başka türlü sıkışık ve vahimdir. Tüm yalvarış ve yakarışlarınıza rağmen, ekonomiye güçlü bir para girişi olmadığı gibi, cari açık ve bütçe açığı da önlenemez boyutlara koşmaktadır. Faiz ile fiyat arasındaki ilişki kopmuş durumdadır. Ekonomiyi ayakta tutabilmek için emek baskılanmakta, Suriyeli sığınmacılar/göçmenler aşırı sömürüye tabi tutulmakta, emekli dışlanmakta, adeta kapitalizmin piyasa kuralı dahi çiğnenircesine bazı sermaye çevreleri ile içli dışlı olunmakta ve tüm çırpınışlara rağmen çareler tükenme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Pusuda bekleyen siyasi ve hukuki riskler siyasileri günahları gibi korkutmakta, erken seçim baskısı karşısında tam bir sıkışıklık durumu yaşanmaktadır. Ekonominin can damarlarına hakim olan kur üzerine uygulanan baskılama da giderek gücünü yitirme aşamasına gelmiş bulunmaktadır. O kadar ki tüm dualarımız ABD’de enflasyon değerlerinin olumlu gelmesi ve Fed’in faizi yükseltmemesi yönündedir.
Genel manzara bu iken ancak ölümle vazgeçilebilecek “itibardan/kibirden fedakarlık” edememe huyumuzla, TBMM’nin mal ve hizmet alımının 6.5 katına ulaşan Cumhurbaşkanlığının mal ve hizmet alımları, sermayeye aşırı sempatimizin bağışı olarak tanınan istisna, muafiyet ve sair benzeri vergi harcamaları da hemen her yıl bütçe açıklarına denk tutara ulaşmaktadır. Bu bağlamda, 2024 yılı bütçesinde öngörülen 2.7 trilyon lira dolayındaki açığa denk gelecek düzeyde 2.2 trilyon vergi harcamasının ülkeye maliyeti, bu açığı kapatmak için başvurulan borçlanmanın faizini de kapsayacak şekilde sermayeye sağlanan kazancının çok üzerindedir. Bu devasa israf niteliğindeki vergi harcaması, 2025 ve 2026 yılında da, bütçe gelirlerinin, sırasıyla, yüzde 26 ve 25 dolayında bölümünü alıp götüreceği şekilde planlanmaktadır. Bir an düşünelim, vergi borcu, parlamentoda kabul edilmiş yasalar muvacehesinde toplumsal yükümlülük olarak kabul edildiğinde, yasa değişmeden, bir kararla sermayeye tanınan ayrıcalığın faizi ile birlikte maliyeti halka yıkıldığında, bu durum halkın bu sermayeye ortak olduğu gerçeğini yansıtmaz mı? Peki, nasıl oluyor da hem istisna veya muafiyete alınarak ödenmeyen vergi borcu, hem de bunun telafisi için bütçeye yazılan faiz yükü gönül rahatlığı ile halka yıkılırken, işin öbür tarafında tanınan avantajlı haksız kazanç sermaye ve kimi patronların malvarlığına varsıllık olarak geçiyorken, bir zamanlarda faiz baskılamasında “Nas” söylemine sığınarak siyasi propaganda yapanlar böylesi haksız servet kaydırmasına siyasi sistemde gönül rahatlığı ile izin verebiliyor? Bu nasıl bir ahbap-çavuş kapitalizmi ki (crony capitalism) bütçeye dahil olabilen uyanıklar hem de kamuoyuna fazlaca yansımadan, abat olabiliyor/yapılabiliyor, dışında kalanlar ise aleni şekilde zorla yaşamını sürdürmeye mecbur bırakılıyor? Aynı durum, yani kamusal israf, parlamento mevcudu için de söz konusu değil mi? Milletvekillerinin parlamento sistemindeki davranışları milletin vekili anlayışında değil de parti başkanının vekili anlayışında ise, parti başkanlarının hanesine yazılması gereken bu paralar niçin milletin bütçesine gider olarak yazılır ki? Parlamento tarihimizde herhangi bir milletvekilinin partisi tarafından getirilen bir tasarıya aleyhte oy verdiği görülmüş müdür? En azından herhangi bir milletvekilinin, bütçe görüşmeleri esnasında, müvekkilinin hakkını koruma babında söz konusu devasa vergi harcamalarına karşı çıktığı görülmüş müdür? Kısacası, parlamento müzakerelerinde ve oylamalarda parti yararı ve/veya gelecek dönem adaylığını garantiye alma endişesi dışında, milletvekillerinin her birinde toplumsal yarar gündeme gelmiyorsa, o kalabalığa ve israfa bir gerek var mı?
İşte bu çarkların arasında sıkışan Şimşek de laf geçiremediklerine dokunamadan, kısmi şovla, hiç değilse, Batı nezdinde kendi prestijini olabildiğince kurtarmaya çalışmaktadır. Vergi yasası operasyonu, söz konusu sıkışıklıklar arasında bakanlığının yegane manevra alanındaki Şimşek’in kendi sıkışıklığını ekonomiye aktarma refleksinden başka bir şey değildir. Yasaya baktığımızda, hemen her yasa teklifinde ve bütçe metni başlangıcındakileri andıran genel ve uygulama olasılığı olmayan hükümlerle karşılaşırız. Örneğin, vergi adaletinin kurulması (toplumda genel adalet durumu ortada iken!); sürdürülebilir büyümenin sağlanması (enflasyon, geleceğe güvensizlik, çöken eğitim vs ortada iken!); vergiye uyumun arttırılması (her iki yılda bir af çıkarılırken!); dolaysız vergilerin payını arttırmak (beyannameli oranının düşüklüğü, kaçakların devasa boyutu, Suriyeli sığınmacılarla merdiven altı ekonomi ve nereden buldun kuralının olmadığı ortamda!) gibi ekonominin ve vergi sorunlarının hemen hemen her derdine deva olacakmış gibi! Sıralanan başlangıç maddelerini görürüz. Bundan beş ya da on yıl önceki bütçe metinlerinin başlangıç hükümlerinde de tıpatıp aynı hükümlere rağmen, durum hâlâ bu ise bu hükümlerin bir anlamı yok demektir!
Metin, kısmen pratikte saptanan bazı ufak aksaklıların giderilmesine ve yönetsel konularda ya da teknik uygulamada karşılaşılan sorunları düzeltmeye yönelik kısmi yeniliklerle gereğinden fazla gürültüye mahal vermektedir. Yasada, Kurumlar Vergisi’nin 13. maddesine eklenmesi planlanan “Yerel ve Küresel Asgari Kurumlar Vergisi” hükmü hem Batı ile uyum sağlanması hem de başka ülkelere kayabilecek olası vergi kayıplarının önlenmesi açısından olumludur. Buna karşın, serbest bölgelerde faaliyette bulunan mükelleflere tanınan kazanç istisnasının ihracat geliri ile sınırlandırılması ise ekonomik faaliyetleri ve kamu varidatını kısıcı etki yaratabilir. Osmanlı döneminde dış ticaret önemli vergi geliri sağlama kanalı idi çünkü dış ticaret oldukça kesin kayıt tutulan yerdir. Anlaşılan Osmanlıcılık burada da depreşmiş!
Yap-işlet-devret saçmalığı kamu kesimi tarafından da anlaşılmış olacak ki bu alana uygulanan kurumlar vergisi oranı yüzde 30 olarak yükseltilmektedir. Benzeri bir olumluluk da yatırım fon ve ortaklıklarına tanına istisna kazançların bir kısmının dağıtılması koşuluna bağlanması hükmünde görülür. Yasada KDV ile de ilgili bazen doğrudan gider yazılması gibi detay bazı teknik düzenlemelerin kolaylaştırıcı olduğu düşünülmektedir.
Bir zamanların, yanılmıyorsam Bülent Ecevit döneminin, ünlü bir maliye bakanı vardı: Zekeriya Temizel. Bu zat, büyük bir hevesle Gelir Vergisi Yasası’nın ikinci maddesini adeta değiştirerek, Yasa’nın tadadi anlayışını pozitif anlayışa dönüştürmeye, nereden buldun da harcadın mealinde bir hüküm getirmeye çalıştı. Bu yaklaşım çok doğru idi fakat Sayın Temizel’in siyasi yaşamına mal oldu! Bu ders çok önemlidir. Bu tarihi dersi kendimden bir örnekle de zenginleştirmek isterim. Geçmişte bir zaman Columbia Üniversitesinden Prof. Carl S. Shoup Maliye Bölümüne davetli olarak gelmişti. Ben de bu zatla bir gün konuşurken kendisine vergi adaleti falan gibi ipe sapa gelmez cahilane şeyler söyledim. Shoup, çok kibar edasıyla bana “Dr. Önder, bir asistanımla doktora tezi yapıyoruz. İzleyin ve çalışma yayımlandığında almanızı öneririm” dedi. Ben bu müdahaleye biraz da olsa bozulurken, hocanın kibarlığından çok şey öğrendim. Bu çalışma bitti ve kitaplaştırıldı. Ben de aldım. Kitabın Yazarı, Shoup’un Doktora Adayı Harley H. Hinrichs idi, kitabın adı ise Ekonomik Kalkınma Sürecinde Vergi Yapısı Değişiminin Genel Teorisi idi. Kısacası, vergi olgusu, sanıldığı gibi her an oynanabilecek ve istenen kalıba sokulabilecek bir olgu olmayıp, ekonomik sistem ve ekonomik kalkınma aşamasına bağımlı edilgen bir sistemdir. İleri ülkeler için de oluşturulma tarihi 1970’lere dek uzanan Diamond- Mirrlees çalışmasında ortaya koyulan “sosyal refahı yükseltici optimal vergi” sistemine ulaşılmaya çalışıldı, derslerde anlatıldı fakat sermayenin olağanüstü güç kazandığı günümüz koşullarında hepsi hayal oldu. Günümüzde vergi topu, ödeyebilen gariban arasında dolaştırılmaktadır.
Vergi operasyonu ne zamanlama açısından uygundur ne de içerik olarak toplumu rahatlatacak ve temel sorunları çözebilecek nitelikte görülmektedir. Ekonominin en sıkışık zamanında, maliyetlerin aşırı yükseldiği dönemde firmalar üzerine bir de vergi yükü getirmeye kalkmak akılla değil ancak ekonominin ve ülkenin çökertilmesi emriyle uyumlu olabilir. Yeni bir anayasa çılgınlığında olduğu gibi, vergi konusunda da durum benzerdir. Var olan Anayasa’ya samimi ve dürüst şekilde uyulsa birçok sorun halledilir; aynı şekilde vergi yasalarındaki istisna-muafiyet vs gibi vergi harcamaları da ayıklanırsa, Cumhurbaşkanlığı, Diyanet ve din işleri harcamaları optimal düzeye çekilebilirse, kamunun çeşitli israf kalemleri kaldırılsa yeni bir vergi için acele etmeye gerek kalmaz. Ne var ki Şimşek’in kolları buralara uzanamıyor!
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56