21 Temmuz 2024 04:18

Çok çalışıyoruz

Dokuma tezgahında çalışan işçi

Görsel: Midjourney/Fırat Turgut/Evrensel

PAZAR
Paylaş

“Esnek çalışma saatlerine uyumlu takım arkadaşları aranıyor.”

Yani?

Akşam geç çıkılabilir. Mesaiye kalınabilir. Müşteri varsa iş uzar. İşler eve taşınabilir. Gece telefon, mail gelebilir. Hafta sonu hafta içine dönebilir.

Hatta… Hayat işten ibaret olur. Sosyal hayat kalmaz. Psikoloji bozulur.

İlginç olan şu ki, hoplayan zıplayan robotlara, espri patlatan yapay zekaya, gelişen dijital teknolojilere rağmen…

Endüstri 4.0, Toplum 5.0, robot ekonomisi, trans-hümanizm, dijital toplum, akıllı kent diye bunca yaygaraya rağmen neden işimiz azalmıyor?

Tekno-vaatlerin en ciddisi bizi uzun çalışma sürelerinden kurtarmak değil miydi? Daha az çalışıp daha özgür olmayacak mıydık?

NEDEN DAHA ÇOK ÇALIŞIYORUZ?

Erdem Aksakal’ın kitabına verdiği isim gibi: “Çok Çalışıyoruz”

Normalde istikamet tersi yöndeydi: 1870’lerden 1970’lere kadar, yaklaşık bir yüzyıl boyunca yıllık ve haftalık ortalama çalışma süreleri düştü. Bu tarihlerde bir şey oldu ve düşüş yarım yüzyıldır büyük ölçüde durdu. Hem de Batı dünyasında kişisel bilgisayar devriminin yaşandığı, robotların fabrikalarda yaygınlaştığı, derin öğrenmenin yer yanımızı sardığı, yani çalışma sürelerinde kısalmanın beklendiği bir dönemde durdu.

Neden? Teknoloji bu kadar hızlı ilerlerken neden çalışma süremiz düşmüyor?

Bu garip durumu anlamaya çalışan Cambridge İktisat Dergisi[1], dosya konusunun giriş yazısında çalışma sürelerindeki artış eğilimine dair dört neden tespit ediyor. İlki, sendikaların ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesindeki zayıflama. 1980 öncesinde güçlü sendika ve siyasal örgütlenmelere sahip olan işçiler, bu olanaklarını yitirdiğinde çalışma süreleri de yeniden uzama eğilimine girdi.

İkincisi, yönetim ve denetim pratikleri ile performans odaklı çalışma sistemi. Neoliberal işgücü piyasasında esnek çalışma standartları yaygınlaştıkça normlar değişti. Üstüne dijitalleşmeyle birlikte artan denetim ve iş yoğunlaştırma teknikleri de eklendi. Böylece daha az işçiyle daha çok çalışma baskısı arttı. Makalede sayılan ve daha az etkili diğer iki neden ise tüketim çılgınlığı ve özellikle profesyonel mesleklerdeki işkoliklik.

SÖMÜRÜDEN DAHA KÖTÜSÜ

İşin daha da ilginci çalışma sürelerindeki artış eğilimi ya da düşüşteki kesinti “hiç çalışmama” ile, yani işsizlikle bir arada.

Daha fazla çalışmaya ihtiyaç varsa, ki tartışmalı, işsizler ordusundan yeni işçi almak yerine mevcut işçileri daha fazla çalıştırmak tercih ediliyor. Öyle ki, aynı işsizler ordusu, çalışanların, daha çok çalışmaya rıza göstermesi için bir baskı aracı olarak kullanılıyor: “Çalış, kapıda senin gibi binlercesi var!”

Kapitalizmde sömürülmekten daha kötü bir şey varsa o da sömürülmemektir. Yani işsizlik. Emek gücünün kullanım hakkını, yani benliğini, kapitaliste satmak üzerine kurulu piyasa ekonomisinde geçinmenin şartı sömürülmek ve çok çalışmak.

HAFTADA 4 GÜN

Ne güzel olurdu?

Ancak, çalışma süresinin seyri bir ölçüde güç meselesi. Sınıflar arasındaki kuvvet ilişkisi.

İşçilerin örgütlü gücü yoksa, haftalık yasal çalışma süresi 44 saat olsa da Çin’de olduğu gibi 996 sistemi uygulanır: Sabah 9:00’dan gece 9:00’a haftanın 6 günü.

Elbette başka etkenler de var. Her ülkede çalışma süreleri ve normları tarihsel özgünlüklerle şekillenmiştir. Bunlar iktisadi bağlamı da içerir. Türkiye gibi ucuz işgücü temelinde ihracata dayalı ve bağımlı bir ekonomide çalışma süresinin Avrupa’nın en uzunu olması rastlantı değil: Ucuz işgücü aşırı çalışma.

Düşük ücret ve çok çalışma baskısı neredeyse evrensel. Kapitalizme içsel.

Ancak mikro ve bölgesel farklılıklar var. Teknolojik hakimiyete sahip ülkelerde en azından bazı sektör ve şirketlerde bu baskı daha az. Çalışma süreleri kısaltılmaya daha açık. Dünyanın tatlı kârlarına tekelci avantajlarla el koyan Google gibi bir şirketseniz, belirli alanlarda işçilere çok daha kısa bir çalışma haftası sunabilirsiniz.

Özellikle Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerinde tartışma konusu olan haftada 4 gün çalışma, bu nedenle oldukça sınırlı bir bölge ve şirket için güncel.

HAFTALIK 35 SAAT

Peki neden Türkiye’de daha düşük çalışma süresi mümkün olmasın?

En önemli kısmı güç meselesi… Dünya genelinde işçilerin mücadelesi olmasaydı bugün hâlâ günde 12 ila 15 saat çalışıyor olurduk. Talep etmeden, örgütlenmeden hiçbir patron “Sen artık daha az çalış ama ben sana aynı parayı vereyim” demez. Öte yandan bu, tek bir işyerinin sorunu değil. Çalışma normunu, yasasını, düzenini değiştirmek üzere politik bir gündemdir. Politikanın konusudur.

İkinci kısmı, Türkiye bu ekonomik yapısıyla, bu siyasal yönetimiyle çalışma sürelerinde ciddi bir kısıtlamaya gidemez. İktidarın değişmesi de yetmez. Ucuz işgücüne dayalı, bağımlı ekonomi değişmeli. Dahası kâra ve sömürüye dayalı tekelci sermaye sistemi değişmeli.

Dolayısıyla 35 saatlik çalışma haftası sadece “Biraz az çalışalım” talebi değil “Bu ülkeyi yeniden kuralım” ufkunun alt başlıklarından biridir. Bu ufuk geleceğimizdir.

[1] https://academic.oup.com/cje/issue/48/1

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa