21 Temmuz 2024 06:18

Bir devlet projesi olarak teşvik revizyonu

Fotoğraflar: Freepik, Unsplash | Kolaj: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Türkiye kapitalizminin gelişimi, diğer ülkelerde olduğu gibi devlet aygıtının ölçeği ve kapasitesiyle doğru orantılıdır. Kapitalist devlet sadece egemen sınıfların baskı aygıtı olmakla kalmaz, aynı zamanda farklı sınıf taleplerini ve çıkarlarını dengeleyen, üretim ve bölüşüm politikaları aracılığıyla sınıflar-arası ve sınıf-içi güç ilişkilerini belirleyen, küresel meta dolaşım ve tedarik zincirlerinde ulusal sermayenin çıkarlarını koruyan ya da uluslararası sermayenin yoğunlaşmasını hızlandıran, hukuk sistemiyle toplumsal ilişkileri düzenleyen bir aygıttır.

Tarihsel bloğun yapısına ve bileşenlerine göre kapitalist devletlerde farklı “devlet projeleri” rekabet halindedir. Çünkü liberal söylemin aksine devlet, “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” ilkesiyle değil, müdahaleci araçlarla işleyen hiyerarşi sistemini inşa ederek var olabilir. 

DEVLET MÜDAHALESİ

Marksist devlet teorisyenlerinden Elmar Altvater, kapitalist devletin müdahale alanlarını şöyle sıralar:

  1. Üretimin genel maddi koşullarının oluşturulması;
  2. kapitalist toplumdaki hukuki öznelerin ilişkilerinin içinde cereyan ettiği genel hukuk sisteminin belirlenmesi ve korunması;
  3. ücretli emek ile sermaye arasındaki çatışmanın düzenlenmesi ve gerekirse işçi sınıfının siyasi baskı altına alınması (sadece siyasi ve askeri araçlarla değil);
  4. kapitalist dünya pazarında toplam ulusal sermayenin güvence altına alınması ve genişletilmesi. Altvater bu dört işlevin burjuva devletin genel özellikleri olduğunu ve ancak sermaye birikiminin tarihsel temeli üzerinde geliştiğini belirtir. 

Kapitalist devletin müdahale mekanizmaları hâkim devlet projesinin karakterine göre işler.

DEVLET PROJESİ

Her tarihsel blokta bir veya birden çok devlet projesi vardır. Devlet projesi, sadece bir temsil ilişkisine indirgenemez; devletin farklı alanlardaki ve farklı ölçeklerdeki çeşitli eylemlerini tek bir vektörel doğrultuda birleştirmeye çalışan özgün bir yönetimsel rasyonalitedir. 

Devlet aygıtı, sürekli oluşum halinde olan çatışmalı bir yapıdır ve kurumsal eşbiçimliliğin sağlandığı durumlarda bile içsel birliğe sahip değildir. Farklı sermaye gruplarının ve bunların siyasi temsilcilerinin birden çok çıkarı ve talebi vardır; kimi zaman söz konusu projeler arasında rekabet de yaşanır. Projeler birbirlerini (darbe, dava, siyasi şantaj vs. gibi yöntemlerle) tasfiye edebildiği gibi, çeşitli uzlaşı mekanizmalarıyla birleşebilirler de. Denebilir ki her sınıfın özgül bir “devlet projesi” vardır, hâkim olan proje baskın hale gelir ve devlet iktidarı aracılığıyla somutluk kazanır. Sürekli ve dayanıklı projeler ise anayasal anlaşma veya kurumsal uzlaşmaya gömülü olanlardır. 

2008 krizinden bu yana Türkiye’de yaşanan tüm büyük siyasal ve toplumsal olaylar ve kırılmalar, yeni tarihsel bloğun ortaya çıkış sancılarıyla ilişkilidir. Örneğin 2017 yılında Başkanlık sistemiyle birlikte siyasal rejim değişikliği yaşanmasına karşılık buna uygun bir anayasal anlaşma (“yeni anayasa”) yapılamamıştır. Bu durum, hâkim devlet projesi üzerinde konsensüs olmadığının veya aslında bir devlet projesi bulunmadığının işaretidir.

Gramsci’nin meşhur sözündeki gibi “yeni ortaya çıkmıyor”, ancak eski de kolay ölmüyor. Bu durumun birden çok nedeni bulunmasına karşılık, bizim odak noktamız büyük sermaye tarafından biçim kazandırılan yeni devlet projesinin işaretlerinden birisi olacak: Teşvik sistemi.

TEŞVİK SİSTEMİ

Emek maliyetlerini, vergi yükünü ve finansman giderlerini azaltan teşvik sistemleri, sermayenin merkezileşmesinde ve yoğunlaşmasında kritik rol oynar. Yatırım teşvik sistemi aracılığıyla, farklı ölçek ve büyüklüklerdeki şirketlerin ulusal ya da uluslararası pazardaki hareket alanı genişler.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verilerine göre yeni teşvik sisteminin uygulamaya konduğu Haziran 2012-Nisan 2024 arası dönemde, 90 bin 498 adet teşvik belgesi düzenlendi. Bu belgelerin 86 bin 804’ü yerli, 3 bin 694’ü yabancı sermayeli firmalara verildi. Belgeler kapsamındaki toplam sabit yatırım tutarı 10 trilyon liraya ulaştı. 

Teşvik sistemlerinin özelliğinden birisi de, hâkim sermaye birikim rejimine göre hangi yatırımlara öncelik verileceğine, dolayısıyla hangi sermaye gruplarına ve hangi sermaye havzalarına (OSB, endüstri bölgesi vb.) devletten daha fazla kaynak tahsis edileceğine karar verilmesidir. Yürürlükteki devlet projesine göre bir “stratejik seçicilik” söz konusudur.

Türkiye’de enerji sektörünün —özellikle yenilenebilir enerji alanının— gelişimine göre düzenlenen teşvik belgeleri de artmıştır. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın verilerine göre teşvik belgeleri 2022’ye kıyasla yüzde 31,4 artışla 3 bin 765 adede, gerçekleştirilecek yatırımların tutarı da reel olarak yüzde 91,7 artışla 261,6 milyar liraya ulaştı. Toplam yatırım tutarı içinde enerji sektörünün payı 2021’de yüzde 5,9 iken, 2022’de bu oran yüzde 9,7’ye, 2023’te ise yüzde 18,5’e yükseldi.

Bölgesel düzeyde teşvik sistemi, önceliğin sermaye havzalarına verildiğini kanıtlar niteliktedir. Son 10 yılda yatırım teşvik belgelerinin yüzde 39,4’ü (35 bin 627 adet) Birinci Bölge’de gerçekleştirilecek yatırımlara verildi: İstanbul, Ankara, Kocaeli, İzmir, Antalya, Bursa, Eskişehir, Muğla, Tekirdağ. Ekonomi yazarı Naki Bakır’ın belirttiği üzere teşvik belgesine bağlanan toplam yatırımların 4 trilyon 190 milyar liralık kısmını alan Birinci Bölge’nin toplam yatırımdaki payı yüzde 41,6’ya çıkarak, bölgesel eşitsizlik süregeldi.

TEŞVİK REVİZYONU

Ne var ki, teşvik sistemi gerek mevcut haliyle gerekse yeniden karakter kazandırılan devlet projesi bağlamında yeterli görülmemektedir. 14 Mayıs 2023 genel seçimlerinin ardından Türkiye’nin en büyük sermaye gruplarından Zorlu Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu, “Sanayimizi ihracat odaklı olarak dönüştürmeliyiz. Ekonomimize katkı sağlayan tüm şirketler için hazırlanacak teşvik politikalarıyla topyekûn bir değişim ve dönüşüm sağlamalıyız,” diye açıklama yaparken; İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı “Firmaların yatırımlarına teşvik edici uzun vadeli yeni politikalar belirlemeliyiz. Orta yüksek teknolojili ürün yatırımlarına daha yüksek teşvik vermeliyiz,” diyerek teşvik sisteminde revizyon talep etmişti. İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener de “vergiyle birlikte teşvik sisteminin de gözden geçirilmesi gerekiyor,” diyerek sermayenin taleplerinde ısrarcı olduğunu göstermişti.

Teşvik politikalarındaki değişiklik, devletin yatırım önceliği kapsamında sermaye birikim modelinin “yeni” niteliğini açığa çıkaran gelişmelerden birisidir. Konuyla ilgili en net talep ve itiraz TÜSİAD’ın geçtiğimiz yıl hazırladığı “Türkiye Sanayisinin Bugününe Bakış ve Öneriler Raporu”nda dile getirilmiştir:

“Teşvik sisteminin ikiz dönüşümün (dijitalleşme ve karbon ayak izinin azaltılmasını da içeren yeşil dönüşüm) gereklerine göre şekillendirilmesi önem arz etmektedir.”

“Teşvik politikalarının etkileri daha sistematik bir biçimde analiz edilmeli, politikalar bulgulara göre gözden geçirilmelidir.”

Büyük sermayenin teşvik sistemindeki revizyon talebi, TÜSİAD ve TÜRKONFED’in “ikiz dönüşüm” çerçevesinde uzun zamandır yürüttüğü orta ve yüksek katma değerli üretim ve ihracat odaklı sanayileşme (Sanayi 4.0) projesinin gerekliliklerinden birisidir. TÜSİAD’ın raporunda “…şirketlerin (özellikle yardımcı sanayide) teknoloji yenilemek yerine teşvikler sayesinde görece daha düşük ücretlerle çalışan işgücü kullanımını artırarak büyümeyi tercih edebildikleri” tespiti, teşvik sisteminin mevcut haliyle emek yoğun üretim ve düşük teknolojili meta üretimine yaradığını göstermektedir.

Bizzat IMF programı olan 2024-2026 Orta Vadeli Programı’nda (OVP) da yatırım teşvik sisteminin “yeniden yapılandırılacağı”, yatırımların “katma değer, ithalat bağımlılığını azaltma, teknolojik kapasite, rekabet, araştırma ve geliştirme, yeşil ve dijital dönüşüm gibi unsurlar çerçevesinde öncelendirileceği” belirtilmiştir.

ISO 500 listesini baz alırsak yüksek ve orta-yüksek teknoloji yoğunluklu sektörlerin yaratılan toplam katma değer içindeki payı 4 puan arttı. Uluslararası kapitalizme entegre büyük sermayenin planladığı teşvik politikalarının hayata geçmesi bir süredir gündemde olan yeni sanayi politikalarının bir uzantısı olduğu kadar, esasen tekelleşmenin yeni bir aşamasına denk gelmektedir. Ne var ki, sürekli bahsedilen “derin teknoloji” yatırımlarına girişmek kolay değildir. TÜSİAD Girişimcilik Ekosistemi Çalışma Grubu Eş Başkanı, derin teknolojiye –yani üretken yapay zekâya, biyo-endüstri alanındaki teknoloji yatırımlarına– tohum aşamasında 10 milyon dolar, daha sonraki üretim safhası için 100 milyon dolarları aşan yatırım ihtiyacı bulunduğunu, Türkiye’de 10-20 milyon doları toplamanın zor olduğunu belirtmektedir. 

Bu boyutta bir dönüşüm için teşvik sisteminde değişiklik isteyen büyük sermayenin, devlet iktidarında daha dolaysız ve kaynakları kontrol edebileceği bir konuma ulaşması gerekmektedir. Birikim rejimiyle eşzamanlı ilerleyen —Gramscici anlamda— bir hegemonya projesine ihtiyacı vardır. Bir sonraki yazıda, IMF’nin de raporlarında geçen, teşvik sistemiyle hedeflenen yeni nesil sanayi politikalarına değineceğim.

____

 1) Elmar Altvater, Notes on Some Problems of State Interventionism, https://www.marxists.org/subject/economy/authors/altvater/1972/probsstate.htm
 2) Bob Jessop, Devlet: Dün Bugün Gelecek, çev. Atilla Güney, Epos Yayınları, Ankara, 2018.
 3) Naki Bakır, “Yatırımda aslan payı en gelişmiş 9 ilin”, Dünya Gazetesi, 28 Haziran 2024

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa