Biden’ın vedası
Fotoğraf: Muhammed Abdullah Kurtar/AA
22 Eylül 2021 tarihli yazıma şöyle başlamıştım:
“2021 başında ABD başkanlığının Donald Trump’tan Joe Biden’a el değiştirmesiyle yeşeren küresel iyimserlik, sonbahara girerken sararmış durumda. Biden liderliğinin liberal düzeni onarıp onaramayacağı sorusunun cevabı yavaş yavaş belirginleşiyor. Ve cevap olumlu değil.”
Yazının devamında Biden’ın politik projesini kendisinin favori rengi olan bejle tanımlamış ve Moda Yazarı Julia Hackober’a atıfla, bejin pandemi sonrasında kontrole olan rağbetin ifadesi olduğundan bahsetmiştim. Şöyle diyordu Hackober:
“Bej her şeyden önce hayatlarının kontrolünü elinde bulunduran ve bu kontrolü sergilemek isteyen insanlar için bir renk. Bu insanlar hiç terlemez, hiç etrafa döküp saçmazlar. Çünkü bej muhtemelen bakımı en yüksek maliyetli renktir.”
Aşağı yukarı üç yıl sonra bej iyice beyazlamış, kontrol iddiası da tamamen buharlaşmışa benziyor. Biden’ın başkanlığı gelecekte birçok yönüyle tartışılacak. Kanımca Biden dönemi hem iç hem dış politika açısından İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan transatlantik-transpasifik toplumsal düzenin son restorasyon çabası olarak görülebilir. Bu açıdan 2008 krizi sonrası iktidara gelen ve Ortadoğu savaşlarını bitirip Çin’le rekabete yönelen, aynı zamanda Doğu Avrupa’da Rusya’yla mücadele eden Obama döneminin bir devamı olarak da değerlendirilebilir. Sadece bu üç başlıkta bakıldığında Obama-Biden çizgisinin karaya oturduğunu söylemek abartı sayılmaz:
1) 2008’den beri Asya-Pasifik, Avrupa ve ABD ekonomik eş güdümü yakalamıyor. Bir zamanların ünlü Washington Uzlaşması gibi neoliberal amentülere rastlamak mümkün değil. IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar elbette işlevlerini sürdürüyor ancak eski hakimiyetlerini bir daha geri kazanmaları -en azından bugünden bakılınca- söz konusu değil. 2000’lerin gözde kurumu Dünya Ticaret Örgütü, ABD ve Avrupa’nın Çin’le mücadelesi sonucunda büyük bir krizde.
2) Bush’un başlattığı savaşlara nokta koymak -Obama’nın verdiği sözlere rağmen- Biden’a nasip olmuştu. Ne var ki başkanlığının son yılında patlayan savaşla ABD yeniden Ortadoğu’ya saplandı. Yıllardır çözümsüz bırakılan ve diplomatik manevralarla geçiştirilen İsrail-Filistin sorununun nasıl bir yumağa dönüştüğü malum. Lübnan’dan Yemen’e geniş bir coğrafyayı doğrudan savaş meydanına çeviren bu son kriz kolay kolay aşılacak gibi durmuyor. Yemen’deki Husilerin İsrail’in savunma kalkanını delecek saldırı teknolojisine sahip olduğunun ortaya çıkması bölgedeki dengeleri değiştirecek bir gelişme. Nitekim ekim 2023’ten önce İsrail’le yakınlaşmaya başlamış Arap devletlerinden gelen tepkiler ABD’nin tekrardan bu yakınlaşma sürecini devreye sokma çabasının pek başarı şansı olmadığını ortaya koyuyor. Kısaca: Önceki statükoya dönüş zor, yeni statüko yaratacak kaynak, irade ve hamle nerede?
3) Ortadoğu bu haldeyken Obama’nın Çin Pivotu da boşa düşüyor. Görünen o ki hem ABD hem AB Çin’e karşı gümrük tarifelerini yükseltmeye devam edecek. Yine Obama’nın ortaya attığı transpasifik ortaklık ise artık hatıralardan dahi silindi. Buna mukabil Çin’le Rusya’nın arasını açacak, bu ikisinin arasındaki çelişkilerden faydalanacak bir stratejik-taktik hat kurmak da mümkün olmadı. ABD’nin birincilliğini vurgulayan stratejistler Çin ve Rusya’nın uzun bir kara hududu boyunca komşu oldukları için potansiyel olarak birbirleriyle çatışabileceklerini ileri sürerdi. Potansiyel olarak belki de akla uygun; ancak bu potansiyelin aktüele dönüşmesi başka bir mesele. ABD ne Çin’i Rusya’ya ne Rusya’yı Çin’e karşı kışkırttı. Putin ise son Asya hamleleriyle Kuzey Kore’den Çin’e Vietnam’a ittifak tazeledi.
4) Gelelim Obama’dan Biden’a miras kalan son başlığa: Ukrayna. 2014’te başlayan Ukrayna-Rusya çatışması Obama dönemi boyunca Avrupalı ortaklarla beraber halledilmeye çalışıldı. Şubat 2022’de Rusya’nın yeni askeri harekatı sonucunda Minsk süreci sona ererken Avrupa’nın Ukrayna politikasında Washington ağır basmaya başladı. Lakin krizin başında kamuoyuna hakim olan, Rusya’nın bir yıpratma savaşıyla havlu atacağı beklentisinin yerinde yeller esiyor. Putin rejimi savaşın tüm maliyetini göğüsleyebilecek bir kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.
Bu dört başlık da Obama-Biden’ın temsil ettiği restorasyon çizgisinin temel sorununun aday değil, politika olduğunu ortaya koyuyor. Kimi Demokrat Parti çevreleri Biden’ın adaylıktan çekilme kararıyla rahatlamışa benziyor. Ancak bu iyimserliğin bir temeli var mı? Biden’ın yaş sorunu olmasaydı da Trump ciddi bir yükselişteydi. Yeni aday bu önleyecek mi göreceğiz, ancak yeni aday Obama-Biden’dan farklı nasıl bir program teklif edecek acaba? Mevcut dengeler içinde yalandan da olsa değişim vadeden aday şu anda hâlâ Trump. Yeni bir sanayileşme hamlesinin gerçekleşmediği koşullarda Trump’ı besleyen toplumsal dinamiklerin işlemeye devam edeceğini varsaymak için yeterli nedenimiz var.
Merakıma yenik düşüp 2024’ün moda renginin ne olduğunu öğrenmek için yine Moda Yazarı Hackober’a başvurdum: Şeftaliymiş.
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22
- Türbülans 07 Ağustos 2024 04:39
- Gençler, siyasi karteller ve seçimler 03 Temmuz 2024 03:39
- Berlin'de bütçe krizi 26 Haziran 2024 04:47