27 Temmuz 2024 04:01

Edgü

Ferit Edgü

Ferit Edgü | Fotoğraf: Kadir İncesu

Paylaş

Yine bol gündemli bir hafta geride kaldı. Ferit Edgü’yü kaybettik. Bu cumartesi yazısında biraz edebiyattan dem vurasım vardı. (Bunlaaaar dem vurmak diyerek DEM Parti ile olan ilişkilerini satır arasına yazmak niyetindeki kifayetsiz muhterisler midir? Yazar burada başka kelime mi bulamamıştır da dem vurmak demiştir? Vurmak fiili kullanan herkes haddini bilsin, ayağını denk alsın kiiii...) Hayat, sen yazı içeriğine dair planlar yaparken kendini başka bir gündemin sınavında bulmaktır bu coğrafyada. Evet Bahçeli bir liste hazırladı, kendimi liste içinde, tanıdığım herkesi de benim adıma endişede buldum. Arabamın fren balatasını kontrol ettirmemi nasihat edenden tut, gel bir süre bizde kal diyene, numaramı değiştirmemi söyleyenden uzun süreli vize veren ülke önerene...

Yanlış anlaşılma olmasın, hepsi arkadaş, dost çevresi. Öyle meslek örgütü, siyasi parti bizzat arayıp, mesaj atıp yanınızdayız da demedi yani. Ülkede yaşam kalitesinin geldiği durum budur. Kuru tehdide kuru “Yanındayız” açıklaması, bizzat tehdide bizzat yanınızdayız açıklaması, söz fiile dönerse içinde isim geçen basın açıklaması, hayati tehlike söz konusu olursa sıralı ziyaret vesaire. Akış genelde bu şekilde.

Ferit Edgü’süz yazmayacağım bu yazıyı, coğrafyanın dayattığı ezberlere baş kaldırmak bizim işimiz, ne dayatırsa dayatsın hayat, biz çok mühim bir kalem kaybettik, ısrarla anacağım.

Der ki bir satırında “Ortak dilin, ortak sözcükler demek olmadığını biliyordum”

Bu ülkede artık çok az insanla aynı dili konuştuğumu hissediyorum. Bir konuyu ezberinden, kalıplarından, tabulardan uzak tartışabileceğim, fikrimi geliştirecek, ufkumu açacak dimağ pek bulamıyorum.

Aynı cümleyi mesela ben kursam yatarı 20 seneden başlıyor, Bahçeli söyleyince Mecliste, grubunda alkış tufanı kopuyor.

Daha yakın zaman “Bu ülke sandıkla kurulmadı” demedi mi ben mi yanlış duydum, dinledim? Bu ülke silahlı mücadeleyle, Kuvayımilliye ruhuyla bağımsızlık kazanıp laik ve demokratik bir hukuk devleti diye kuruldu yazmıyor mu tarih?

E şimdi iktidarın ortağı çıkıp ne demiş oldu? Kalkıp zaten iktidarken dedi hem de. Aklım dur gitme, kır dizini otur yerinde.

Bahçeli defalarca “ahmak, budala, terörist, kifayetsiz muhteris” ve daha neler neler içeren konuşmaları öznesini değiştire değiştire yaptı. Biz ise işimiz bu olmasına rağmen bir siyasi partinin çizgisini, ideolojisini, tavır ve tutumunu eleştiremiyormuşuz.

Ya biz aynı dili konuşuyor görünüyoruz ama sözcüklerimiz ortak değil.

“İnsan yalnız yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla da insandır” der Edgü. Dönekleşemeyen çok da insandır bence, göz göre göre yalan söylemeyen, çıkarını hak diye dayatmayan, şiddete, ranta teslim olmayan ne de insandır hem de. İnsanlığından utanmak deyimi onlar için vardır. Yüzsüz olmayan insandır.

“İlkin bilmek gerekir. Zira, hiçbir şey bilmeyenin unutabileceği bir şey yoktur. Bilenin unutması ise gerçekte unutma değil, bildiklerini aşmasıdır” der. Bu üç cümleyi defalarca okumuşumdur ey okuyucu, dilerim sen de başa dönüp dönüp oku. Bildiğini aşmak üzerine biraz derin düşünmeli, kuru “Unutmayacağız”lardan büyük olabilir o bilenin unutmayı başarma hali, hani ışığın önündeki kayayı kenara ittirebilecek güçtür belki.

“Cahilde eksik olan akıl değildir. (O kurnazdır) Eksik olan ahlaktır” der. Cehaletle dalga geçme ve anlamaya çalış diye tembihlenirken senelerdir, bunu anlatmaya çalıyordum işte. Bilgisizlik değil ki mücadele ettiğimiz, çıkarını hak bellemiş kötücül bir kurnazlık. Kime konuştuğunu iyi bilmeli insan diye.

Kendinin, karşıtınla tanımlanmasına izin verme. Bir gün bakarsın, karşıtına dönüşmüşsün” der. Bu yüzdendir dilimizin ucuna gelse de hakaretler, küfürler (İnsanın aklından geçiyor, insanız, yapmadıklarımız kadar insan) ve daha neler neler, tutuyorsak içimizde, işte tam da bundan. Karşıta dönüşmemek adına. Çünkü bilimsel olarak da taklit ancak aslını büyütüyor.

“Ne kadar kısa yaşıyoruz ne uzun ölüyoruz” diyordu. Bir düşün ne kadar uzun süredir can çekişmekte olduğumuzu? Her gün doğadan, paradan, hayattan, neşeden, huzurdan, keyiften, imkandan, hayalden kısılarak, kanımız her gün biraz daha çekilerek, ne kadarcık hayat gördük ki şunun şurasında? sorusuyla ne kadar uzundur ölmekteyiz.

“En dar mahpus, size karşı olanla­rın arasında yaşamaktır” diyordu bu yüzden açık ve yarı kapalı cezaevlerinde hatta herhangi bir koğuş sisteminde yatanlardan çok daha tutsağız çoğumuz.

“Sanki bir başkasının adına yolculuk ediyorum” cümlesindeki gibi, bu muydu bakınca kendimize layık bulduğumuz yoksa sürükleniyor muyuz?

Hakkâri’de Bir Mevsim’de geçer:

Hoca, benim kardeş hasta, diyor. Nesi var? diyorum. Ateşi çok var, diyor. Ölecek. İlaç vereyim mi? diyorum. Hayır, portakal ver, diyor. Portakal yememiştir hiç.”

Böyle gözüküyor tahminim dışarıdan halimiz. Survivor izliyor bazıları, bazılarının derdi kim olacak masterchef, kimisi plajda doğru kadraj aramakta, tekliyorken kalbimiz.

Yine aynı kitapta:

“Bir tek şey istiyorum/Çaresizliği yenmek” diyordu. Benim de tek dileğim olsa bu cümleyi kurardım. Bir kavramı yenmek bazen tüm zaferleri oluk oluk peşinden akıtıyor.

Bunu da ancak bir hedef seçip ona hep birden ve sürekli yüklendiğimizde başarırdık. Biz tüm dertlere aynı anda eşit bölünelim derken çoklu bir çaresizlik yarattık.

Oysa “Yolcu, bir gün yolunu yitirirsen, artık eski yolunu bulmaya çalışma, yeni bir yol ara kendine” cümlesini altını çizip üzerine kafa yorarak okusaydık, belki de şu kaybettiren ezberlerden sapardık.

Hasılıkelam,

Vız gelir tırıs gider diye diye alıştırdık kendimizi, sayamadım bu kaçıncı “içimizde büyüyen boşluktaki yalnızlığımız.”

Yine de güzel bir yerde durmanın ve kitaplığımdaki Ferit Edgüleri okuyup anlamış olmanın hazzıyla yazıyorum. Bu haz ince bir kibir veriyor, karşıtımın bu zevki hiç yaşamadığını biliyorum. Geçen hafta alıntıladığım Sevilay Çelenk konuşmasındaki gibi ben de tehditkar, tahammülsüz, faşizan, bilimden, akıldan ve felsefeden uzak, çalışılmış cehaleti ve bu var oluş şeklini artık teorize etmiyor, küçümsüyorum.

Memleketle ilişkim artık Edgü’nün aşka bakışı gibi.

Ey muktedir, ey yargılayan, sorgulayan, ey bizi insan yerine koymayanlar, ey sevgili izleyen, en değerli okur, ey kıymetli ideolojimiz, ey benim güzel ülkem...

Sizinle ilgisi yok” artık pek şuracıkta yaşamakta diretişimin ve düşkünlüğümün bu topraklara ne bir çıkar ne bir karşılık ne bir ödül, “Sadece sevesim vardı” benim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa