04 Ağustos 2024 05:23

Suikastlara sis perdesi çekme ve İsrail'e yönelik hamaset kimin işine yarıyor?

Gazze'de bir binanın enkazında Haniye'nin fotoğrafını taşıyan iki genç

Fotoğraf: Dawoud Abo Alkas/AA

Paylaş

İsrail’in 30 Temmuz günü Beyrut’ta Hizbullah’ın önemli isimlerinden Fuad Şükür’e 31 Temmuz’da da Tahran’da Hamas’ın 1 numarası Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’ye düzenlediği suikastlar barut fıçısına dönüşen bölgedeki muhtemel gelişmeleri daha da tehlikeli hale getirmiş bulunuyor. Ama!..

Burada “Ama!..”dan sonraki gelişmeler önemli. Çünkü, İsrail’in kendi marifeti olduğu kör gözüm parmağına geçek olmasına karaşın bu tür suikastları açıkça kendi yaptığını söylemiyor. Ne var ki İsrail vücut diliyle olsun suikastın yol açtığı gelişmelerin sonuçlarından yararlanırken suikastı kendisinin geçekleştirdiğini dolaylı yollardan söylemiş olurken suikastları iç politikalarının malzemesi yapmayı gelenek edinmiş olan bölge gericilikleri de bu suikastların her yoruma açık hale gelmesini kendileri için fırsata dönüştürüyorlar.

 

 

SUİKASTLAR ÜSTÜNDEKİ SİS PERDESİ İSRAİL’İN İŞİNE YARAMAKTADIR!

 

Tabii burada bölge rejimlerinin gerçekleri saklama konusunda İsrail’in yalanlarını örtmesine yardımcı olacak kadar gerçekleri kamuoyuna açıklamamayı ilke edinmiş olmaları ABD ve İsrail’in bölge halklarının kafasını karıştırmalarını kolaylaştırmaktadır.

Nitekim önceki büyük suikastlarda oluğu gibi İsmail Haniye suikastında da İran saldırının nasıl gerçekleştirildiğini saklamaktadır. Öyle ki bu saklamayı saldırının yapıldığı binanın ilgili bölümünü “yeşil bir örtü”yle kapatarak saldırının nasıl ve hangi araçlar kullanılarak yapıldığını saklamayı adeta sembolleştirmiştir. Hele de saldırının nasıl ve hangi nedenlerle, hangi nedenlerle başarılı olduğunu “devlet sırrı” olarak saklamaktadır. Böylece de saldırıda kendisine yöneltilecek, Haniye’nin korunmasında “zafiyet gösterme” ve İran’da, Tahran’ın en güvenli denilen bölgesinin bile “güvenli” olmadığına dair eleştiri ve suçlamaları önlemeyi amaçlamaktadır.

Bu yüzdendir ki, Tahran’ın göbeğinde yapılan suikastın bir “drone saldırısı”yla mı, “balistik füze”yle mi yoksa New York Times’in iddiasında olduğu gibi “aylar önce Haniye’nin kaldığı adaya girilip bir suikast için patlama düzeneği mi oluşturulduğu”, tartıştırılmaktadır. Dahası bu “ihtimaller” Haniye’nin Hamas içinde “radikaller”le “ılımlılar” arasındaki çatışmanın sonucu öldürüldüğüne kadar götürülmektedir!

 

YAPAMAYACAĞINI YAPACAKMIŞ GİBİ KONUŞANIN TEHDİDİNİ KİMSE UMURSAMAZ!

 

Haniye’nin öldürülmesinin üstünden geçen dört günde bir kez daha gördük ki, İsrail’in önceki suikastlarında ya da Gazze’deki sivil halkı katletmeye yönelik saldırılarında da olduğu gibi Türkiye, İran ve öteki bölge ülkelerinde resmi makamlar İsrail’e karşı akla gelen en kötü sıfatları kullanıp bir ülkeye yapılabilecek en sert tehditleri yapmaktadırlar.

Ama ne var ki bu tehditlerin çok büyük çoğunluğu tehdidi yapan ülkenin yapamayacağı şeyler olmaktadır. Ki, tehdidi yapan yetkililer de yapacaklarını iddia ettikleri şeyleri yapamayacaklarını bildikleri için “Madem atıyoruz ne kadar yüksekten atarsak o kadar puan alırız” dercesine İsrail’e yönelik tehditlerini sıkça “yakarız, yıkarız”a kadar yükseltmekte bir sakınca görmemektedirler. Hele de bu atıp tutmalar iç politikada prim yapıyorsa ne kadar yüksekten atılırsa o kadar prim yapılacağı düşünülmektedir!

Örneğin İran İsrail’in doğrudan İran’a yönelik olarak giriştiği suikastlarda İsrail’e gerekli yanıtı “Zamanı gelince misliyle vereceği”ni söylerken “itidalli davranma”yı ilke edinirken Türkiye ise günü toplumda biriken tepkilerin gazını almak üzere “en sert” açıklamaları İsrail’in soykırıma varan katliamlarına yanıt olarak göstermeye çalışmaktadır.

Aslına bakılırsa Türkiye, İran ve Arap-İslam dünyasının İsrail’e karşı politikasının esasını da uygulayacağı sert açıklamalar oluşturduğu için ne Batılı emperyalistler ne de İsrail bu açıklamaları çok umursamaktadır. Bu yüzden İslam Birliği ya da birer birer İslam ülkelerinden yapılan “sert’, daha doğrusu hamasi açıklamalar İsrail’e ve arkasındaki batılı güçlere geri adım attıracak sonuçlar doğurmamaktadır.

 

ERDOĞAN’IN AÇIKLAMASI EN ÇOK KİMİN İŞİNE YARAR?

 

Bu konuda en son örnek olması bakımından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Temmuz akşamı Rize’de İsrail'in Filistin saldırılarıyla ilgili değerlendirmeler yaparken "Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, nasıl Libya'ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara (İsrail’e) da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok" demesiydi.

Bu açıklama bir yandan kendisine yönelik kamuoyundan gelen “Bir şey yapılmıyor” eleştirilerine, “Bakın biz İsrail’e kimsenin yapmadığı kadar sert konuşuyoruz” öte yandan da Batılı emperyalistlere (ABD, AB, NATO’ya) “Biz İsrail’e sert açıklamalardan fazlasını yapmıyoruz” diyerek selam gönderme anlamına geliyordu.

İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz ise Erdoğan'a yanıt olarak “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in izinden giderek İsrail’e saldırma tehdidi savuruyor” diyerek tepki gösterse de Batılı emperyalistlerden bugüne kadar bir tepki gelmiş değil. Gelmesi de beklenmiyor. Çünkü onlar Erdoğan Türkiye’sinin siyaset tarzını test etmiş ve çözmüş bulunuyor!

Peki, “İsrail bu açıklamadan rahatsızlık duyuyor ama korkuyor mu” denirse bu sorunun yanıtı “hayır”dır. Çünkü İsrail de ve diğer ülkeler de biliyor ki Türkiye askeri bakımdan ne kadar güçlü olursa olsun bugünkü koşullarda İsrail’in içine girecek bir askeri harekata girişemez. Ama İsrail bu iddiayı kullanarak ABD ve Batılı emperyalistlerden daha çok para, daha çok silah istemek için Erdoğan’ın bu açıklamasını fırsata çevirebilir.

Daha da önemlisi İsrail ve Batılı emperyalistler, İsrail hükümetine karşı sokaklarda olan İsrail muhalefeti ve dünyanın her yanındaki İsrail’in Filistinlere yönelik katliamına karşı mücadele eden halklara, “Bakın Türkiye de İsrail’i yok etmekle tehdit ediyor. Üstelik Türkiye İran gibi uzak ve askeri ve teknik bakımdan geri değil. Bu bizim için son derece büyük tehdit” diyerek kendisine karşı yükselen halkların muhalefetini bölecek bir bahane olarak kullanabilir.

Bu yüzden de bölge ülkelerinin İsrail’e yönelik yapacakları birtakım girişimleri yapacakmış gibi konuşmaları, hamasi nitelikli açıklamalar kendi iç politikalarının malzemesine dönüştürmeleri sadece İsrail ve arkasındaki güçlerin işine gelmektedir.

 

EMPERYALİSTLERE KARŞI MÜCADELE EDİLMEDEN İSRAİL YENİLEMEZ!

 

Yusuf Karadaş arkadaşımızın önceki günkü köşesinde çok açık ifade ettiği gibi, İsrail sadece İsrail değildir ve arkasındaki ABD ve Batılı emperyalistler olmasa sıradan bir Ortadoğu devleti olurdu. Bu yüzden de İsrail’e karşı mücadele etmek isteyen bölge ülkeleri ve halkları ancak bölgeden ABD’yi ve öteki emperyalistleri kovma amaçlı mücadeleyi geliştirdikleri ölçüde İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü kanlı mücadeleyi yenilgiye uğratabilirler.

Bu yüzden de bölge halkları ABD ve NATO’ya sağladıkları imkanları kestikleri ölçüde Filistin davasına gerçek bir katkı yapacaklarını bilmek zorundadırlar.

Bu gelişmeler dikkate alındığında bu yazıyı burada, Haniye suikastı sonrasında Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan’ın yaptığı açıklamadaki; “Türkiye İsrail ile tüm askeri, ticari ve diplomatik ilişkilerini kesmeli; çatışmaları körükleyen NATO’dan çıkmalı, emperyalistlerin üsleri kapatılmalıdır.

Saldırılarını emperyalistlerin desteği ve bölgedeki iş birlikçilerinin tepkisizliğine güvenerek sürdüren İsrail’in siyonist iktidarını durduracak tek güç, dünya halkları; işçi ve emekçilerin mücadelesidir” sözleriyle bitiriyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa