04 Ağustos 2024 05:24

Yeni Osmanlıcılığın Afrika’daki tezahürü

Fotoğraf: TCCB

PAZAR
Paylaş

Türk askerinin Somali’deki görev süresinin iki yıl daha uzatılmasını öngören tezkerenin geçen hafta Mecliste onaylanmasının ardından Türkiye’nin Afrika’daki askeri varlığı ve bu varlığın hangi ekonomik ve siyasal çıkarları koruduğu tartışması yeniden gündeme geldi.

Asya’dan sonra dünyanın en hızlı büyüyen ikinci kıtası olan Afrika, zengin enerji ve maden kaynakları ve artan genç nüfusu ile birçok emperyalist ve kapitalist ülkenin iştahını kabartan bir pazar konumunda bulunuyor. Bu durum Fransa, İngiltere, ABD, Almanya gibi bu kıtada sömürgeci bir geçmişe de sahip olan emperyalistlerin yanı sıra son yıllarda Çin başta olmak üzere Rusya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi emperyalist ve kapitalist ülkelerin de kıtadaki paylaşım mücadelesinde öne çıkmasını sağlıyor.

Afrika’nın 19. yüzyılda Batılı emperyalistler tarafından sömürgeleştirilmesi, Hıristiyan misyonerlerin Afrikalıları cahillik, hastalık ve batıl inançlardan kurtarma gibi “insani görev”leri eşliğinde gerçekleştirilmişti. Ancak “insani” kılığa büründürülmeye çalışılan zora dayalı bu vahşi kapitalist sömürü ve yağmanın bir sonucu olarak halklar bir yandan derin bir açlık ve yoksulluğa ve öte yandan kabile savaşları ve kitlesel kıyımlara sürüklendiler. Son yıllarda Afrika’nın yükselen emperyalist gücü olan Çin’in kıtaya kan dökmeden yerleşmeye çalışmasının ve yaptığı “yatırım”larla birlikte bazı sosyal projeler gerçekleştirmesinin bile ‘olumluluk’ olarak görülmesi/gösterilmesi, Batılı emperyalistlerin Afrika halklarında bıraktığı kötü hatıra ve yarattığı öfkeden bağımsız anlaşılamaz.

Bugün aralarında Türkiye’nin de yer aldığı emperyalist ve kapitalist ülkeler Afrika’daki paylaşım mücadelesinde pozisyon alabilmek için bir yandan Batılı emperyalistlere duyulan tepkiyi yedeklemeye ve öte yandan tıpkı zamanında misyonerlerin yaptığına benzer bir biçimde “İnsani yardımlar”ı kullanmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin 1998’de “Afrika’ya açılım eylem planı”nı açıklamasıyla başlayan Afrika’ya yönelimi, AKP-Erdoğan iktidarı döneminde 2005’in “Afrika Yılı” ilan edilmesiyle ivme kazanmıştı. Başbakanlığı döneminde birçok Afrika ülkesini ziyaret eden Erdoğan, “Biz Afrika ile sömürgeci bir mantıkla, tek taraflı olarak değil, karşılıklı fayda ve saygı temelinde, iki tarafın da kazanacağı kalıcı bir iş birliği tesis etmek istiyoruz” diyerek Afrika’daki yayılmacı emellerini sömürgecilik eleştirisi üzerine kuruyordu.

Uzun bir süredir Erdoğan’ın A takımında yer alan MİT Başkanı İbrahim Kalın, 2015’te Aljazeera Türk’te yayımlanan yazısında “Türkiye Afrika’da ne arıyor?” sorusuna verdiği yanıtta “Bir Afro-Avrasya ülkesi olan Türkiye’nin kıtada barış ve istikrarın tesisine katkıda bulunmak ve kazan-kazan politikası ile Afrika ülkelerinin siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınmasına yardımcı olmak” istediğini söylüyordu. Bu yanıtın en dikkat çekici noktası Türkiye’nin bir “Afro-Avrasya ülkesi” olarak tanımlanmasıydı. Çünkü bu tanım Erdoğan iktidarı ve temsilciliğini yaptığı tekelci burjuva gericiliğin tıpkı Ortadoğu’da olduğu gibi Afrika’da da yayılmacı emellerini Osmanlı’nın mirasçısı olma iddiasına ve “tarihsel-kültürel-dinsel ortak geçmiş”e dayandırmaya çalıştığını ortaya koyuyordu. Yeni Osmanlıcılık, bu kez Afrika’daki yayılmacı emellerde kendini gösteriyordu.

Cihan Çelik arkadaşımızın yazısında Türkiye’nin Afrika’daki askeri ve ekonomik varlığının bir dökümü yer aldığı için bu yazıda bu konu üzerinde durulmayacak. Ancak Bayraktar TB2’den Koç’un Otokar’ının zırhlı araçlarına, baraj ve enerji santrallerinden liman ve havaalanı yapım-işletmeciliğine ve Petrol-gaz arama çıkarmadan maden işletmeciliğine kadar son 20 yılda 5.4 milyar dolardan 40 milyar doların üzerine çıkan Afrika ile ticareti her ne kadar emperyalist güçlerle boy ölçüşecek boyutlarda olmasa da Türk burjuvazisinin iştahını kabartmaya fazlasıyla yetiyor.

Son dönemlerde Türkiye’nin Afrika’nın en kalabalık ülkesi Nijerya’nın yanı sıra 2022 ve 2023’te askeri darbelerin gerçekleştiği Burkina Faso ve Nijer’e ÖSO’dan devşirilen paralı askerler göndermesi tartışılıyor. Bu paralı askerlerin iktidarın yayılmacı emellerinin ve bu amaçla gerçekleştirdiği müdahalelerin araçlarından biri olarak kurulan SADAT üzerinden gönderildiğine dair ciddi iddialar bulunuyor. SADAT her ne kadar bu iddiaları reddetse de kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin geçmişte yaptığı “Ortadoğu, Afrika ve Türki cumhuriyetlerin aralarında yer aldığı 25 ülkeye askeri proje sattıkları” açıklamalarını hatırlatmak gerekiyor.

Kalın, her ne kadar Türkiye’nin Afrika’daki varlığını “Barış ve istikrarın tesisine katkıda bulunmak” ile açıklasa da Türkiye’nin askeri varlığının ve üslerinin ne için kullanıldığı konusunda önümüzde Libya örneği duruyor. Türkiye, MİT ve binlerce ÖSO militanı üzerinden Libya iç savaşına müdahil olmuş ve dahası Erdoğan bu müdahaleye karşı çıkanlara M. Kemal’in 1911-1912’de Osmanlı askeri olarak katıldığı Trablusgarp Savaşı’nı hatırlatarak “M. Kemal orada ne yapıyordu?” yanıtını vererek Türkiye’nin o zamanlar Osmanlı toprağı olan Libya’daki yayılmacı emellerini ortaya koyuyordu.

Afrika’da emperyalist-kapitalist paylaşım mücadelesini sürdüren güçler arasında askeri üs açma konusunda da bir rekabet yaşanıyor. Bugün ABD, Fransa, Çin, İngiltere, Hindistan, B.A.E, İtalya, Japonya ve Türkiye’nin Afrika’nın çeşitli ülkelerinde askeri üsleri bulunuyor. Bununla birlikte son yıllarda Fransa’nın Afrika’daki varlığını zayıflatan askeri darbelerin arkasında ise Rusya (Wagner) yer alıyor.

2023’te Fransa yanlısı yönetimin devrildiği bir askeri darbeye sahne olan ve Türkiye’nin paralı asker göndermesiyle de gündeme gelen ülkelerden biri olan Nijer’i iki hafta önce Dışişleri Bakanı Fidan, Enerji Bakanı Bayraktar, Ticaret Bakan Yardımcısı Ağar’ın yanı sıra Milli Savunma Bakanı Güler, MİT Başkanı Kalın, Savunma Sanayi Başkanı Görgün’ün yer aldığı bir heyet ziyaret etmişti. Bu ziyarete katılan isimler, aslında iktidarın Afrika’da peşinde koştuğu askeri, siyasi ve ekonomik çıkarların da bir fotoğrafını veriyordu.

Sonuç olarak her ne kadar Afrika’da “insani yardım” gibi sunulmaya ve ülke içinde de “milli çıkarlar” ve “Osmanlı’nın mirasçısı büyük ülke” propagandası eşliğinde sürdürülmeye çalışılsa da Türkiye, Afrika’daki emperyalist-kapitalist paylaşım mücadelesinde kendi tekelci burjuvazisinin çıkarları temelinde yer almaya çalışıyor ve buradaki askeri varlığı da ülkeyi yeni tehdit ve çatışmalara sürükleme pahasına bu çıkarları korumak için bulunuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa