05 Ağustos 2024 04:40

İran-İsrail gerilimi ve ihtimaller…

Tahran'da suikasta uğrayan İsmail Haniye için cenaze töreni düzenlendi

Fotoğraf: Fatemeh Bahrami/AA

Paylaş

Bu yazı yazıldığında, İran’ın İsrail’e beklenen yanıtı henüz gelmemişti ve İsrail güçlerinin, Batı Şeria'da düzenlediği hava saldırısında, Kassam Tugaylarının komutanlarından Heysem Nureddin Bıleydi dahil 5 Filistinlinin yaşamını yitirdiği duyurulmuştu.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, 25 Temmuz’da ABD Kongresindeki konuşmasında, ABD ve İsrail'in Ortadoğu'da “İran tehdidiyle” mücadele etmek için bir “güvenlik ittifakı” kurabileceğini savunarak, “Öngördüğüm yeni ittifak, Abraham Anlaşmaları'nın doğal uzantısı olarak görülebilir. Bu anlaşma sayesinde İsrail ve 4 Arap ülkesi arasında barış sağlandı. Bunu Demokratlar da Cumhuriyetçiler de destekledi. Bu yeni ittifak için bir isim de düşündüm. Yeni ittifakın adı 'Abraham İttifakı' diyelim” şeklindeki sözleri, önümüzdeki döneme dair yol haritasının ifadesiydi.

Hamas'ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin, İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın göreve başlama törenine katıldıktan sonra İran'ın başkenti Tahran’da kaldığı konutta suikasta kurban gitmesi de, bu sözleri destekleyen bir saldırıydı.

Bazı yorumcular, bu suikastın ABD’nin Netanyahu’ya hediyesi olduğunu, bazıları da doğrudan istihbarat boyutunda olmasa da ABD’nin Netanyahu’ya desteğinin bu suikasta yol verdiğini ifade etti.

Uzun yıllardır Ortadoğu’yu takip eden gazeteci ve yazarların, daha temkinli bir dil kullanarak gelişmeleri izlemeye devam ettiğini çıkan yorumlardan anlıyoruz. Daha mesafeli takip edenlerde ise, iki uca savrulan iddialı söylemler dikkati çekiyor. İsrail’in saldırıları karşısında Filistin direnişine yakın duranlar, Netanyahu’nun hedeflerine ulaşmasının imkansız olduğunu öne sürerken, daha ortada duranlar ise İsrail saldırıları sonrası artık İran’ın da bölgenin zayıflayan gücü haline geldiğini savunan yazılar yazdılar.

Yaklaşık 40 bin dolayında Filistinlinin canına mal olan İsrail saldırılarının, Filistin’in direniş potansiyelini zayıflatıcı bir sonuç doğurmadığını öne sürmek fazlasıyla subjektivizm olur. Kaldı ki, İsrail’in ABD ve diğer Batılı emperyalist güçler tarafından en ileri silah teknolojileriyle desteklendiği, İsrail’e yönelik eleştirel yaklaşımların Batılı devletlerce antisemitizm muamelesi gördüğü bir ablukadan bahsediyoruz. Yani eşitsizliklerle dolu bir savaş devam ediyor.

Ancak diğer yandan, Netanyahu’nun bu süreci Hamas’ı ya da Lübnan Hizbullah’ını tasfiye edecek bir sonuca ulaştıramayacağı İsrail cephesinden de yadsınamayacak bir gerçeklik olarak ortada duruyor. Tüm bu tablo içinde Netanyahu’nun bu süreci, bölgede İsrail’e karşı direnişi aktif biçimde destekleyen güç olan İran’ı zayıflatarak tamamlamak istediğini, başarı çıtasını buraya koyduğunu hem ABD’deki konuşmasından hem de son olarak Haniye suikastından da anlıyoruz.

Bölgedeki baskıcı rejimler içinde köklü bir devlet geleneğine sahip olan ve bölgesel dengeleri domine etmeye çalışan İran’ın, İsrail’e vereceği yanıtın boyutunun, süreci bölgesel bir savaşa taşıyacak düzeye varması öyle kolay değil. Zira İran, İsrail ile savaşının, daha çok, onu destekleyen ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist güçlerle bir savaş olacağının farkında. Tam da bu nedenle, İsrail ile arasında şu ana kadar “düşük yoğunluklu” yıpratma hamleleri halinde devam eden çatışmasını, en azından yakında dönemde aynı denge içinde sürdürmeyi yeğleyeceğini öngörebiliriz.

Zira, İran, Irak ile yaptığı 1980-88 yılları arasındaki, yaklaşık bir milyon kişinin yaşamını yitirdiği savaşın yol açtığı yıkımın sonuçlarını, üzerinden geçen 36 yıla rağmen yaşamaya devam ediyor. Abluka altında, ekonomik olarak yıpranmış ve içerideki muhalefete sürekli baskı uygulayarak ayakta kalmaya çalışan bir rejimden bahsediyoruz.

Bölgesel savaş riskini içinde barındıran, ancak taraflarının yıprandıkları için bunu kolay göze alamayacakları bir sürecin içinden geçiyoruz.

Kuşkusuz Netanyahu, ABD yönetimini daha aktif biçimde yanına alarak bu süreci İran’ı tamamen dize getireceği ve buna paralel olarak Hizbullah’ı da bir direniş odağı olmaktan çıkaracağı noktaya vardırmak ister. Ancak ABD’nin Çin ve Rusya başta olmak üzere dünyadaki daha büyük rekabet alanlarıyla ilgili iddialarını da hesaba katarak, işgallerinin maliyeti kendisini yoran Ortadoğu’da boyutlanan bir bölgesel savaşı göze alması Netanyahu kadar kolay değil.

Aynı şey, Rusya ve Çin için de geçerli. Bu üç büyük gücün şu ana kadarki hareketleri de bölgesel bir savaşa yol veren değil, pozisyon tutan bir çizgide gözüküyor.

AKP liderliğinin profili ise bu süreçteki en pragmatist yerde duruyor. Ortadoğu’daki İslamcı rejimler ve ülke içinde İsrail’e yönelik biriken tepkilerin gazını almaya yönelik bir söylem tutturup, diğer yandan ekonomik bağımlılığın da bir sonucu olarak İsrail-ABD-Batı ekseninden kopmamak. Hatta asıl olarak orada durup, vicdanen de Filistin’in yanındaymış gibi davranmak.

Bağlarken, şu notu da ekleyelim: İran ile İsrail arasındaki gerilimin artması, petrol fiyatlarında hızla yükselişe yol açabilir, bunun olumsuz etkileyeceği ekonomiler içinde de, Türkiye gibi enerji ve petrol bakımından dışa bağımlı ekonomiler başta gelir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa