07 Ağustos 2024 04:56

Ne değişir?

ABD’nin 1945’te Japonya’ya attığı atom bombalarının kurbanları için Norveç’te anma etkinlikleri düzenlendi.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Takvimlerde 6 Ağustos tarihine baktığımda yüreğimde derin bir sızı duyarım. Savaşı kendi egemenliğini sağlamak için araç olarak seçen emperyalist güçlerin kitlesel ölümlere yol açan saldırıları, hep yüreğimdeki bu sızıyı çoğaltır. İnsanlık tarihine düşen unutulmaz bir kara lekedir çünkü. 6 Ağustos 1945’de önce Japonya’nın Hiroşima, 3 gün sonra da Nagazaki kentleri dünyada ilk kez atom bombasıyla tanıştı. Bu nükleer bomba iki kenti de insanlarıyla, ağaçlarıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla yok etti. Binlerce ölü kaldı geriye. Bir de radyasyondan etkilenen bebekler, çocuklar, genç, yaşlı, kadın, erkek binlercesi de radyasyonun etkisiyle sakat kaldı. Radyasyonun etkisi ise uzun yıllar sürdü. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist zihniyetinin bir kez daha ortaya konulmasından başka bir şey değildi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Hiroşima hemen hiç unutulmadı. Şimdilerde Amerika’nın dünyaya yeni bir yön vermek amacıyla peşine Avrupa Birliği’ni ve NATO’yu da takarak Rusya’yla yeni bir soğuk savaşı başlattığı görülüyor. Bu koşullarda dünya medyası da anamal düzenini savunan sermayenin sözcüsü konumuna gelmiş bulunuyor. Elbette, Türkiye de dünyadaki medyatik bozulmanın dışında kalamazdı. Gazetelerde, televizyonlarda sık sık III. Dünya Savaşı tehdidi vurgulanarak manşetler atan sorumsuz bir gazetecilik dönemi başladı. Zaten 2000’den sonra televizyonlar, radyolar giderek kimi önemli haberleri halkların gözünden kaçırma görevlerini de yerine getirmekte hiç duraksamıyorlardı. Elbette insan kalma uğraşı veren, aydınlık, bilim ve sanat insanları da ne denli nükleere karşı çıkmak, Hiroşima’yı unutturmamak zorunda çağrı yapsalar da pek bir faydası olmayacak. Çünkü içinde Türkiye’nin de bulunduğu yeni medyada devlet ağızıyla konuşan, devletin ve sermayenin yararını gözeterek haber yapılan garip bir mecra oluştu. Gerçek habercilerin yazıları, araştırmaları ise ya sansüre uğruyor ya da okura ulaşması iletişim teknolojileri ile önleniyor.

Bir zamanlar Afrika’nın yer altı servetlerine göz diken Batının günümüzde de Ortadoğu’nun petrolü için, altın ve gümüşü için büyük oyunlar tezgahladığını görüyoruz, ürküyoruz. Çünkü emperyalist güçlerin bu sömürü haritalarında Türkiye de yer alıyor. Ülkemizin ormanları, akarsuları, bir bir yok ediliyor. Karşı koyanlar ise Akbelen’de olduğu gibi jandarma marifetiyle kendi topraklarından yoksun bırakılıyor. Polisle, jandarmayla halkları karşı karşıya getirmek 50’li yıllardan beri uygulanan bir devlet metodu. Bugün aynı yöntem daha da güçlü bir şekilde halklara karşı işletiliyor.

İşte böyle değerli okur. Gerçekleri anlatmaya çalışanların dokuz köyden değil ülkeden kovulduğu bir dönem yaşıyoruz. Irkçılık, faşizm artık kendini gizlemeye gerek görmüyor ve elini kolunu sallayarak yurdun dört bir köşesinde ses veriyor. Yazımın başlığını Turgut Uyar’ın bir şiirinden aldım. Onca şey gördük, onca şey yaşadık, gençlerimizin ölümlerini gördük, yalana dolana tanıklık ettik. Temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı dönemler yaşadık. Adalet aradık ama adalet yoktu. Günümüzde de adaletin eksikliğini hissederek yaşıyor yurttaşlar. Her şeye karşın yurdunu seven, halktan, doğrudan ve emekten yana tüm yurttaşların mücadelesi sürecek. Bizler olmasak da Türkiye’nin içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkılabilmesi için uğraş veren devrimciler gelecek ardımızdan. Buna çok inanıyorum.

Yazıyı noktalarken şiirimizin usta isimlerinden Turgut Uyar’ın (1927-1985) bir şiiriyle sizi baş başa bırakmak istiyorum: Ne değişir?

Ben kan diye başlamak isterim / oysa gülün derdi başkadır, / Lale bahardan yanadır, / çiğdem güneşten, konu değişir.

Hepsine pekala amma / bilirim gülün derdi uydurma, / Kıpkırmızı en çok yakışırken kendine / onu değişir.

Lale mayıs ayıdır, / mora turuncuya filan boyanır, / Pek güvenmem, yabancıdır, / bakarsın yönü değişir.

Çiğdem cefaya katlanır, / alışmıştır kendi yeşiline, / Haklıdır, bakımsızdır, / yağmurun durmadan günü değişir.

Hoş olsun bütün verdikleri aldıkları / şu çiçeklerin, / Gül susar, çiğdem uyanır, / tüfek başlar, konu değişir.

Hep böyle süreceği sanılır / bir gül hikayesinin, / Hep böyle sürer gerçi amma / bir gün sonu değişir.

6-9 Ağustos 1945 Hiroşima, Nagazaki’yi unutmayın, unutturmayın!!!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa