07 Ağustos 2024 05:21

Yeni güvenlik anlayışının ekolojik yükü

Madur Dağı | Fotoğraf: Ali Fuat Erbay

Paylaş

Dünyadaki ekonomik, kültürel, siyasal yeni uygulamalar, eşitsizliği daha da artırmaktadır. Yeni düzensizlikler ve çeşitli nedenlerle toplumların temel gereksinimleri giderek ticarete esir ediliyor. Barınma, beslenme, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi temel gereksinimler, artık özel sektörlerin temel faaliyet alanları. Temel zorunlu gereksinimler olunca sektörler de oldukça hızlı büyüyor. Güvenlik en çok büyüyen sektörlerden biri. Ama güvenlik sektörünün büyümesi ekolojik yıkımı da beraberinde getiriyor. Aslında yaşamın güvenliğini sarsıyor.  

Temmuz ayı sonunda Erzincan, Dersim, Elâzığ ve Malatya kentlerine, çeşitli etkinliklerde sunum yapmak ve incelemelerde bulunmak üzere birkaç günlük seyahatim oldu. Yıllardır değişmeyen konu olan “güvenlik konseptine bağlı uygulamalar” yeni teknolojilerle sürüyordu. Hat boyunca Trabzon’dan Malatya’ya ve ara bölgelere gidiş gelişlerim sırasında sanırım 16 kez kimlik kontrolünün yanı sıra, onlarca kamera sisteminin olduğu kontrol ve denetime tabi olduk. Bunlar elbette, güvenlik konsepti içerikli genel siyaset uygulamalarının bir parçası. Bu işlemler sırasında, her kontrol noktasında elde kullanılan dijital işlem cihazları, kameralar, ayrıca bütün hat boyunca döşenmiş plaka tanıma sistemleri, kontrol kameraları gibi oldukça yüksek düzeyde bir güvenlik uygulaması söz konusu. Bütün bunların teknik altyapısı önemli bir sektör olarak yüksek düzeyde ekonomik değer oluşturmaktadır. Bu değerin karşılığında yapılan ödemeler halkın kamu bütçesinden karşılanmaktadır. Yeni yapılanmanın ekonomik büyümede yeri gittikçe önem kazanmakta ve gereksiz bir harcamayı da toplumun sırtına ekonomik olarak yüklemektedir. Yeni uygulamalar cezaevlerini de bunun bir parçası olarak almakta ve GSYİH da hesaba katılmaktadır. Giderek daha fazla üretimden koparılmış, topraklarından sürgün edilmiş bir toplum, artık yüksek güvenlik konseptine dayalı politikaların ekonomik bedelini de ağır olarak ödemektedir.

Yukarıda bahsedilenler, bunun sadece kamusal alandaki kısmı. Bir de özel güvenlik sistemlerinin de devreye girdiğini ve sistemin bunu neredeyse zorunlu hale getirdiğini görürsek; toplam bedelin ne kadar büyüdüğünü ve büyüyeceğini de görmeye başlayabiliriz. Her bir siteye her bir binaya, daireye özel güvenlik sistemleri kurulmaktadır. Bunların hem cihaz bedelleri hem de işletme bedelleri bütçelere girmiştir. 

Ancak konu sadece ekonomik bedelle bitmiyor. Bir de bu cihazların yapımında kullanılan, başta nadir toprak elementleri olmak üzere, birçok elementin, mineralin elde edilmesi için bu alanlar maden sahası olarak hedef seçilmiştir. Burada da karşımıza ekolojik bedel çıkmaktadır. Yaşanan sistem yıkımı peşi sıra ekolojik yıkımı da beslemektedir. Her bir elementin ya da mineralin elde edilebilmesi için doğanın altı üstüne getirilmektedir. Bu konuda, kullanılan milyarlarca ton su, milyarlarca ton kimyasal ve bu kimyasalların üretimi için kullanılan enerji ile büyük ekolojik yıkımların sürdüğünü ve daha ağırlarının gelecekte bizleri beklemekte olduğunu daha önce belirtmiştik. 

Neredeyse Türkiye coğrafyasının tamamı maden sahası olarak ruhsatlanmıştır. Her bir işletmenin bir facia yarattığı bilinmesine rağmen, bu alanda siyasal iktidar asla kimseyi dinlememektedir. Karşı çıkanlara en ağır şiddet ve ‘güvenlik konsepti’ uygulanmaktadır. Örneğin dünya tarihinde en önemli yıkımlardan biri olarak yer alacak Çöpler-İliç-Erzincan olayından ders almak yerine, durumu fırsata çevirmeye çalışarak yeni yerleri ruhsatlandırmak, ruhsatlı yerleri çalışmaya açmak için her tülü yolu deniyorlar. İliç sahasında akan kimyasalların önünde açıklama yapan enerji bakanının “Madencilik bizim için hayati öneme haizdir” dediğini anımsayalım. Liç yığını akmasının ardından TBMM’de kurulan komisyonun bütün çalışması “sürdürülebilir altın madenciliği” üzerine yönelmiştir. Hatta mecliste görüşlerimizi aktarırken bize açıkça, “Biz bu işi sürdürmek istiyoruz. Siz karşısınız, o zaman sizin sunum yapmanızın anlamı yok” denmiştir. Biz de “Eğer altın madenciliği ya da benzerleri bu şekilde sürdürülürse, yaşamın, doğanın sürdürülemeyeceğini” söyledik. Gelinen noktada bir ders çıkarmak yerine evrak üzerinden kamuoyu yeniden yanıltılmak istenmektedir. 

Son bir ay içerisinde Türkiye’deki 545 nokta, maden sahası adı altında çeşitli şirketlere ihaleye çıkarıldı. Bir kısmı ihale edildi, kalanı da gün gün ihale edilmektedir. Yani yeni yıkım alanları netleşmektedir. Bu alanların bir kısmı da güvenlik konseptinin yoğun uygulandığı bölgelerdir.

Madenciliğin şirketler için “hayati öneme haiz” olduğu kesin. Ancak doğa için de ekolojik yaşam çok daha hayati öneme haizdir. Sistemin dayattığı güvenlik konsepti politikaları aynı zamanda savaş ve çatışmaları da körüklemektedir. Savaş endüstrisinin kullandığı ham maddeler için doğayı yok edenler aynı zamanda savaş ile de doğayı yaşanmaz kılıyor. Temel olarak bizi güvenlik konsepti içeren sahte politik yaşamın esaretinden kurtaracak olan gerçek, bir arada yaşam kültürüdür. 

Eşitsizliğin, sömürünün olduğu her alanda birileri için özel güvenlik devreye girecektir. Eğer izin verirsek, bunun bedeli içerisinde olduğumuz ekolojik sistemin yıkımı olarak karşımıza çıkacak. 

Yeni maden sahalarının ihalelerine dur diyelim. Yaşam kültürümüzün özü olan ekolojik sistemin kırılmasına, yıkılmasına izin vermeyelim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa