12 Ağustos 2024 04:27

Zamanın durduğu göl

göl

Fotoğraf: Özer Akdemir / Evrensel

Paylaş

Gölün sularının büyük bölümü çekilmiş, geriye çamur kalmıştı. Çamurun üzeri göz alabildiğine adını bilmediğimiz domur domur mor çiçekleri olan bir bitki ile kaplıydı. İleride öbek öbek su birikintileri görünüyor, sonra yine üzeri mor çiçekli bitkiler bataklık haline gelmiş gölün üzerini kaplıyordu.

Çamurların ve mor çiçekli bitkilerin arasından görünen mavi su, yılan gibi kıvrılarak ince bir kanal halinde bataklığı boydan boya geçiyordu. Her bataklıkta görmeye alıştığımız sazlıkların yerini bu mor çiçekli bitkiler almıştı burada.

Karşımızda, bir mavzer atımı kadar uzaklıkta görünen yeşil örtünün ne olduğunu anlayamıyorduk ki belki de sazlıklar oradaydı. Bu yeşilliğin ötesinde ise eşine şimdiye kadar çok az rastladığımız bir renk cümbüşü halindeki sarı, yeşil, turuncu bir toprak vardı. Bu toprak, ileride tatlı bir eğimle yükselen ve yükseldikçe renkten renge giren katmer katmer bir tepe haline geliyordu. “Gökkuşağı Tepeleri” adı verilen bu tepelerin açık beyaza çalan sarı zirvesi masmavi, bulutsuz bir gökyüzü ile birleşiyordu.

Bataklığın kıyısında, dalları güneşe gülümseyen, parlak yapraklı bir zerdali ağacının gölgesinden bu manzaraya dalıp gitmiştik. Az ötemizde meraklı, tasasız bir kiraz kuşunun cıvıltıları eşliğinde, tek bir beyaz bulutun bile olmadığı gökyüzünde uçuşan kuşları izliyorduk. Zaman, biz bu güzelliği doyasıya beynimize nakşedelim diye durmuştu sanki. Bir insanın yaşamında çok nadir olarak duyumsayabildiği ve bu tuhaf esriklik halini “O an zaman durmuştu” diye anlatabildiği anlardan birisini yaşıyorduk Nallıhan Kuş Cenneti’nde.

Buraya, ağustos ayının ortalarına doğru, henüz öğle sıcağı çökmemiş olsa bile gölgede 35-40 dereceyi bulan bir günde gelmek durumunda kalmıştık. Kadim İpek Yolu’nun geçtiği bu topraklarda kurulan yerleşimler adlarınıı da kervanların konaklayacağı hanlardan alıyordu. Nallıhan’dan Çayırhan’a doğru dar ama düzgün zeminli, garip kıvrımları, U dönüşleri ve köprü altı geçişleri olan asfalt bir yoldan ilerleyerek gelirken karşımıza çıktı Sarıyar Barajı. Baraja gelmeden, bir viyadükün altından geçip Kuş Cenneti tabelalarını izleyerek girdiğimiz doğuya kıvrılan yolun solundaki güzellik daha görür görmez çarptı bizi.

“Nallıhan Kuş Cenneti” yazılı ahşap tabelanın altından ilerleyip kısa bir yokuştan inerek aracımızı otoparka yanaştırdık. Öğle 11 sularıydı saatler ve bizim dışımızda sadece bir araç daha vardı en az 30-40 araç kapasiteli otoparkta. Etrafa kuşlar ve sulak alan-gölle ilgili bilgilendirici tabelalar serpiştirilmişti. Geniş, iki katlı bir binanın önünden gölün içine doğru ahşap bir iskele uzuyordu. Binanın alt katında içleri doldurulmuş hayvanlar vardı. Gölde bulunan kuşların yanı sıra su samuru, saz kedisi, porsuk gibi hayvanlar camlaşmış gözleriyle kendilerine ayrılmış, loş ışıklarla aydınlatılmış bir köşede sanki durup bize poz veriyorlarmış gibi capcanlı görünüyorlardı. Sıcaktan camları buğulanmış, yoğun bir nem tabakasının olduğu üst katta ise göl çevresinin ve göldeki kuşların birbirinden güzel fotoğrafları sergileniyordu.

Göl çevresindeki tesislerin olduğu bu alanda bulunan ikinci bina ise tek katlı idi ve diğerinden daha küçük bir kulübeydi. Kulübenin önündeki gölgede güler yüzle “Hoş geldiniz” diyen ve size çay-kahve ikram etmek isteyen orta yaşlı, Doğa Koruma ve Milli Parklar üniforması giyen bir görevli oturuyordu.

Bu binaların göle yakın köşelerinde ahşap malzemeden küçük gözlem kulübeleri yapılmış, bu kulübelerin dört bir yanına kuşların rahatsız edilmeden izlenebilmesi için ufacık pencereler açılmıştı.

Genelde bu tür yerlerden alışkın olmadığımız bir temizlik ve düzen gözleniyordu. Belki de sezon sonu olduğu için böyleydi bu. Görevlinin dediğine göre son günlerde bizim gibi birkaç meraklının dışında pek gelen giden de olmuyordu. “Baharda gelmeniz lazım. Kuşların en çok olduğu zaman ilkbahardır. Şimdi sezon kapanıyor yavaş yavaş ve göçmen kuşlar gitmeye başladı” dedi, güler yüzlü görevli. Gerçekten de göl üzerinden uçan, yüzeyinde oynaşan, kuş türleri ve sayıları çok az gibi geldi bize de.

Küçük bekçi kulübesinin yanında durup gölü izlerken önümüzden, katar katar kuş sürüleri geçiyordu. Çoğunluğu mavi gökyüzünde simsiyah lekeler gibi görünen karabataklar ve sakar mekelerdi bu kuşların. Beyaz tüyleri, ince narin boyunları ile ak-gri balıkçıllar, gölün orta kısmında çamuru ve suları yarıp çıkan bir alageyiğin boynuzları gibi görünen çıplak ağaç dallarına tünemişlerdi. Bu dallar yüzeyden bir buçuk iki metre kadar yüksekteydi.

Balıkçılların yanında göz kenarları ve boyunlarındaki kanarya sarısı tüylerle kendini belli eden bir grup kaşıkçılar, uzun sivri gagalarını birbirine vurarak oyun oynuyorlardı.

Bu şenlikli kuş topluluğunun üzerinden geniş kanatlarının gölgesi suyun üzerine düşen bir arı şahini yüzeye birkaç metre yüksekte yavaş yavaş süzülüyordu. Üzerlerinden geçen bu şahin alttaki balıkçıl tayfasını hiç rahatsız etmiş görünmüyordu. Kuşkusuz çok iyi biliyorlardı ki arı şahini kendilerinin değil eşek, bal ve yaban arılarının peşindeydi. Bataklık alandaki mor çiçeklerin üzeri ise bu arılarla tepeleme doluydu. Şahinin beyaz karın tüylerinde kırmızı, siyah çizgiler vardı. Bir yelpaze gibi açtığı kuyruğu ise gri ve solgun kahverengi tonlarıyla güneşin ışıkları arasında parlayıp sönüyordu.

Anadolu’da, birçok sulak alanı, gölü kurutmuştuk ama 1959 yılında Sarıyar Barajının yapımı, Ankara’nın Beypazarı ve Nallıhan ilçelerine 30 kilometre uzaklıkta bulunan Gökkuşağı Tepelerinin arasında bir kuş cennetinin oluşmasına yol açmıştı. Davutoğlu köyünün sınırları içerisinde, Aladağ Çayı’nın baraja döküldüğü yerde oluşan bu yapay sulak alan, tarihi İpek Yolu’nun da geçtiği bölgede yer alıyordu. Anadolu’da sulak alan ve göllerin birer ikişer kurumasından olsa gerek, özellikle Kırşehir Seyfe Gölü gibi geniş bozkırların ortasındaki göllerde yaşamaya, üremeye alışkın göçmen kuşlar için burası tam bir cennet olmuştu zaman içerisinde. Bölge, ayrıca eşsiz jeolojik yapısı ve tarihi kentsel dokusu ile adeta bir açık hava müzesi gibiydi...

Nallıhan’dan sonra gittiğimiz Beypazarı da özellikle tarihi evleri ile ünlü, turistik bir ilçe haline gelmiş. İlçenin her biri aynı türden tabelaları ile süslenen sokak başlarında sık sık “Zamanın durduğu şehir” yazılarını görünce, Nallıhan Kuş Cenneti’nde de zamanın durduğunu duyumsadığımız anlar geldi aklımıza.

Batı Karadeniz’den bozkırlara geçiş rotasındaki bu iki tarihi kent ve etrafındaki her şey, bunca sıkıntının, sorunun, vasatlığın arasında hâlâ zamanı durduran ve hepimize nefes aldıran güzellikler olduğunun da göstergesiydi.

Zamanı durduran göller, rengahenk Gökkuşağı Tepeleri ve silüeti bu tepelerin üzerine vuran çeşit çeşit kuşlar…

Dik bir tepenin yamacında omuz omuza duran beyaza boyalı, kahverengi ahşap çerçeveli, cumbalı evlerin şirinliği…

Tüm bu güzellikler hak ettikleri değerin anlaşılacağı zamana kurup kendini fısıldıyorlar; “Umudunu kesme ne yarından, ne de yurdundan...”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa