13 Ağustos 2024 05:00

Suriye’de SDG ve rejim güçleri arasındaki çatışmalar kimlere yarıyor?

Suriye'deki ABD askerleri, CENTCOM

Suriye'deki ABD askerleri | Fotoğraf: Trevor Franklin/ABD Ordusu

Paylaş

Suriye’nin Deyrezor kentinde geçen haftadan bu yana Suriye Demokratik Güçleri ile rejim ve İran destekli aşiret güçleri arasında çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalar yerel olsa da Gazze savaşının bölgedeki (Ortadoğu) egemenlik mücadelesine yeni bir boyut kazandırıp farklı noktalardaki gerilim ve çatışmaları tetiklemesi, buradaki çatışmaların da bu bölgesel gelişmelerle iç içe geçmiş sonuçları olacağına işaret ediyor. Çatışmaların şiddetlenmesinden sonra Kamışlo’da Rus ve Suriyeli yetkililer ile SDG temsilcileri arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamaması da bu olasılığı güçlendiriyor.

Deyrezor’un bölgedeki egemenlik mücadelesi bakımından taşıdığı önemi anlamak için hem kentin coğrafik konumuna ve hem de burada konuşlu bulunan güçlere bakmak gerekiyor.

Öncelikle Fırat Nehri’nin ikiye böldüğü kentin doğusu SDG, batısı ise rejim ve İran destekli güçlerin kontrolünde bulunuyor. Suriye ve Irak arasında önemli bir geçiş kapısı olan Deyrezor aynı zamanda bugün SDG’nin kontrolünde olan El Ömer petrol ve Koniko doğal gaz sahası gibi Suriye için stratejik önemde olan enerji kaynaklarını barındırıyor. Ayrıca suyun hayati bir değer taşıdığı bölgede Deyrezor, Fırat Nehri’nin geçiş alanlarından biri olmakla kalmıyor önemli bir tarım havzası olarak da öne çıkıyor.

Burada konuşlu güçler arasında SDG’nin kontrolü altındaki bölgede El Ömer petrol sahasına yakın bir ABD üssü bulunuyor. Öte yandan Ebu Kemal başta olmak üzere bölgede İran destekli milis güçler yer alıyor.

İsrail’in Gazze’de soykırıma varan katliamlarının yanı sıra Tahran’da Hamas Lideri Haniye’yi ve daha önce de İran’ın Şam Konsolosluğunu hedef alarak savaşı bütün bölgeye yaymaya yönelik hamleleri İsrail’in en büyük destekçisi ABD ile İran yanlısı güçler arasındaki çatışmaları da tetikleyici bir rol oynuyor. Dolayısıyla Deyrezor’daki çatışmalar her ne kadar SDG ve bazı Arap aşiretleri ile rejim destekli Difayi el Vatani (Ulusal Savunma Güçleri) arasında yaşansa da bu çatışmaları bölgede ABD emperyalizmi ve İran arasında tırmanan gerilimden bağımsız düşünmemek gerekiyor, ki ABD’nin burada saldırıya geçen rejim ve İran yanlısı güçleri havadan bombalaması da bunu doğruluyor.

Buradaki çatışmalar Kürt-Arap çatışması biçiminde etnik bir temele oturtulmaya çalışılsa da SDG ve SDM (Suriye Demokratik Meclisi) içinde azımsanmayacak oranda Arap güçlerinin bulunduğu dikkate alındığında bu yönlü değerlendirmelerin eksik kalacağı ortadadır.

Öte yandan aynı dönemde Rusya’nın Kobanê’nin Türkiye sınırına yakın bir noktasında Rus ve Suriye askerlerinin konuşlanacağı yeni bir askeri üs inşa etmesi, Kuzey Suriye’nin önümüzdeki dönemde bu emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki egemenlik mücadelesinde daha da önem kazanacağını haber veriyor.

Tam bu noktada Erdoğan’ın Putin’in de desteğini alarak Esad ile görüşme ve Suriye ile “normalleşme” yönündeki girişimlerini hatırlatmak gerekiyor. Çünkü bu çatışmaların devam etmesi Esad yönetiminin SDG üzerindeki baskıları artırmak üzere Erdoğan iktidarı ile ilişkilerinde teşvik edici bir rol oynayabilir. SDG ile rejim ve İran destekli güçler arasında yaşanan çatışmalardan sonra Türkiye destekli ÖSO’nun SDG’ye yönelik saldırılarını artırması da bu yönlü bir mesaj olarak okunabilir.

Şurası açıktır ki, Deyrezor’da yaşanan çatışmalar ve bu çatışmalar üzerinden emperyalistler ile bölgesel gericiliklerin yaptıkları hesaplar, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını tehdit ediyor. Ancak 13 yılını geride bırakan savaşın yarattığı yıkım nedeniyle zaten iyice güçten düşmüş bulunan Suriye rejiminin de SDG ile geniş çaplı bir savaşa girmesi kolay görünmüyor. Elbette bu güçler arasındaki savaş ve çatışmaların ilk ve en önemli kaybedeni de Suriye halkları oluyor. Bu nedenle Suriye halklarının çıkarına olan, SDG/SDM ve Suriye yönetimi arasındaki diyalog kapılarının zorlanması ve bu güçler arasında barışçıl bir çözümün bulunmasıdır.

Ancak bir yanda bölgenin en büyük emperyalist gücü olan ve Rojava’da kurdukları özerk yönetimi siyaseten tanımadığı Suriye Kürtleri ile bu emperyalist çıkarları temelinde askeri olarak iş birliğini sürdüren ABD ve öte yandan Suriye topraklarını ABD emperyalizmi ile egemenlik mücadelesinin bir parçası haline getiren İran’ın varlığı bu diyalog kapısının açılmasını ve barışçıl çözümün bulunmasını önemli oranda zorlaştırıyor. Kürtler ve Suriye yönetimi arasındaki görüşmelerde birçok kez ‘ara bulucu’ olan Rusya’nın da dönemsel gelişmeler ve ortaya çıkan güç ilişkilerine bağlı olarak Suriye-Türkiye görüşmelerini öncelediği görülüyor. Bunlara Suriye Kürtlerine yönelik saldırganlığı hem yayılmacı emelleri ve hem de iç politik hesapları için kullanmaya çalışan ve bu temelde emperyalistlerle her türlü pazarlık ve tavize hazır duran Erdoğan iktidarını da eklemek gerekiyor.

Bu tablo Suriye’de çatışan güçlere ve Suriye halklarına iki seçenek sunuyor: Ya emperyalistler ve bölgesel gericilikler arasındaki vekalet savaşlarının bir parçası olacaklar ya da bunlara karşı bir tutum alarak ve birlikte mücadele ederek kendi ortak geleceklerini kurmaya yönelecekler. Bugün daha zor olanı gözükse de Suriye ve bölge halklarının emperyalist ve gerici güçlerin boyunduruğu ve sömürüsünden kurtulmasının ve demokratik-barışçıl bir gelecek kurulmasının yolu ikinci seçenekten geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa