14 Ağustos 2024 04:50

Oligarşi ya da “kaçlıysa artık” çeteler üzerine…

Görsel: Freepik

Paylaş

Değerli okurlar bugünkü yazımda size son dönemde siyaset ve sosyal bilimler alanında daha fazla görünür olan ama aslında bir o kadar eski ve sol düşünce için de bir o kadar tanıdık, önemli bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Bu vesileyle günümüzü farklı boyutlarıyla tartışırken düşünce dünyamızın dehlizlerinde kalan ancak uluslararası yazında teorik-olgusal düzlemde çeşitli şekillerde tartışılmaya başlanan bir kavramı yeniden gündemimize sokmak amacındayım. Herhalde ilk defa 2022’de İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti’nin (IFMC) yıllık toplantılarından birinde bu konudaki fikirlerimi sunma şansı elde etmiştim. Sanıyorum basılı bir formu üretilmedi, ilgilenenler YouTube’dan erişebilirler.* Yazının başlığından da anlaşılabileceği üzere “oligarşi” kavramından söz ediyorum. 

Oligarşi kavramının liberalizm ve temsili demokrasinin gelişimi ile birlikte önemini yitirdiği görüşü günümüzde büyük bir meydan okumanın konusunu oluşturuyor. Ve oligarşinin gerek liberalizmle gerekse de demokrasi ile ilişkisi eleştirel bir bakışla yeniden tartışılıyor.    

Oligarşi kavramı bu alandaki pek çok diğer kavram gibi Antik Yunan kökenli. “Oligoi” ve “arkhein” diğer bir deyişle az (few) ve yönetmek (to rule) kelimelerinin birleşiminden oluşmuş, azın yönetimi (oligarkhia) anlamına gelmekte. Platon’un Politicos diyaloğunda “azın yönetimi” vurgusu yanı sıra azın zenginliği ve yasalara saygı göstermemesi de bir hükümet biçimi olarak oligarşinin özellikleri arasında sayılır. Aristoteles de Politika’da bu kavramda gerçek ayırıcı hususun mülkiyet olduğunu vurgular ve oligarşiyi devlet içinde bulunan az sayıda varlıklı adamın çıkarını temsil eden bir yönetim olarak görür.

Dolayısıyla oligarşi kavramı egemenlik hakkının, azı tanımlayan “zengin/mülk sahibi” tarafından kullanılmasına vurgu yapıyor. Bu açıkça egemenliğin kaynağı olarak “demos”a yani halka ve daha sonra da millete işaret eden demokrasiden ayrı bir yönetim tarzı olarak görülüyor. Bu bakış açısı modern siyaset teorisine de yansımıştır. Modern liberal demokrasi bize inşa ettiği kurumlar yoluyla iktisadi güç ile siyasal erk arasındaki ilişkinin koparıldığını söyler. Bu perspektife göre demokrasiler tanımları gereği oligarşik olamazlar çünkü en temelde evrensel oy hakkı, seçimler, temsil sistemi ve eşit yurttaşlık hukukuna dayalı bir iktidar kullanımı söz konusudur. Böylesi bir perspektiften bakıldığında oligarşi batılı ülkeler için asla geçerli olamayacak ancak Rusya gibi ülkelerde söz konusu olabilecek arkaik bir sisteme işaret eder.

Tam da bu nokta, eleştirel yazının yıllardır sormakta olduğu soruyu oligarşi sorunu bağlamında yeniden gündeme getirir: Egemenliğin kullanımı bağlamında karşımıza çıkan bu eşitlik ve özgürlük söylemi gerçeği ne ölçüde yansıtmaktadır? Halkın temsilcileri ne ölçüde halkı temsil ediyor? Temsil mekanizmasını daha yakından incelediğimizde örneğin, seçim sistemini (seçim kanunu, parti örgütlenmesi ve finansmanı) ve daha genel olarak fiili siyasal sistemi (finansal güç, medya, “ideolojik güçler”) ele aldığımızda liberal demokrasinin yukarıdaki savları konusunda haklı bir şüphe oluşuyor. Aslında bu şüphe ile birlikte demokrasinin temsili görünümünün altında bir oligarşinin büyüdüğü fark edilebiliyor. 

Winters ve Page, 2009 yılında yazdıkları makalede oligarşi ile demokrasinin çelişmediğini ileri sürüyor. Yazarlar, ABD’deki gelir ve servet dağılımlarına ilişkin verilere dayanarak, en zengin Amerikalıların ortalama vatandaşlardan çok daha fazla siyasi etkiye sahip olabileceğini vurguluyorlar. En zenginlerden oluşan çok küçük bir grubun (belki yüzde 1'in ilk onda biri) belirli kilit alanlarda politikaya hâkim olmak için yeterli güce sahip olabileceğini ifade ederek ABD’nin oligarşik bir ülke olduğunu ileri sürüyorlar. Lobicilik, seçim süreçleri, seçmenlerde fikir oluşturma (opinion shaping) ve hatta ABD Anayasası bu tür bir etkiyi meydana getirebilecek olası mekanizmalar olarak ortaya konuyor.

Berman da 2017 yılındaki çalışmasında liberalizm ile oligarşinin bir tür suç ortağı olabileceğini tespit ediyor. Ona göre demokrasi tarafından kontrol edilmeyen liberalizm kolaylıkla oligarşiye dönüşebilecektir. Benzer şekilde Cameron 2021’de yayımladığı çalışmasında “seçkinlerin siyasi gücüne, çoğunluk tarafından temsili hükümet kurumları aracılığıyla etkili bir şekilde karşı konulamadığı durumlarda, liberalizmin oligarşinin suç ortağı olmasının muhtemel olduğunu ifade ediyor. Ona göre tüm temsili demokrasilerin doğasında var olan risk, servet sahiplerinin yoğunlaşmış gücü, temsil mekanizmalarını, halkın etkili bir şekilde sesini duyurma kanalları olarak yetersiz bırakacak kadar büyüdüğünde gerici oligarşik eğilimlerin ortaya çıkmasıdır.

Oligarşi ile ilgili son dönemlerde en etkili çalışmayı yapan Winters, 2010 yılında Cambridge Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan kitabında geniş bir tarihsel sürece yayılan bir analiz yapıyor. Oligarşiyi “servet savunusu” bağlamında tartışan Winters farklı oligarşi türlerine işaret ediyor. Ona göre tüm oligarkların varoluşsal güdüsü servetin savunulmasıdır. Servetlerini savunma arayışları, karşı karşıya kaldıkları tehditlere, mülkiyet taleplerinin oluşturduğu baskıya ne kadar doğrudan dahil olduklarına ve ayrı ayrı mı yoksa kolektif olarak mı hareket ettiklerine göre değişir. Bu varyasyonlar dört tür oligarşi ortaya çıkarıyor: savaşan, hükmeden, sultanistik ve sivil oligarşi. Demokrasi ise oligarşinin yerini almaz, aksine onunla kaynaşır. Dahası, birçok toplumda hukukun üstünlüğü sorunu oligarşilerin ehlileştirilmesi meselesidir.

Winters’ın bu analizi kapsayıcı ve yaratıcı olmasının yanı sıra sınırlıdır da. Çünkü oligarşi analizini birey temelinde geliştirir ve o ölçüde de kendi sınırlarını çizer. Ona göre “oligarklar her zaman bireylerdir, asla şirketler veya diğer kolektiviteler değil”. Yine Winters’e göre “ne oligarklar ne de oligarşi belirli bir üretim tarzı ya da artık elde etme biçimi ile tanımlanamaz… Bu çerçevede kendini Marx’ın analizinden ayırır. Ona göre Marx’ın kapitalist burjuva teorisi, üretim araçlarının mülkiyetini vurgularken önemli sosyal ve politik etkilerle birlikte maddi kaynakları ekonomik olarak kullanan aktörlerin gücüne odaklanır. Oligarşi teorisinde ise odak noktası önemli ekonomik etkileri olan maddi kaynakları siyasal olarak kullanan aktörlerin gücüdür.

Winters’in bu tespitinin farklı soyutlama düzeylerinde sermaye ve devlet ilişkisini çalışan çok sayıda gelişkin Marksist yaklaşımı ihmal etmesinden daha önemlisi Marksist yöntemin oligarşi analizine katkısını gözden kaçırmış olmasıdır. Marx, üretimin bütün aşamalarının ortak özellikleri olduğunu ama her üretimi kapsadığı öne sürülen genel önkoşulların, üretimin gerçek tarihsel aşamasını hiçbir bakımdan kavramayan soyut uğraklardan başka bir şey olmadığını vurgular. Bu vurgu aslında tarih aşırı olan ile tarihsel olarak özgül olan arasında dikkatli bir ayrım yapmanın ve tüm toplumsal olguların tarihsel özgüllüğünü kabul etmenin önemine işaret eder. Bu tespitin oligarşi kavramı için anlamı ise tarih üstü bir kavram olarak görünen birey merkezli oligarşi analizinin, kapitalist üretim tarzı altında karşımıza çıkan oligarşiyi açıklayacak donanımdan yoksun olmasıdır.

Kapitalist üretim tarzı altında karşımıza çıkan ve “oligarşik kapitalizm” olarak nitelendirebileceğimiz olgular toplamının kapitalist üretim tarzının yapısal işleyişi ve tarihsel gelişimi ile ilişkili olarak tartışılması yaşadığımız dünyayı, ülkeyi ve “kaçlıysa artık” çeteleri anlamak için önemli olacaktır. Düşünmeye devam…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa