15 Ağustos 2024 04:36

Asla, asla deme

Footğraf: In Mou We Trust/Flickr(CC BY-NC 2.0)

Paylaş

“Şampiyonlar Ligi'ni asla kazanamazdık ama bazı büyük takımları yenebilirdik. Bu şansı kaybettik.” 

Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne katılma şansını yitirmesinin ardından Jose Mourinho’nun gerçekçi bir insan olduğunu vurguladıktan sonra söylediği söz bu.

Herkes bu gerçekliğin farkında zaten. Hiç kimse Mourinho’dan geldiği sene Fenerbahçe’ye Şampiyonlar Ligi kupasını kazandırmasını beklemiyordu. Ama Mourinho’nun da belirttiği gibi Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmenin ve bu organizasyonda bazı büyük takımları yenmenin Fenerbahçe’ye katkısı büyük olabilirdi. Özellikle deneyim ve öz güven anlamında.

Gerçekçi olmak adına çıtayı çok da aşağılara düşürmemek gerekiyor. Zira kadro itibarıyla Fenerbahçe önemli bir potansiyele sahip. 

Ayrıca, “asla” vurgusuyla dile getirilen bu tür söylemler, oluşturabileceği “yetersizlik” duygusuyla birlikte futbolcular üzerinde olumsuz etki yaratabilir.

Oysa Fenerbahçe için Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final hatta son 16 bile şimdilik makul hedef sayılabilirdi. Sarı-lacivertliler daha önce bunu başarmış ve 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamıştı. 

Mourinho’dan öncelikle beklenen; Fenerbahçe’nin oyununu geliştirmesi, yükseltmesi. Transfere harcanan onca paranın ardından bu beklentinin sahadaki karşılığı da Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final ya da son 16 oynamak olabilirdi pekala.

Ve bunu gerçekleştirmek de pek çok kişiyi mutlu edebilirdi...

İşin ekonomik getirisi bir yana, böylesi bir başarı psikolojik ve deneyim açısından Fenerbahçe’ye büyük katkı sağlardı...

Portekizli Teknik Direktör daha çok Avrupa Ligi’ni gözüne kestirmişe benziyor. Orada kendi seviyelerindeki takımlarla mücadele edeceklerini hatırlatıp “Şansımız var” diyor. Ayrıntısını vermese de sözünü ettiği, şampiyonluk şansı olsa gerek...

Bu arada haftada üç gün maç yapacak olmaktan yakınma hali iyice kabak tadı verdi. Üstüne bir de “Mazeret olsun diye söylemiyorum” uyarısı var ki, fazlasıyla tuhaf. Haftada üç gün maç oynanacak olması sürpriz bir gelişme değil. Takımlar bu yüzden, rotasyon imkanı barındıran geniş kadrolar oluşturmuyor mu? İşin profesyonellerinin işten yakınması hiçbir şekilde mazeret olarak kabul edilemez. Maç olmasa, antrenman olacak zaten. Tabii maçların yoğun olduğu dönemlerde genel antrenmanlar kadar bireysel çalışmaların dozunu ve temposunu doğru ayarlamak da önemli...

Saha kenarındaki jestleri, tavırları, mimikleri, itirazları, hakemlerle kurduğu ilişkiler, gazetecilere yaklaşımı ve hakemlerle ilgili söyledikleriyle Mourinho, “Futbolumuzun yeni Fatih Terim’i” olmaya aday görünüyor.

Umarız yanılırız. Zira futbolumuzun hiç ihtiyacı olmayan bir şey bu...

Tribünlerden sahaya yağdırılan yabancı maddelerle ilgili olarak hiç kimseden ses çıkmaması da enteresan. Görmezden gelinirse arada kaynar, unutulur ve böylece olası cezadan da kurtuluruz diye düşünülüyor herhalde. Sorunları halı altına süpürüp görünmez kılma geleneğimizin futboldaki en çarpıcı örneği. Oysa tam tersine bu, yüksek sesle üzerine gidilmesi gereken kronikleşmiş bir sorun. Üzerine gidilsin ve tüm boyutlarıyla ortaya konsun ki sıra çözüme gelsin. Tabii çözüm isteniyorsa. Ne yazık ki şu anda, çözüm istendiğine dair en küçük bir işaret bile yok.

Rakip ve hakemler üzerinde bir baskı unsuru, bir koz olarak görülen taraftarları gaza getirmek, türlü misyonlar yükleyerek onları payelendirmek iyi güzel hoş da bu genellikle pek hayırlı sonuçlar doğurmuyor. İşler beklendiği gibi gitmediği an gaza getirilmiş kitlede asabiyet, öfke ve saldırganlık hali ağır basmaya başlıyor. Ondan sonra gelsin küfürler, yabancı madde yağmuru, yönetimleri istifaya davet eden naralar. 

Tacize, saldırganlığa kadar varan bu tür taşkınlıklarda hiç kuşkusuz, kolayca öngörülebilecek sonuçları göz ardı edip sürekli olarak taraftarları dolduruşa getiren teknik direktörlerin, yöneticilerin ve medyanın payı büyük...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa