15 Ağustos 2024 05:18

Çark dönerken preste ezilmek, ateşte erimek!

İş cinayetlerine karşı bir eylem

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Mustafa Taş isimli 21 yaşındaki genç işçi Antep’te Pres makinesinde ezilerek, Safa Celep ise Erzincan’da bir inşaatın üçüncü katından düşerek öldüler. Günlük iş cinayetleri (resmi söylemde ‘iş kazası’) sonucu ölen işçi sayısını bilmek mümkün olmasa da, son on yılda 14 bin 300’den fazla, son yirmi yılda 34 bin civarında işçinin “iş kazası” sonucu öldüğü, resmi veriler arasındadır. Ülkeyi yönetenler işçi ölümleri üzerine açıklama yapmaya zorunlu kaldıklarında ölüm nedenlerini “fıtrat”çı sisle örtmeye çalışırlar. Buna rağmen, işçilerin-ve bir sınıf halinde proletaryanın kapitalistlerin sermayesi olduğunu; işçinin emek gücünün kullanımı olmaksızın sermayenin çoğalamayacağını da bilirler. Bütün sermaye sahipleri, sermayelerini ancak başkasının emek gücünü satın alarak kendi yararına mümkün en azami kâr kaynağı olacak şekilde, en verimli tarzda kullanabilirse artırabileceklerini; işçinin ürettiği değerin küçük bir parçasıyla onun ücretini ödeyip gerisini burjuva yaşamının gerekleri ve sermayesini genişleyecek şekilde yeniden üretmek üzere kullanabilirse zengin olabileceklerini, burjuvazinin genel tecrübesiyle tekil kapitalistlerin kendi deneyimi sonucu bilirler.

Sermayesini çoğaltmanın aracı olarak kullanabileceği işçi sayısının ihtiyaçlarını karşılayamaması durumunda kapitalistlerin işçileri kapma kavgasına tutuşabilecekleri, bu bakımdan düşünülebilir. Ancak artıdeğer sömürüsüyle kârı ve dolayısıyla sermayesini büyütme hedefi, verimlilik artışı ve bunu olanaklı kılan teknolojik gelişmeler, canlı emek gücüne ihtiyacı azaltma işlevi de görmüş olduğu ve kapitalist pazarda emek gücü kıtlığı yaşanmadığı için, kapitalistler işçinin hayatını önemsemezler. Aynı durum, sermayenin çıkarlarını koruma ve toplumu bu amaçlı boyunduruk altında tutma aracı olan devletin-bürokratik militarist cihazını işletenler açısından da geçerlidir. Kapitalistler için olduğu gibi sermayenin hem bir işlevi hem de koruyucu zor aygıtı olan devletin yöneticileri açısından da işçilerin hayatı, sağlığı, güvenli iş yeri koşullarında çalışması vb.ni önceleme ve buna uygun tedbirler alma, bunun için para harcama, kazançtan kayıp sayılır. Bu yöndeki herhangi iyileştirme ancak işçiler, sendikaları ve partileri onları buna mecbur bırakacak büyük güçle dayatmada bulunurlarsa mümkün olmuştur ve öyle olmaya devam ediyor.

İşçilerin taleplerini “Ya bu koşullarda çalışırsın ya da kapı orada çıkar gidersin!” tehdidiyle karşılayan kapitalistler, TÜİK gibi bir kurum tarafından bile  yüzde 29 civarında olduğu belirtilen “geniş tanımlı işsizlik” durumuna güvenirler. İşsizlikten söz edildiğinde “Ben 10 senedir işçi arıyorum bulamıyorum” diye şaklabanlık yapan politika bezirganları, bir iş yerine işçi ya da bir devlet kurumuna, bir belediye işletmesine ‘eleman’ arandığında binlerce-kiminde on binlerce kişinin koşturduğu gerçeğinin farkında olarak boşboğazlık yaparlar.

Sorun şudur ki, kapitalistler, para spekülatörleri, devlet-hükümet yöneticileri ve sermaye partileri için önemsiz olan işçi hayatının-ve işçinin çalışma ve yaşam koşullarının işçi ve diğer tüm emekçiler için yaşamsal birincil önemde olması gerekir. Olağan durumda bir işçi arkadaşları iş cinayetinde öldüğünde ya da sakat kaldığında binlerle, on binlerle işçi harekete geçer, olayı protesto etmekle kalmaz, önlem alınmadığı, iş yeri güvenliği sağlanmadığı, çalışma koşulları düzeltilmediği sürece çalışmayacaklarını beyan ederek sınıfsal bir tutumla ortaya çıkarlar. İşçilerin çalışmakta olan kesiminin, ellerindekini kaybetme endişesiyle bu gibi tutumlardan geri durmaları oysa, kapitalistlerle siyasal-askeri vs. temsilcilerine, işçi-emekçi hayatı üzerinde etkinlik-tasarrufta bulunma kolaylığı sağlıyor. İş yeri bazlı, lokal ve sınırlı tepkileri bir biçimde geçiştirip sermaye düzenini işletmeye ve sürdürmeye devam ediyorlar.  

Çark dönmeye, sistem işlemeye, ilişkiler aynı zemin üzerinde şekillenmeye devam ederken, iş cinayetlerinde ölüm ve sakatlanmalara yenileri ekleniyor; daha fazla çocuk işçi sömürü çarkına alınıyor; MESEM çarkın önemli bir dişlisi olarak iş görüyor. İşsizlik, pahalılık ve yoksulluk artarken, milyoner ve milyarderlerin sayısı da artıp ellerindeki sermaye daha fazla çoğalıyor. Erdoğan yönetiminin sözcüleri ise sıraya girmiş vaziyette birbiri ardına “Ekonominin düzelmekte olduğunu, finansal birikimin yükseldiğini, Hazine-Merkez Bankası rezervlerinin arttığını” söylüyor ve tümü de sermaye çıkarı ve egemenliğine dair olan iyileşmeleri müjdeliyorlar. İhaleler, hazine teşvikleri, yağma ve talan, karşısında bu zorbalığı durduracak ve püskürtecek halk gücü görmediği için pervasızca sürdürülüyor. Emek güçleri sömürülerek yaratılan kaynak yaşamlarının tüm olanaklarını mümkün kılan kaynak iken, bir de işçilerden doğrudan ve dolaylı vergi alınarak bir daha sömürülüyorlar ve M. Şimşek gibileri, açlıkla boğuşan asgari ücretliler ve emeklilerin, yoksulluk sınırı altında yaşayan on milyonlarca emekçinin sırtına yıkılan vergi ve zamlarla sağlanan kaynakların büyümesiyle övünmektedirler.

Türkiye’nin tüm ulus ve ulusal topluluklarından işçi ve emekçileri (on altı milyon işçi, aileleriyle birlikte elli-altmış milyonluk bir güç oluşturuyor) bir işçi kardeşlerinin iş cinayetlerinde ölümünü, sınıflarının bir sorunu olarak görme duyarlılığıyla hareket etmeyi başaramazlarsa bu sömürü ve yağma sistem ve düzeninin çarklarında işçiler can vermeye devam eder. Toplumsal yaşam pratiği ve kapitalist iş ilişkileri “Ateş düştüğü yeri yakar” anlayışıyla ya da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” duyarsızlığıyla değil, “bugün onun başına gelenin yarın benim başıma da gelmemesi için birlikte örgütlenip mücadele etmemiz gerekir” anlayışıyla hareket etmenin gerekli ve zorunlu olduğunu, her gün yeniden ve yeniden gösteriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa