17 Ağustos 2024 04:55

Beyefendiler, lütfen saygılı olunuz!

AKP'nin kuruluş yıldönümü etkinliği

Fotoğraf: TCCB 

Paylaş

Roma döneminde köle pazarları varmış. Parası olan, pazardan beğendiği ve işine yarayan her hangi bir köleyi atın alırmış. Satın alınarak patronun emrine giren köle, patronun her istediğini harfiyen yerine getirir, aksi durumda, köle tekrar pazar götürülüp, satışa çıkarılırmış. Üzülerek belirtmeden edemiyorum ki, siyaset sahnemiz, bazı çirkin uygulamalarla, maalesef, sanki Roma döneminin köle pazarını andırmaktadır. İlk bakışta, bu yazı milletvekillerine ya da siyaset kurumuna ağır bir saygısızlık olarak algılanabilir. Bu savdan hicap ederim, siyasetin olağan çalıştığı her dönemde böyle bir saygısızlıktan çekinirim, kesinlikle yapmam. Bu eleştiriden kendimi şimdilik uzak tutuyorum, ancak saygıdeğer okurlar sebeplerime bir göz attıktan sonra fikirlerime itirazlarının hâlâ devam etmesi durumunda, ben de düşüncelerimi gözden geçirir, siyaset-toplum ilişkisinde anlayamadığım durumu kavramaya çalışırım. Şimdi oldukça nazik, fakat toplumsal açıdan bir o kadar da hassas konumuza başlayalım.    

Hiç çekinmeden söylemek durumundayım ki, siyasette karşılıklı çok çirkin işlemler ve söylemlere tanık olmaktayız. Diğer bir deyişle, ülkemizde siyaset alanı giderek çirkinleşiyor. Bu durum, maalesef son olimpiyat oyunlarında da görüldüğü üzere, tüm alanlara sirayet ederek, ülkenin derin bir karanlığa sürüklenmesine yol açmaktadır. Siyaset alanı siyasetçilerin şahsi mülkü değildir, bu sebeple halk iradesiyle oluşturulmuş partiler arası nisbi siyaset alanı bir dahaki seçime kadar usul ve ahlaka sığmayan ilişkiler ve müzakerelerle değiştirilemez. Bu tür işlemleri engelleyen bir yasa hükmü var mıdır? Hayır, tabii ki yoktur. İşin gereği ve işleyişi icabı, zaten siyasiler kendi davranış alanlarını kısıtlayıcı böyle bir düzenlemeyi kesinlikle yapmazlar. Çünkü yasanın yapıldığı yer bizzat bu kişilerin mekanıdır. Aynen parlamentodaki maaş zamları ve emekli zamlarında yaşanan oylamalarda görüldüğü üzere, parlamenterlerin davranışı ile yeminleri arasındaki bağ her dönemde fazla güçlü değildi, fakat siyasetin hassaslaştığı günümüz koşullarında çirkin ekonomik dürtülerin de araya sokulmasıyla daha da kopma aşamasına gelmiş bulunmaktadır.  

İşin en başından başlayarak ilerleyelim. Özellikle genel seçimlerde seçmen adaya mı, yoksa partiye mi oy vermektedir? Seçimlerde aday-parti ilişkisinde, sadece adayın toplumda çok temayüz etmiş bir şahsiyet olması ve partiye olumlu katkıda bulunması koşulunda kişi partinin önüne geçebilir. Çok istisnai bu gibi durumlar hariç, kişileri tanımadan davranan seçmen partiye oy verir, seçimi kazanan parti listesinde aday olan kişi parlamentoya girer. Bu sürecin anlamı şudur ki, bir kişinin parlamentoya girmesinin kendi gücü ve görüntüsü ile fazla bir ilgisi yoktur, hatta çoğu durumda kişisel özellikler hiçbir önem taşımaz. Bu da demektir ki, o kişinin tek rolü parlamento oylamalarında ve/veya çalışmalarında bağlı olduğu partinin tek oyluk gücünü emaneten temsil etmekten ibarettir. Bir parti listesinden parlamentoya girmiş olan bir parlamenterin bağlı olduğu partisinin parlamento işlemlerinde gücünü yansıtma işlevi dışında fazla bir fonksiyonu yoktur. Hatta oluşan bu durumda oylamada kişinin nerede ise hiçbir kişiliği söz konusu olmayıp, iradesini parti kararı doğrultusunda kullanır. Hal böyle olunca, iradesi bir sayı hesabı dışına çıkamayan bir parlamenterin güç ve sadakat ilişkisi bir yandan partiye bağlılığı, diğer yandan da oyları ile partiye destek veren seçmene bağlılığı ile ilgilidir. İki farklı aşamadaki bağlılıkla/bağımlılıkla sadakat arasında oluşan bu bağ nedeniyledir ki, seçim dönemi içinde yapılan parti değiştirme davranışlarında bu bağ ya da ilişki ihlal edilmiş, parti ve özellikle de halk ile yapılmış zımni anlaşma bozulmuş olur. Bu açıdan böylesi girişimler bir ahlak sorunu olarak görülmelidir.

Günümüz koşullarında girişilen bu tür işlemlerle yansıyan diğer bir çirkinlik de, herhangi bir partinin parlamentodaki karar gücünü seçim arası dönemde etkileyerek ülkenin siyasal ufkunun belirlenmesinde etkili olunmasıdır. Bu süreç, etkisi itibarıyla birinci aşamadaki süreçten daha da vahimdir ve etki yönü itibarıyla halkın iradesine ciddi bir saldırı niteliğindedir. Şöyle ki, halkın oyları ile iktidara gelmiş olup, icraatı sebebiyle eriyen bir partinin parlamentodaki oy gücünü yükselterek, erimenin önleyişine çalışmak, hatta seçime gidilmeden parlamento dahilinde yapılabilecek düzenlemelere olanak verecek şekilde eriyen partiye destek sağlamak salt halkın görüş ve yargısına karşı değil, aynı zamanda maddi ya da gayrimaddi çıkar karşılığında halkın iradesine de meydan okumaktır. Eriyen bir parti, seçim aralığında ekonomik ya da hukuksal yeni ve halkın onayını sağlayabilecek düzenlemeler yaparak, uyguladığı politikalarla halkın yeniden beğenisini kazanabilir, bu meşru durumda halkın iradesine karşı eylem yapılmış olmaz, yeni politikalarla halkın iradesi değiştirilmiş olur. Ancak yeni politikalarla kamuoyunun iradesinde değişiklik yapılmadan, parlamento içinde milletvekili ayarlamalarıyla olumsuz sürecin engellenmesine alet olmak anlaşılamaz bir inatla millet iradesine açıkça karşı gelmektir. Bu durumda parti de, geçişlerle partiyi güçlendiren milletvekilleri de millet huzurunda suçludur. Böylesi suçluluk halinde miktarı ne olursa olsun, hiçbir maddi karşılık milletvekili vicdanını da, parti vicdanını da temizlemeye yetmez.

Her seçim dönemi kendi içinde tüm siyasi partiler ve partilere bağlı milletvekillerinin hesap dönemidir. Çeşitli manevralarla söz konusu hesaptan kaçmak hiçbir gerekçe ile adil görülemez. Bu duruma benzer en basit koşulu yeni bir anayasa yapılmasının kurulmuş meclis tarafından gerçekleştirilememesidir. Zira siyasetin oyun kuralını anayasal hükümlerle halk kurar, oyuncular kuralın koyuluşunda belirleyici olamaz. Bu sürece cüret eden herhangi bir parti açıkça diktatoryal davranış sergilemiş ve hukuksal ve etik açılardan suç işlemiş olur. Siyasi oyun kuralını parlamentodaki siyasi kadronun kurgulaması durumunda, başka bir siyasi partinin sisteme dahil olabileceği bir sistemin kurgulanabileceğini düşünebilir miyiz? Böylesi abes durum ancak kabile topluluklarında söz konusu olabilir. İşte, yeni anayasanın var olan Meclis tarafından değil de, tamamıyla farklı elemanlardan bir seferlik icraat üzere oluşturulmuş bir kurucu meclis tarafından yapılmasının teknik olduğu kadar ahlaksal sebebi ve kuralı da budur. Örneğin, kurulmuş bir parlamento sisteminde, Anayasa Mahkemesi ya da Sayıştay gibi devlet kuruluşlarının hükümlerini açıkça dinlemeyen ve uymayan bir siyasi yapının başat olduğu yeni anayasada bu kurumlara ne kadar yer verileceği kuşkulu değil midir? İşte bugün oynanmaya çalışılan bu çirkin oyunu bozmak ve siyaset pazarının Roma dönemi köleler pazarına benzetilmesine karşı çıkmak toplumsal açıdan elzem olduğu kadar, her bir parlamenterin halk karşısındaki itibarı açısından da çok önemli bir sınavdır. Tüm parlak laflar ve yüklü miktarlara rağmen, parlamenterlerimizin halka verdikleri sözü tutacaklarına ve ülkenin yararı kadar bizzat kendi gururlarını da koruyacaklarına inanıyorum.

Değerli parlamenterler, beyefendiler, lütfen partinizle ve milletimizle yapmış olduğunuz zımni sözleşmeye sadık kalınız; bir seçim dönemi için milletimizin parlamentoda size biçtiği yeri milletten izin almadan değiştirmeye kalkmayınız. Yapılabilecek usulsüzlükler ve milletimizin gözünden kaçmayacak yüklü hediyeler milletin nefretine yol açacağı gibi, sizlerin vicdanında da yaşam boyu büyük yaralar oluşturacak, Türkiye’nin her olumsuzluk durağında harcınızın olduğunu yüzünüze vurulacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa