18 Ağustos 2024 04:50

Filistin kimin ‘dava’sı? Filistin kimin ‘dava’sı olmalı?

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel

Paylaş

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarının 7 Ekim 2023'te gerçekleştirdiği ‘Aksa Tufanı’ operasyonundan bir hafta sonra bu köşede yayınlanan “İç Siyaset Meselesi Olarak ‘Filistin” başlıklı yazıda ‘Filistin’ konusunu bazı yönleriyle değerlendirmiştik.

Saldırıların ilk haftasından itibaren Filistin halkına yaşatılan kırım, bir yıla yaklaşan bir süredir, ağırlaşarak devam ediyor. İsrail devletinin Gazze’ye yönelik hava ve kara saldırılarında her gün yüzlerce sivil katlediliyor. Yüz binlerce kişi sadece dur durak bilmeyen bombalarla değil, içme suyu ve gıda yokluğuyla, salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Zulüm Gazze ile sınırlı değil. Kudüs ve Batı Şeria’da da ölü ve yaralı sayısı her geçen gün artıyor. İşkencede öldürülen Filistinlilere ilişkin haberlere, İsrail askerlerinin Negev Çölü'ndeki Sde Teiman Gözaltı Merkezinde bir Filistinli tutsağa cinsel işkence yaparken güvenlik kamerasına yansıyan görüntüleri ekleniyor.

Bunlara rağmen Gazze’de yaşanan trajedi, acı veren bir sessizlik ve neredeyse kanıksanmışlıkla karşılanıyor. “Demokrasi şampiyonu” ülkelerde Filistin’deki soykırıma karşı çıkan üniversite gençliğinin sesinin orantısız güç kullanılarak bastırılışı sonrasında sokaklarda ve üniversite kampüslerinde derin bir sessizlik hüküm sürüyor. Gazze’ye yönelik saldırıların hemen ardından dünyanın dört bir yanında alanları dolduran kitlelerin sesi artık duyulmuyor.

Ülkemizde de Filistin’de yapılan soykırıma karşı sürmekte olan ilgisizlik can acıtıyor. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan rejiminin Instagram’a getirdiği erişim yasağına Instagram yöneticilerinin Filistin konusundaki adaletsiz tutumunu bahane etmesinde görüldüğü gibi Filistin meselesi iç siyaset malzemesi yapılmaya devam ediliyor. Bir yandan Türkiye’den İsrail’e yapılan ihracat dolaylı yollardan sürdürülmekteyken, iktidar tarafından yürütülen algı yönetimine karşı sosyalist solun sesini yükseltmesi, yaratıcı yöntemlerle Filistin halkına desteğini göstermesi gerekiyor.

* * *

Filistin meselesi 1960’lar dünyasının siyasal çekim merkezlerinin başında gelmekteydi. Filistin mücadelesi, o dönemde yolunu arayan sol siyasal enerjiye sadece pratik imkanı değil, siyasal eğitim ve tecrübe de sağlamıştı. Kadro düzeyindeki bu önemli katkısı yanında, haklılığı ile kitlelerin aktif sempatisini kazanıp, onları harekete geçiren bir işlev de yüklendi. Kısıtlı imkanlarla ve çetin koşullarda sürdürülen mücadele dünyanın dört bir yanında antiemperyalist mücadelenin rol modellerinden biri oldu.    

1960-1980’ler arasında sosyalist dünya görüşünün şemsiyesi altında Filistin’de yükselen mücadele sosyalist pratiğe hem deneyim hem de önemli liderler kazandırdı. Ancak Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyen dönemde yaşanan hegemonya kaybı ve sahada yapılan taktik ve stratejik hatalara bağlı olarak Hamas, İslami Cihad ve benzeri örgütler Filistin mücadelesinde liderliği ele geçirdi. Filistin mücadelesinde önderliğin İslamcıların eline geçişini sadece emperyalist gizli servislerin eliyle açıklamak mümkün değil. Bu geçişin ve Filistin siyasetini etkileyen güncel dinamiklerin tahlilindeki yetersizlikler, dünya solunun Filistin’e ilişkin kafa karışıklığında önemli bir yer tutuyor.

Bahsi geçen kafa karışıklığı ülkemizin sol cenahında da sessizliğe ve yıllarca verilen devrimci emekle bu konuda kazanılmış olan itibarın zayıflamasına neden oluyor. Yanı başımızda IŞİD tarafından gerçekleştirilen vahşi katliamlardan Ortadoğu ülkelerinden ülkemize yönelik düzensiz göçe kadar pek çok endişe kaynağının izleri Filistin’e ilişkin geliştirilen tutuk söylemde ve sessizlikte izlenebiliyor. Hamas’ın Filistin’deki pozisyonu ile bölgedeki diğer İslamcı hareketlerin rolü, bilgi ve bütünlüklü bakış açısı eksikliğinden birbirine karıştırılabiliyor. Sol cenahta da işgal ve sömürgecilik karşıtı mücadeleyi bağlamından kopartıp “terörizm” çerçevesi içine yerleştirenlerden uzak kalmaya yeterince özen gösterilmiyor.

Oysa bugün Filistin’de Hamas saldırısını fırsat bilen Netanyahu yönetiminin sürdürdüğü kırım sadece kendi iktidarını sürdürme ve eriyen desteğini artırma çabasıyla açıklanamaz. Tıpkı Ukrayna’da yaşananlar gibi Filistin’de sürmekte olan savaş da emperyalist paylaşım mücadelesinden ve artık giderek daha sık anılır hale gelen üçüncü dünya savaşının ön adımlarından biri olarak değerlendirilebilir.

Her ne kadar emperyalist odaklar İsrail’in yürüttüğü katliamı “varoluşsal tehdit” altında bulunan bir ulusun “Kendini savunma hakkı” olarak tanımlama eğiliminde olsalar da, yaşananları Ortadoğu’da egemenliğini korumak isteyen ABD önderliğindeki Batı ittifakı ve bu eğilime karşı bölgede etkinliklerini arttırmak isteyen Çin, Rusya ve İran gibi güçler arasındaki rekabetten ve dolayısıyla siyasetten ayrı düşünmek mümkün değil. İsrail’in Filistinlilerden arındırılmış bir Gazze tasarımının aynı zamanda emperyalist hegemonyaya tamamıyla teslim olmuş bir Ortadoğu hayaliyle kesiştiğinin ve bu durumun Ortadoğu halklarının barış ve özgürlük düşlerinin sonu demek olduğunun görülmesi gerekiyor.

Hamas şiddetini ortaya çıkaran ve sürdürülmesine neden olan tarihsel ve toplumsal koşullar üzerinde sağlıklı bir bakış açısı geliştirmek, bu ve benzeri çatışma ve savaşların yerel gibi görünseler de bütünsel hegemonya mücadelesinin parçası olduğunu unutmamak ve Batı merkezli bakış açısına teslim olmamak büyük önem taşıyor.

Emperyalist rekabetin içinden geçtiğimiz aşaması, Filistin halkının kaderini bölge emekçilerinin ve Türkiye işçi sınıfının kaderine bağlamış bulunuyor. Bu nedenle Hamas önderliğinde yürütülen ancak asla onunla sınırlı olmayan mücadeleye verilen destek tüm bölge halklarının barış, refah ve özgürlük özlemine yakınlaşması anlamı taşıyor. Filistin meselesinde de kültürel ve dinsel ayrımlar yerine sınıfsal ortaklıklara yoğunlaşılması, soldan müdahalenin ısrarla sürdürülmesi gerekiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa