18 Ağustos 2024 04:46

İş cinayetleri yargılamalarının politik içeriği

Fotoğraf: AA

PAZAR
Paylaş

İş cinayetleri nedeniyle açılan ceza davaları ve yargılamaların ortak bir özelliği var. Bu özelliği kısaca cezasızlık politikası olarak adlandırabiliriz. Cezasızlık politikası, bazen onlarca, yüzlerce işçinin katli nedeniyle alt düzey yetkililere verilen sembolik cezalarla; bazen para cezalarıyla; bazen de 21 işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa patlamasındaki gibi zaman aşımı riski olarak karşımıza çıkıyor. İş cinayetleri kesinlikle cinayet olarak değerlendirilmiyor. Bilinçli ya da basit taksir, yani sadece özen yükümlülüğüne aykırı davranış, kusur olarak görülüyor.

İŞ CİNAYETLERİNDE DÜŞÜNÜLMEYEN MADDE

Aslında Türk Ceza Kanunu’nda, iş cinayetlerinin önemli bir bölümünde uygulanabilecek bir düzenleme var. 21. maddede kast düzenlenmiş ve ikinci paragrafında olası kast düzenlemesine yer verilmiştir. Öğretide dolayısıyla kast, ikinci dereceden kast, gayri muayyen kast ve muhtemel kast olarak da anılan kavrama ilişkin madde şöyledir: “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.”

Olası kastın sonuçla oluşacağı ve bu sonucun “Gerçekleşmesi muhtemel olan” olduğu açıktır. Tecrübelere göre beklenen bir sonuç olduğunu öngörmesine veya tahmin etmesine rağmen yine de hareketini gerçekleştiren kişi, bu sonucu önceden kabul etmiş demektir.

Davutpaşa’da olduğu gibi kaçak atölyede patlayıcı madde üretilmesi, Hendek’teki gibi kaçak barut üretilmesi ve buraların hiç denetlenmemesi, Soma’da, Amasra’da madencilik kurallarının hiçe sayılması, havalandırma sisteminin dahi kurulmaması, en basit önlemlerin alınmamasının sonucu yüzlerce işçinin ölümü olmuştur. Kaçak üretim yapan ve hiçbir önlem almayan patronların, yetkililerin yüzlerce işçinin ölümüne neden olan patlamaların gerçekleşmesinin muhtemel olduğunu bilmemesi mümkün mü?

Bu iş cinayetlerinden sonra sanıkların “Yüksek riskleri bilmelerine rağmen üretim faaliyetlerine devam ettiğini” bakan her göz görebilir. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.

Bu körlüğün nedenini anlamak için burada bir parantez açalım; belli ki yasa koyucu, yani dönemin Meclisi de olası kast düzenlemesini iş cinayetleri için getirmedi. Sistemin, dişlinin bir parçası olan yargı da bu düzenleme ile iş cinayetlerini yan yana getirmekten ısrarla kaçınıyor. Kör değil ama olayları, yaşananları başka bir gözle görmeyi tercih ediyor.

YARGILAMALARIN ARKA PLANI

Bir ülkedeki hukuk sistemini o ülkenin iktisadi ve siyasal sisteminden bağımsız düşünemeyiz.  Türkiye kapitalizminin, sermayedarlarının en önemli rekabet gücü, hâlâ ucuz işçiliktir. Yabancı sermaye yatırımları bu yolla çekilmeye çalışılmakta, yabancı sermayeden bağımsız olmayan “yerli” sermayenin rekabet gücünü artırmak için de üretim maliyetinin düşürülmesi temel hedef olmaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri de maliyet unsurudur ve asgari maliyetle ve göstermelik asgari tedbirlerle geçiştirilmektedir. “Denetim görevini yerine getirmeyen” siyasi iktidar, denetlenenin patron olduğu, özelleştirilmiş bir iş güvenliği sistemi kurmuştur.

Ücretlerin baskılanması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi orta vadeli programların ve kalkınma planlarının önemli bir unsurudur. Bu nedenledir ki örgütlenmek isteyen ama karşılığı işten atılmak olan Polonez işçilerine, greve çıktığında yasal hakkı olan grev kırıcıları engellemek isteyen Lezita işçilerine polis ve jandarma şiddetle saldırmaktadır.

İş cinayetleri yargılamalarının arka planında anayasal bir hak olan sendika ve grev hakkına dahi tahammülsüzlük olduğunu ve yargının kör olmadığını ama iş cinayetlerine, sermayenin gözüyle baktığını not edelim.

BAĞIMLI YARGININ ETKİSİ

Anayasada “Yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” denilmektedir. Ancak yargı bağımsız bir güç olarak demokratik bir şekilde örgütlenmemiştir. Hiçbir dönem bağımsız olmayan yargı, özellikle tek adam rejimi sonrası siyasi iktidara giderek daha bağlı hale gelmiş, bağımsız ve demokratik yargı örgütlenmesinin olmazsa olmazları olan yargıç güvencesi, savunmanın yargılama faaliyetinde eşit temsili sağlanmamıştır.

Yargının demokratik örgütlenmesi ve yargı bağımsızlığının sağlanmış olması halinde; patronların ve tüm sorumluların en azından bazı iş cinayeti davalarında olası kastla insan öldürmekten cezalandırılması daha güçlü bir ihtimal olurdu.

Ancak şimdi bu ihtimal çok daha az.

Yargıçlar, düzene çomak soktuklarında karşılığının sürgün olduğunu, meslekten çıkarılabileceklerini biliyor. Daha öncesinde olduğu gibi.

Hatırlayalım; 302 madencinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı davasında sanıklara basit taksirle ve bilinçli taksirle insan öldürmekten ceza verilmiş, dosya Yargıtaya geldiğinde Yargıtay 12. Ceza Dairesi; "Sanıkların şirketteki pozisyonları gereği ocak içerisindeki yüksek riskleri bilmelerine rağmen faaliyetlerine uzun süre devam ettiklerine" vurgu yaparak olası kastın dikkate alınmasını istemişti. Bu karardan sonra heyetteki beş üyenin üçü değiştirildi. Yeni heyet, 10 gün içerisinde sanıkların suçunu “Olası kastla öldürme” suçundan “Bilinçli taksirle öldürme” yönünde değiştirdi ve sanıklar tahliye edildi. Böylelikle bir yolun açılması, işçi katillerinin daha ciddi cezalarla cezalandırılmasının önü şimdilik kapatıldı.

SADECE CEZALANDIRMA YETMEZ

İş cinayetlerinin sadece cezalandırma ile önlenebileceğini iddia etmiyoruz. Bu mesele daha bütünlüklü ele alındığında çözülebilecektir. Meselenin, işçi sınıfının örgütlenme düzeyinin yükseltilmesi ve işçi örgütlerinin çalışma düzenine ilişkin söz hakkının olması; işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınıp alınmadığına dair denetimlerin ve yaptırımların kamusal bir yükümlülük olarak yeniden kurgulanması gibi temel yanları da var.

Yazının konusu olmadığı için meselenin bu yönlerine sadece değinmiş olarak şunu vurgulayalım: Yargı bağımsızlığı, demokratik bir yargı örgütlenmesi ve yargının cezasızlık politikasının kırılması için mücadele bir bütündür. Tüm iş cinayeti davaları da bu mücadelenin alanıdır. Sonucunda elde edilecek kazanımlar iş cinayetlerini azaltan caydırıcı bir unsur olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa