'Dingo'nun ahırı' mı, 'burjuvazinin ahırı' mı?
Fotoğraf: Osmancan Gürdoğan/AA
Geçtiğimiz hafta bu köşede, cezaevinde tutulan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile ilgili AYM’nin kararıyla ilgili olarak TBMM Genel Kurulunda atılacak hangi adımın ne anlama geleceğini tartışmıştık.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un Erdoğan’dan yeni bir işaret gelene kadar, Atalay dosyasını sümen altında tutmasının en güçlü ihtimal olduğunu aktarmıştık. 16 Ağustos’ta TBMM Genel Kurulu da bunu doğrulayacak şekilde kapandı.
Ancak Meclis Genel Kurulunda yaşananlar sadece bundan ibaret değildi.
Her şeyin adını doğru koyarak tane tane değerlendirelim. Can Atalay oturumunda yaşananlar, ‘Meclis karıştı’ başlığı altında özetlenemez. Eğer iki sözcükten ibaret en kısa özeti yapacaksak doğru tanım şudur: Meclis karıştırıldı.
Zira, Can Atalay’ın vekilliğinin düşürüldüğü oturumu yöneten ve ülkenin en uzun dönem adalet bakanlığı yapmış isimlerin başında gelen Bekir Bozdağ’ın bu oturumu da, sıra Gülizar Biçer Karaca’da olduğu halde yönetmesinin dayatılması, hem muhalefete meydan okuma, hem de açık bir provokasyondu. Yani, “Bugün buradan Can Atalay’ın vekilliğinin önünü açacak bir karar çıkamayacak” cümlesinin, Saray rejimi tarafından ilanıydı.
Ardından yaşananlara gelelim. Oturumda TİP Milletvekili Ahmet Şık, konuşmasını yaptığı sırada AKP İzmir Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Alpay Özalan’ın saldırısına uğradı. İdare amirlerinin görevi Mecliste milletvekillerinin görüşlerini açık ve serbest bir biçimde dile getirebilmesi için gerekli ortamı sağlamaktır. Özalan’ın yaptığı ise, Ahmet Şık’ın ifade özgürlüğünü, kürsü ve yasama dokunulmazlığını hiçe saymaktır. Ortada kınama ile geçiştirilemeyecek bir suç vardır. Ahmet Şık’a kınama cezası verilmesi ise, yaşanılanı saldırı değil de, “kavga” olarak tanımlamak içindir. Saçmalıktır.
AKP’lilerin saldırısı sonucu, DEM Parti Grup Başkan Vekili Gülistan Koçyiğit ile CHP Milletvekili Okan Konuralp’in kaşlarının yarılması, 15 Temmuz darbe girişiminde bombalanan Meclisin iradesine yönelik ikinci fiziki darbedir.
Tüm bunlar AYM’nin Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin hükümsüz olduğunu ve iade edilmesi gerektiğini belirten kararına karşı, dolayısıyla verili Anayasa’ya karşı yapılmıştır.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Selim Köroğlu’nun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımında saldırıyı savunarak, “Burası TBMM dingonun ahırı değil, hakaret edersen cevabını da alırsın. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Can Atalay teröristtir" ifadelerini kullanması, saldırının adresinin itirafı niteliğindedir. Yani Özalan bir sonuç olarak karşımızdadır.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Köroğlu’nun, “Burası TBMM dingonun ahırı değil” sözleri, insanın aklına, Lenin’in, burjuva parlamentosunu “Augeas’ın ahırları”na benzetmesini getiriyor. Yunan mitolojisinde Kral Ellis'in oğlu olan Augeas, ülkesindeki en büyük ahırlara sahiptir ve Herkül gelene kadar bu ahırları hiç temizletmemiştir.
Lenin’in “Augeas’ın ahırları”ndan gelen pis kokulara benzettiği burjuva parlamentosu, 16 Ağustos’ta, Türkiye’de adeta yeniden sahnelenmiştir.
16 Ağustos’ta TBMM Genel Kurulunda yaşananları, “Ülkedeki gerilimin ve siyasal kutuplaşmanın yansıması” olarak yorumlamak da ilk bakışta kulağa doğruymuş gibi gelse de, özünde, ya yaşananlardan bir şey anlamamak ya da bilinçli olarak yaşananları çarpıtmaktır.
Ülkede uzun süredir siyasal bir kutuplaşma vardır ama, bu kutuplaşma, devletin zirvesinden aşağıya doğru körüklenmektedir. Kaldı ki, 16 Ağustos’ta yaşanan yeni bir tablonun sonucuna işaret ediyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinden tek başına iktidar olma şansını kaybeden AKP, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ikinci parti durumuna düşmüştür. Bu konumdaki bir iktidar, kasti olarak, hukuksuz bir biçimde vekilliğini düşürdüğü bir muhalefet partisi milletvekilinin haklarının iade edilmesi gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi kararına da direniyorsa bu asimetrik durum, öncesinden daha farklı bir gerçekliğe de tekabül eder. Sandıkta kaybetmiş bir iktidar partisi, Anayasa Mahkemesinin açık hükmünü de yok sayarak elindeki devlet imkanlarını muhalefete zulmetmek için kullanıyorsa, bu aslında, provokasyon topunu hem Meclisin hem ülkenin ortasına atmak demektir.
Bu arada Lenin’in, yukarıda aktardığımız benzetmesine karşın, işçi sınıfının devrimci iktidarı için parlamento dahil başka pek çok aracın kullanılabileceğine vurgu yaptığını hatırlatalım.
Parlamentoyu “Augeas’ın ahırları”na dönüştürenlere karşı, o alanı, halkın iradesinin yansıyacağı bir mekanizmaya dönüştürmek de yine bir mücadele işidir.
Mecliste, iş yerlerinde, fabrikalarda, sokakta, hastanelerde, eğitim kurumlarında, hayatın nabzının attığı her yerdeki mücadele…
Bağlarken de vurgulayalım: Bir ülke, bu düzeydeki bir siyasal çürümüşlüğü uzun süre kaldıramaz.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00