20 Ağustos 2024 03:30

Transferizm: Değiştireyim ki değişmeyeyim

Fenerbahçe, Portekizli teknik direktör Jose Mourinho ile resmi sözleşme imzaladı

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Basit görünen bir problemle başlayalım: Sezon bitmiş. Tuttuğunuz takımın iki transfere ihtiyacı olduğu yönünde fikir birliği var. Yaz aylarında iki oyuncu kadrodan ayrılıyor ve yerlerine altı yeni isim geliyor. Şimdi kaç transfere ihtiyacınız var?

Türkiye’deyseniz cevap dört, hadi abartmayalım üç, bilemediniz iki, en iyi ihtimalle bir. Neden? Muhtemelen ‘transferizm’ yüzünden.

BAŞKANIM BANA AL

Futboldaki hemen her sorunun transfer ile çözüleceği, aksi halde eksiklerin asla kapanmayacağı, mevcut personelin gelişmesinin mümkün ve yeterli olamayacağı yönündeki anlayış ve inanç için transferizm kavramını öneriyorum.

Transferizmin cazibesine direnmek zor çünkü gerçekten de eksiksiz kadro diye bir şey yok. Sol bekin yetersizliği sezonu heba edebilir. Bitiriciliği keskin bir golcü, aynı oyunla çok daha fazla puan almanızı sağlayabilir. Yeni bir oyuncunun getireceği yeni olasılıkları hayal etmenin getirdiği samimi keyif de cabası.

Ancak transferizm hakiki ihtiyaca gerçekçi çözüm önermekten daha fazlası. Transferistler her şartta ve ortamda, hemen her oyuncunun yerine “daha iyisini” istiyor. Hal böyle olunca değişim ile değişiklik arasındaki ayrım bulanıklaşıyor; eldeki kaynaklarla gelişme imkanı en baştan inkar ediliyor ve tepede oturanlar sırf istenen değişikliği yaparak kendi koltuğunu garanti altına alıyor.

Son 20 yılda uluslararası sahiplerin -Rus oligarklar, Körfezli emir ve şeyhler, Amerikalı milyarderler- ortaya çıkışıyla dünya futbolunda da yükselen transferizm Türkiye’de çığırından çıkmış durumda. Çünkü oyunun bütün unsurları için son derece işlevsel.

HOCAYA BAHANE

Teknik direktörler transferizmin hem öznesi hem nesnesi. Bazen gitmeleri için ortalık yangın yerine çevriliyor, bazense kendileri doğru oyunu bulamayınca oyuncu açığını mazeret gösteriyor. Tuhaftır, hocanın ismi büyüdükçe ona mahcup olmamak için daha fazla transfer gerektiği inancı artıyor.

Bu argümanların geçersizliği ise ötekiyle karşılaşınca ortaya çıkıyor. Son dönemde dört büyüklerin Avrupa’da diş geçiremediği ekiplere bakalım. Bu sezon Fenerbahçe ve Trabzonspor’u eleyen Lille ve Rapid Wien’in, geçen sezon Galatasaray ve Beşiktaş’ı alaşağı eden Kopenhag ve Lugano’nun kaç transfere ihtiyacı vardı acaba?

MEDYAYA VE SOSYAL MEDYAYA YAKIT

Türkiye’deki spor medyasına veya sosyal medyadaki hakim söyleme kalsa sahaya bile çıkmamaları gerekirdi. Gelgelelim transferizmin en karakteristik özelliği, her sezon yanlışlanmasına rağmen varlığını sürdürmesi. Bunda medyanın payı büyük.

Çünkü spor gazeteleri ve sayfaları en çok transfer dönemlerinde reyting topluyor. Dahası, hiç transfer yapılmazsa -Allah korusun!- aynı kalan kadronun nasıl daha iyi oynayabileceğine kafa yormak ve düşüncede derinleşmek gerekecek. Halbuki Galatasaray bir sol bek getirse yeni ahkam için dev bir alan açılacak. Dedikodusu bile yeter. YouTube, Süper Lig’e transferi gerçekleşmemiş oyuncuları analiz eden Türkçe videolarla dolu. Gelen sol bekin “aranan adam” olmadığı ortaya çıksa da sorun değil. Transferistler bu sefer de “yeni bir yeni” için harekete geçecek.

Sürekli yenilenme söyleminin sırrı, asla geriye bakmamakta. Böylece eski büyük yanılmalar görünmez oluyor. Mesela Galatasaray geçen sezon sadece Milot Rashica’nın bonservisini alıp Hakim Ziyech, Wilfried Zaha, Tete ve hatta Tanguy Ndombele’yi getirmese ne kaybederdi? Kaç parası cebinde kalırdı? Ya da bugünkü ortam olsa, 100. yılında şampiyon olan Beşiktaş’ta Kaan Dobra ve İbrahim Üzülmez, 2007-08’de Şampiyonlar Ligi çeyrek finali gören Fenerbahçe’de Claudio Maldonado ve Edu Dracena oynayabilir miydi? İyi bir takım yaratmak tam da bu gibi oyuncuların transfermarkt.com gibi sitelerde görünmeyen artılarından yararlanıp, görünür eksiklerini birlikte kapatmak değil miydi? Oyunun keyfi ve mutluluğu biraz da buradan gelmiyor muydu?

Ama bugün keyif ve mutluluk değil sorunsuzluk aranıyor. Oyunun merkezinden uzaklaştıkça çocuklaşan sosyal medya merkezli taraftarlık pratiği de transfer çalımlarından memnun.

BAŞKANA GARANTİ

En memnun olanlar ise en şık koltuklarda oturanlar. Çünkü bir kulüp başkanı için transfer, doğru bir şey yapıyor gibi görünmenin en kestirme yolu.

Bir de kamuoyuna “Adam o kadar transfer yaptı ağabey, daha ne yapsın?” dedirtebilirseniz -onu da yorumcu transferiyle dedirtiyorsunuz- tarihin en başarısız başkanı olsanız bile koltuğunuz sarsılmıyor.

Üstelik taraftar çocuklaştıkça yönetim de ebeveyne dönüşüyor ve çağın gerekleri uyarınca, çocuğunun mutsuzluğunu onunla daha fazla ve daha doğru biçimde ilgilenmek yerine eline yeni bir tablet/telefon vererek gidermeyi seçiyor.

SAHAYLA SINIRLI DEĞİL

Galiba meselenin özünde de bu var. Türkiye’de transferizm sahayla sınırlı bir ideoloji değil.

Turgut Özal 1980’lerde Naim Süleymanoğlu’nu transfer ederken sadece oy potansiyeli taşıyan popülist bir hamle yapmadığını biliyordu. Naim transferi gibi icraatlarıyla ithal ettiği neoliberalizm sayesinde her şeyin bir fiyatı olduğu, çalışmayanı tamir etmek yerine yenisini almanın makbul sayıldığı zihniyeti yerleştirdi. Özal’ın mirasçısı AKP iktidarı da anlayış, zihniyet ve metodoloji sabitken sadece alt kadrolarda değişiklik istemeyi siyasi vecibe haline getirdi. Böylece hem değişim illüzyonu yaratılıyor hem de değiştiren kişinin, yani en baştakinin yerinde kalması garanti altına alınıyordu.

Bu anlayışı tabana yaymakta da epey başarılı oldular. Bugün kendini orta sınıf ve muhalif zanneden beyaz yakalı kalabalık, içinde debelendiği pisliği temizlemenin yolunu personel veya iş değişiminde arıyor. Zihniyete ve patrona karşı sahte direnişler ya ilk terfide unutuluyor ya da dost meclislerindeki pasif agresif söylenmelerle sınırlı kalıyor. Bu arada kimse bir şeyleri, en başta da kendini gerçekten değiştirmeyi düşünmüyor. Haklılık hastalığı içinde birbirimizi pışpışlayarak yaşamaya devam ediyoruz.

Aslında futbolda yaşanan da bu. Söz gelimi Ali Koç yönetimindeki Fenerbahçe’nin Acun Ilıcalı eklemesi ve yeni şaşaalı transferleriyle ne kadar iyiye gideceğini merak ediyorsanız, Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye ekonomisinin Mehmet Şimşek eklemesi ve devridaim halindeki Merkez Bankası başkanlarıyla ne kadar iyiye gittiğine bakabilirsiniz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa