22 Ağustos 2024 04:51

Kararlı saldırı, mızmız muhalefet!

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i ziyareti

Fotoğraf: CHP BASIN

Paylaş

Türk burjuva siyasal sisteminin anayasal olarak nitelenmesini boşluğa düşüren siyasal-hukuki uygulamalara yenilerinin eklendiği bir süreçten geçiliyor. Anayasa’sının bizzat devlet iktidarı yönetenlerince meşru ve geçerli sayılmadığı bir ülkede egemen siyasal sistemin meşruluğu üzerine söyleneceklerin dayanaksız kalacağı açık olmalıdır. Sorun burjuvazi ve proletarya olarak iki büyük ve başlıca sınıf olarak bölünmesi nedeniyle toplumun sömürülen ve ezilenleri açısından sistemin gayrimeşru olmasını aşan bir kapsama genişlemiştir.

Bir parlamentonun ve orada varlık gösteren çeşitli siyasal partilerin varlığının “parlamenter demokratik sistem”in varlığını işaret etmediğini Erdoğan yönetiminin sözcü ve temsilcileri, Erdoğan’ın kendisi başta olmak üzere söylemekten imtina etmemektedirler. 600 civarındaki milletvekilinin iktidar partisi/partilerine mensup çoğunluğu, sistemin karar verici organı konumundaki “tek adam”/Saray iktidar gücünün uygun gördüğü politikalara meşruluk etiketi yapıştırmak üzere tek kişi gibi parmak kaldırırken, halkın istemleri, burjuva muhalefet partileri yönünden de sadece sözel düzeyde söz konusu olabilmektedir. Ya da hatta çoğunluğunca yalnızca demagojik ikiyüzlülüğün malzemesi olarak kullanılmaktadır. Hal böyle olunca, Mecliste bir ya da birkaç milletvekilinin devlet partisi -partilerinin şiddetiyle karşılaşması, olsa olsa, kapsamlısı kentlerde ve kırda, iş yeri, okul, fabrika vs. de ekonomik sosyal veya politik taleplerde bulunan ya da bulunma eğilimi gösteren emekçilere, gençlere ve kadınlara -buna hayvanlar da eklenebilir- uygulanan şiddet politikasından, denebilir ki daha sınırlı biçimde pay alması anlamına gelir. Nitekim, Saray’ın etkili sözcüleri tarafından “Dingo’nun ahırı” olmadığı belirtilerek güya Meclis savunulurken, Meclis dışı tüm alanların iktidar sopasının hükmü altında tutulduğu da ilan edilmiştir.

Sorun iktidar cephesi açısından nettir: Karşılaşılan zorluklar, saldırı politikasından geri adım atmaya neden olmayacaktır. Polisiye ve askeri operasyonlar içeride ve dışarıda (örneğin Irak-Suriye-Somali gibi) sürmektedir. Gazeteciler gözaltına alınmakta; sokaklarda tepkilerini söze dökerek bir tür rahatlama yaşayan bireylere yönelik baskı artmaktadır. Kürtlere yönelik baskı Kürtçe türkü eşliğinde halay çekenlerin gözaltına alınması şeklinde siyahlaştırılmıştır. İşsiz sayısı resmi verilerle dahi 3.5 milyon civarındadır. 40 milyon kişinin 3 trilyonun üzerinde kredi borcu olduğuna dair veriler bulunuyor. Halk kitlelerinin çok büyük çoğunluğu zorunlu tüketim maddelerinin önemli bir kısmını dahi karşılayamazken, devlet yönetimi, tüketimin kısıtlanması aracıyla ihracat gelirlerinin artırılmasını başarılı bir ekonomi politika olarak satmaktadır. Asgari ücretlilere, emeklilere para yok nerden verelim denirken Saray yönetimiyle iktidar ağının harcamaları onlarca kat artırılarak tüm yük vergi ve zam yoluyla emekçilere yıkılmaktadır.

Erdoğan iktidarı, itiraz edenlerin direnişlerine fiili baskı ve saldırıları artırarak yanıt vermeyi yönetim politikası haline getirmiştir. Kıyılar, limanlar, maden rezerv bölgeleri, ormanlık alanların önemli bir bölümü sermaye şirketleriyle siyasal paydaşları tarafından mülk edinildi ya da ediniliyor. Yönetim kurulu başkanlığını bizzat Erdoğan’ın yaptığı Varlık Fonunun el koyduğu ya da tek adam imzasıyla bu fona devredilen varlıkların miktar ve büyüklüğü durmaksızın artıyor. Köprüler, hava alanları, şehir hastaneleri üzerinden toplamında yüzlerce milyar dolar tutan kaynak özel sermaye şirketleriyle bu şirketlerin iktidar ortaklarının kasalarına aktarılmaya devam ediyor.

Hal böyleyken, CHP yönetimi ve destekçisi propagandacı takımı, senelerce sürdürdüğü seçim tartışmasını yenileyerek sürdürmekle meşguldür. Seçim ve CHP’de kimin cumhurbaşkanı adayı, kimin hangi büyük kentin belediye başkanı olacağı tartışması, sanki birkaç ay içinde seçim yapılacakmış havasında tartışılmakta; MHP-AKP arasındaki çelişkilerden iktidar olanağı çıkarılmakta; Özel ve ekibinin “yumuşama” sözde taktiğiyle nasıl da güç kazandığına dair veriler yayımlanarak işçi ve emekçiler seçim beklentici bir sürüklenmenin çemberinde tutulmaya çalışılmaktadır.

“Normalleşme-yumuşama” söylemiyle CHP yönetiminin mevcut koşullarda yaptığı ve yapmaya çalıştığı, bizzat Erdoğan tarafından da açıklandığı üzere, itirazların iktidarı zora düşürmeyecek şekilde sürdürülmesidir. CHP yönetimi izlediği muhalefet politikasıyla bu sınırları aşmamakta, saldırılara karşı gürültülü açıklamalardan öteye geçmeyerek yığınların saflarında biriken ve lokal-küçük ve henüz birbirleriyle birleşmeksizin de olsa ortaya çıkan protestocu tepkilere güç verecek bir tutumdan kaçınmaktadır.

CHP yönetiminin, üretici köylülerin eylemleri, işçilerin çok sayıdaki şehirde çok sayıdaki iş yerinde baş vurduğu direnişler karşısında yaptığı, ara sıra lafını ederek ya da bir-iki milletvekilini göndererek “Yanında olduğunu göstermek”ten ibarettir. Bu, amiyane deyişle mızmız muhalefettir.

CHP’nin devlet ve düzen ile illiyet bağı, bu tür bir muhalefet sınırlarında kalmasının başlıca nedenidir. CHP yöneticileri “devlet kuran parti”nin yöneticileri olma sorumluluğu adına reformcu-yumuşamacı politika izlemekle övünürlerken kaybedenler sömürülen ve ezilen on milyonlar olmuştur ve olmaya devam ediyor. Sağ gerici, faşist ve şovenist, kimi zaman cuntacı ya da şimdi olduğu üzere tek adam saltanat idaresinin dayatılması, kitlelerin ileri kesimleri de dahil önemli bir bölümünün CHP’nin muhalif politikalarına yakınlık duymasına ve onun vaatleri doğrultusunda beklentiye girmesine neden olmuştur. CHP yönetimleri ise bunu, mevcut düzenin devamı yönünde kullanmayı politika edinmişlerdir.

CHP, Ecevit’in cuntalar ve halk arası çelişkilerin sonuçlarıyla bağlı bir iki yıllık hükümet dönemi dışında 75 senedir iktidar partisi olamamasına rağmen “İktidara geliyoruz, düzelteceğiz!” söylemiyle halk kitlelerini oyalamayı sürdürüyor.

Bu düzeltici düzen muhalefeti, onca ağır saldırı koşullarına rağmen günümüzde de aynı zeminde sürdürülüyor. CHP yöneticileri, önümüzdeki yıllarda ülkede, bölgede, dünyada ne tür değişimlerin olacağını birebir ezber etmişler gibi, “Erdoğan gidiyor, biz geliyoruz” temasını işleyerek teskin etmeyi sürdürürlerken, emekçiler, kent-kır yoksulları pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin tokadını yemeye devam ediyor. Oysa değişmesi gereken bir durumdur bu ve fakat CHP’nin politikalarıyla bu sağlanamaz.

İktidarın saldırılarına ve burjuva muhalefetin düzen savunucu politikalarına gösterilen itirazların daha da büyüyüp genişlemesine ihtiyaç artmıştır. Türkiye’de de üretici köylüler Fransız üreticilerin traktörlü eylemlerinden öğrendiklerini gösterir eylemlere başvurmaya başladılar. Türkiye’nin çok sayıdaki kentinde ortaya çıkan ve süren işçi direnişleri var. Kadınlara yönelik şiddete karşı yaygın tepkiler şu ya da bu biçimiyle devam ediyor. Cumartesi Annelerinin eylemleri, şiddet barikatına rağmen sürüyor. Köpek öldürmelere karşı duyarlılık yayılıyor.

Ancak tüm bu itiraz, protesto ve direnişlerin çok daha yaygın ve geniş şekilde birleşik biçimleriyle ortaya çıkıp sürmemesi, iktidardakilerin saldırılarını sürdürmelerine ve ne olursa olsun ben istediğimi yapar-uygularım anlayışıyla hareket etmelerine olanak sağlıyor. Burjuva muhalefete yumuşamacı oyun olanağı sağlayan da bu durumdur. Aynı nedenler halk kitlelerinin bu çemberden çıkışını gerekli kılıyor. Barikat ancak o durumda yarılarak ilerlenebilir. Sermaye klikleri arasındaki çelişkilerden yararlanmanın yolu da daha güçlü bir halk muhalefetinin ortaya çıkmasından geçmektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa