23 Ağustos 2024 04:50

Borç çok, kamçı var, yiğit kim?

Fotoğraf: cleanpng

Paylaş

Eskiler borç yiğidin kamçısı demişlerdi. Ama öyle anlaşılıyor ki onlar kamçı kimin elinde, yiğit kim, neden borçlanmış gibi sorunlara kafa yormamışlar, borcun yiğidi daha fazla çalışmaya zorlayacağını düşünmekle yetinmişlerdi. Bugün bütün bunlara net yanıtlar verilebiliyor. Bu net yanıtı verebilmek için öncelikle şu gerçeği dile getirmek gerekiyor. Ülkenin bir yıl içinde ödemesi gereken kısa vadeli dış borcu 236.6 milyar dolara çıkmış. Dış borç toplamı ise yarım trilyon -506.8 milyar- doları aşmış bulunuyor. Bu rakamlar biz kamçının sahibinin emperyalist finans kurumları ve devletler olduğunu açıkça anlatıyor. Yani kamçı onların elinde. Ama onlar kamçıyı kullanma görevini tek adam yönetimine, o da memuru olarak atadığı “İngiliz Memed’in” eline vermiş durumda.

Peki yiğit kim? Bu borcu ülkeyi yöneten iktidarlar ve onları destekleyen iş birlikçi kapitalist tekeller yaptılar. Bugüne kadar onların bu borcu biz yaptık, şimdiye kadar soyduklarımızı, varsa babadan atadan kalma malımızı mülkümüzü satar bu borçları öderiz dediklerini duymadık. Yani bir yiğitliklerini görmedik. Ama bu borçlar faizleri ile birlikte tıkır tıkır ödeniyor. Bu nasıl oluyor? Borç yükü halkın sırtına yıkılmış durumda. Hayatı sürekli pahalandıran zamlar, bindirilen vergiler, garantili soygun yöntemi yüksek enflasyon, para babalarının kasalarını dolduran faiz ödemeleri, kâr garantili ödemeler, açlık sınırının altında tutulan asgari ücret ve yoksulluk sınırının yarısının altında olan ortalama ücret ve maaşlar, küçük üreticilerin soyulması ve yıkılması bu ödemenin temel kaynaklarını oluşturuyorlar. Kamçıyı iktidarlar ve onun destekçisi büyük patronlar -kârları tavan yapmış durumda- değil, işçi ve emekçi halk sırtına yiyor. Kamçı izleri derin yaralara dönüşüyor.

O zaman zorunlu olarak şu soruyu da sormamız gerekiyor? ‘Borçlar ülkenin namusudur, canımızı dişimize takar, bu borçları öderiz’ tutumu bu halkı yiğit yapar mı? Eğer bugün “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” laflarını daha fazla duyar olduysak yanıtın olumsuz olacağını da peşinen söyleyebiliriz. Ama yiğitliğin yapıldığı alanlar var ve bunlar giderek yaygınlaşıyor ve güçleniyor. Fabrikalar, iş yerleri ücret artışı, ekonomik ve sosyal haklar için direnen ve mücadele eden işçilerin sesleri ile yankılanıyor. İktidarın yol vermesiyle tekeller tarafından soyulan küçük üreticiler yollara dökülmeye başladı. Emekliler, öğretmenler ekonomik ve sosyal haklar için mücadele ediyorlar. Suyu, ormanı, taşı toprağı saldırıya uğrayan halk can ve kan pahasına direniyor. Hayvanları korumak için artan bir duyarlılıkla harekete geçiliyor. Her kadın cinayeti, öfkeyi ve protestoyu harekete geçiriyor, Kitlelerin sürekli yükselen ve kararlılık kazanma eğilimi gösteren yiğitliğine ve kahramanlığına şahit oluyoruz.

İşçi ve emekçi halk henüz birleşik ve genel bir mücadeleye dönüşmüş olmasa da, yerlilik ve millik demagojileriyle halkın bir bölümünü kandırmayı başarmış olan iş birlikçilerden ve onların iktidarından hesap sormaya yöneldi. Yeterli ve güçlü olmasa da bu hesabın sorulmadığı hemen hemen hiçbir alan yok. Sendika bürokratları da işçileri tutmayı artık başaramayacaklar. Çünkü ekonomik ve siyasi koşullar, işçi sınıfının genel ve hayati çıkarlarının aciliyeti ile, bu bürokratların tutumları arasındaki çelişkiyi sürekli olarak derinleştiren bir yönde gelişiyor ve sınıf hareketi önüne kurulan barikatı parçalayacak bir enerji topluyor. İşçi ve emekçi halkın bu gelişimini teşvik etmek ve desteklemek gerekiyor. Bugün bunun en etkili yolu ise kitlelere güven verecek birleşik bir mücadele merkezinin örülmesi olacaktır.

Böyle bir mücadele merkezi ise kendiliğinden oluşmuyor. Bunun için azami çabayı göstermek, hareketin gelişimine engel olan takıntı ve saplantılardan kurtulmak, kendi dar çıkarlarını değil, işçi ve emekçi halkın acil ekonomik ve politik çıkarlarını temel almak gerekiyor. Kitlelerin en derin ekonomik sıkıntıları, yoksulluğu, işsizliği ve açlığı yaşadığı bir dönemden geçilirken ve üstelik bunların daha da kötüleşeceğinin her türlü belirtisi varken, olağan bir dönemden geçiliyormuşçasına tavır takınmak her halde kabul edilebilir bir tutum olmasa gerek. Bugün ülkenin bu durumunun değişmesini isteyen her kesimin halkın temel ve acil taleplerini içeren bir platformda ortak bir mücadele için bir araya gelmesi gerekmiyor mu?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa