24 Ağustos 2024 04:10

Tesadüf ya da değil

insanlar

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

“Bazı devrimler işte böyle, tıkanıklığı tesadüf eseri tahliye etmeyi başaran bir öfkeden doğar.”
Dalga, Giulio Cavalli

Tesadüf kelimesinin anlamı “Yalnızca olasılıklara bağlı olduğu düşünülen olayların bağıl nedeni.”

Son birkaç ayda; hayvan katliamı yasasının geçmesi, korkunç şekilde öldürülmüş hayvanların görüntüleri, köpekler tarafından parçalandığı iddia edilen ve teyit edilemeyen ceset görüntüleri, Suavi konserindeki provokasyon, Manisa’da hamile kadının darbedilmesine seyirci olanlar, Özgür Özel’e kurşun sıkıldı iddiaları, Ahmet Şık’a Mecliste linç girişimi, Mecliste kan, her gün haberlere düşen bıçaklı saldırı, kurşunlama, sokak kavgası haberleri...

Hiç olmadığı kadar gündemin şiddetle bezendiğinin farkındayız hepimiz.

İki bağlamda ele alalım; bu bir tesadüf değil de sosyal medyayı maniple etme gücüne kavuşmuş, medyayı ele geçirmiş bir iktidarın stratejisi ise durum vahim.

Biz; “90’lar iyiydi”, “Nereye iyiydi, beyaz Toroslar size vurmadı tabii”, “İnsanlar daha iyiydi”, “Nereye daha iyiydi, ’80 darbesinde herkes komşusunu ihbar etti” kavgası yaparken, ülke ’80 öncesine çevirdi dümeni demek. 

Eğer hakikaten tesadüf ise durum vahim: Toplumsal çürüme saklanamayacak, kontrol edilemeyecek ve bir iki nesle dünyayı zindan etmeden düzelemeyecek kadar ilerlemiş demek.

Baktığım yerden durumun iki ucu da vahim. 

Toplumun dönüştüğü şey de aslında vahametin kesişim kümesi. Birbirine güven, diyalog, özgür düşünce, kitlesel eylemlilik, grev, boykot yani savunma adına bildiğimiz her şeyin baltalanması bu insani çürümüşlük.

Bu; “İyi idi, değil idi” tartışmasında heba ettiğimiz ’90’ların günümüzden bir farkı da solun nispeten daha güçlü ve örgütlü olmasıydı. Buna özellikle toplumdaki çürümenin önüne çektiği set bağlamında değinmek isterim. 1-2 seneye ya da bir sonraki seçime iktidar olmayı hedeflemek gibi ayağı yerden kesik bir hedefi olmayan sol, idealindeki dönüşümü de belirli bir tarihe ertelemeden, elinde siyasi bir erk geçmesini beklemeden, örgütlenme hedefi çatısında her gün gerçekleştirmeye çalışırdı.

Merkezi semtlerden, işçi ve emekçilerin yoğun yaşadığı en ücra köşeye kadar her fraksiyonun bir kültür merkezi bulunurdu. Burada kitap kulüpleri, satranç dersleri, enstrüman, tiyatro, drama, halk oyunu kursları, dinletiler, söyleşiler, paneller gerçekleştirilir. Her şeyden önemlisi, semtin sakinleri diledikleri an tek başlarına da olsa sosyalleşmeye gelirdi. Belediyelerin kültür sanat işlevinin muadili mahallede vücut bulurdu.

Bu birbirini görme, sohbet etme, dayanışma hali; yalnızlığın, çaresizliğin, hedefini bulamadıkça iç çürüten öfkenin panzehri olurdu. İnsan sosyal bir varlıktır.

İnsanı, başını soktuğu bir mağarada ölmeyecek kadar karın doyurabilen neanderthallikten ya da kölelikten kurtaran bir yaşam şekli sunardı.

Büyük beklentileri hep genel ve yerel seçimlere havale ettik. Oysa atanmayan öğretmenlerin, ihraç edilen akademisyenlerin kürsüye geçebileceği eğitim kurumları hayata geçirilebilirdi. Cemaatin dershaneler üzerinden örgütlenmesi üzerine konuşmak kolaydı, biri ifşalandı, kalanlar yurtlarıyla eğitimi domine etmeye devam ediyor. Belediye olacak ki alternatif yurt açılsın. Sınava hazırlanan çocuklara, gençlere kültür merkezi gibi, bağış ya da çok düşük aidat mantığında ücretlendirmeyle derslikler açılabilirdi. Eminim özel sektör öğretmeni gelirinden de adil olurdu. Bir büyük kontrollü, referanslı sistem kurulabilirdi: Evinde öğrenciye oda verebilecekler ile öğrenciyi buluşturan.

Emekliler için, kendi çocuğu başka ile, ülkeye eğitime gidenler için ve öğrenci için çok daha tercih edilir olurdu. Ev de paylaşıldıkça ısınıp yuvaya dönüşür. 

Bağımsız bir jüri ile üstün yetenek sınavları yapılabilirdi. Kültür sanatta tavrı, tutumunda dik duran ustalar; el verirlerdi gençlere. Böyle bir oluşum başarılsa belki de 22 senede dünya çapında isim yapmış feyzlerimiz olurdu. Öz geçmişlerinin satır arasında “İktidara rağmen halkın sanatçıları tarafından seçilip başardığı” zaten okunurdu, gücümüze güç katardı.

Mesela vekil adayı olmak için partiye bağış yerine, bölgesinde tarım destek, alanında ARGE desteği ya da bir sivil toplum liderliği aranıyor olsaydı, Meclis kadroları seçildiği illerde daha fazla fark yaratabilirdi.

Mesaiyi iktidarın neyi yanlış yaptığını, neyin suç olduğunu anlatmaya çalışarak geçirdik. Hâlâ da ne kadar yoksullaştığımızı anlatmaktan geri durmuyoruz, rantı anlatıyoruz, yolsuzluğu vs. Bilmeyen kalmadı ki 22 senede, farkında olmayan kalmadı. Ama işte alternatif bir yaşamı işaret edemiyoruz. Kimsenin gözünde canlandıramıyoruz. Eldeki imkanla, kısıtlı alanda bile yapılsaydı, bir fragman olacaktı. Herkese bir yapılabilirlik umudu olurdu. Adaletin olmadığı, cehaletin köklerinin derine dallarının arşa ulaştığı durumda, şiddetin palazlanması kaçınılmaz. Şiddetten korunmanın yolu etik duvarı sağlam örmekti, insanlığın onurunu korumayı önceliklemekti. Çok geç kaldık, her gün daha da geç kalıyoruz. İçinde yaşadığımız bu toplumu artık tanıyamıyoruz. Ne iyi niyet, ne cesaret, ne misafirperverlik ne kıvrak zeka, ne mizah, ne ozanlık... Çok suladıkları obskürantizmin meyveleri hepsi. Ben hariç değil, üzgünüm siz de hariç değil, akrep gibiyiz artık hepimiz.

50 senelik sloganın ritmini bile değiştiremeyen, eylem deyince mitingden, basın açıklamasından ötesini düşünemeyen, imza kampanyalarına verdiği ismiyle vicdanını rahatlatan, toplumun dönüşümünü gördükçe pasivize haliyle bile onurlu duruşu kibirle kirlenmeye başlayan, yazmayı bilip silmekten yüksünen, son genel grevin üzerinden yüzyıl geçmiş gibi davranışıyla çelişken, bir lider bulup yüklediği sorumlulukla hafiflemiş hisseden yüz binleriz.

Tespit mesaisinde yorgun düştüğünden uyanışa geçemeyenleriz. Kızmıyorum hiçbirimize, dağ olsa yıkılır, taş olsa çatlardı. Hızını hiç kesmeyen salvo, aparkat, kroşe altında seneler geçti, sayısız eksildik ama en azından hâlâ varız, sağız. Ama artık bir şey yapmalıyız.

Bunca kapı önüne inen şiddete bu kadar yaralı yakalanmamalıyız. Hiç de bir şey gelmeyecek gibi mi elimizden?

Bir video gördüm. Liseli bir çocuk, simit-su satan bir adama not bırakıyor. “Bunu size iletmemi istediler” diyerek.

Hızla uzaklaşıyor sonra. Adam notu açtığında “Son zamanlarda kimse söylememiş olabilir ama elinden geleni yapıyorsun:)” yazıyor. Kameraya çekmişler, adamın yüzüne bir anda gülümseme yayılıyor, kahkahaya dönüşüyor. 

Düşündüm en son ne zaman takdir gördük, ne zaman rahat bir nefes aldık, durduk yere ne zaman güldük, kim sevdi en son bizi çıkarsız, kim çaldı kapımızı fol yok yumurta yokken ortada, ne zaman sabahı heyecanla bekleyerek uyuduk, biz ne zaman rahat uyuduk? Bize iyi gelen ne kaldı elde?

Hızlıca çıkmamız lazım bize servis edilen gündemlerden, biraz yüz yüze bakmamız lazım. Eski günler gibi; merhaba, nasılsın, sesini duyayım istedim, haydi bir akşam sahilde yürüyelim, parka gidelim gitar çalalım, sokak tiyatrosuna denk gelelim, emeğine sağlık, teşekkürler, ne güzel kokuyorsun, çok şıksın, ne güzel giyinmişsin, sen de çok yoruluyorsun ama sana helal olsun, lafı da gediğine ne güzel koymuşsun, senin sesin iyidir, patlat bir şarkı da neşemizi bulalım, sıkılırsan ara, bunalırsan gel, daralırsan buradayım unutma, kimse söylememiş olabilir ama mücadelenle gurur duyuyorum, iyi ki varsın, sen sağ ol, hep var ol...

Hangisini en son ne zaman duydunuz, ne zaman söylediniz? Hışırlaştık hepimiz, tiksinti mimikleri yerleşti yüzümüze, dudak kenarlarınıza ve çene ucunuza bakın göreceksiniz. Her gün daha yalnız hissederek uyanmak kolay değil ve bunca şeye yalnız, takdirsiz, umutsuz, keyifsiz her gün, her saat dayanmak da. Hiç halkını sevmemişlerin, sevildiğini hiç hissetmemiş kıldığı insanlarız artık.

Sağ kalmak fiziksel değil yalnızca, ruhumuz sağ mı? İçimizdeki insanlık can mı çekişiyor nabız normal görünürken? Toplumsal çürümeye bir aspirin olur belki biraz selam sabah, hasret kaldığımız takdir, teşekkür, iyilik.

Bir tufana giriyoruz, nasıl çıkarız, çıkabilir miyiz belli değil, birbirimize iyi bakalım. Bu kadarı geldi elimden, alabileceğimiz ortak kararların en küçüğü:

“... Tesadüf ve rastlantıların yaşantımızı nasıl yönlendirdiğini görüyorum. Bir de o ufak tefek küçük kararlarımızın, hayat akışımızı nasıl irice etkilediğini...”

İki Yeşil Susamuru, Buket Uzuner.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa