29 Ağustos 2024 05:40

Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs.

Erdoağan, Bahçeli, Mustafa Destici, HÜDAPAR, Komutanlar

Fotoğraf: TCCB

Paylaş

Malazgirt’ten 953 yıl sonra yeniden fetih harekatını “dua ile” başlatma gösterisi, her ne kadar Ali Erbaş’ın kılıçlı minber gösterisiyle 570 yıl sonra Ayasofya’yı yeniden fethi denli kitlesel destek görmediyse de “muhteşem” sayılırdı! Resim tanık ve kanıttır: T. Erdoğan, Y. Güler, D. Bahçeli, Destici, Yapıcıoğlu ve ‘iki kuvvet komutanı’; hepsi el ele-omuz omuza. Devlet Bahçeli ile HÜDA PAR’lı Zekeriya Yapıcıoğlu yan yanaydı ve Zekeriyaoğlu’nun yanında da Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları duruyordu.

Büyük sefere, yüzyıllar öncesinin Selçuklu ve Osmanlı sultan-padişahlarının ordugah kurup, Saray ekabirlerinin icabet ettiği türden bir muhteşemlik görseli de sağlanmıştı.  “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi üyeleri” eşlik etmiş, Kürtler üstüne çıkılan sefere. Erdoğan, Sultan Alparslan’ın savaş kaftanını giymedi ama “Malazgirt zaferinin rehberliğinde” yürüyüşü sürdüreceklerini birkaç kez yineleme ihtiyacı duydu. HÜDA PAR’ın yöneticisi ise Bahçeli’nin elini tutan “Kürdistan Emiri” rolü üstlenmişti. Daha çok İrdis’i Bitlisi rolüyle!

Ama aradan yüzyıllar geçti. Kabile-aşiret toplumu dağıldı-çözüldü-birleşmeler ve bölünmeler farklılaştı. Kapitalizm Kürt toplumu bünyesinde de nicel-nitel değişimlerle iş birlikçiliğin, tetikçiliğin ve komisyonculuğun koşullarını değiştirdi.

Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal ekonomik koşullar, iç ve dış baskı güçleri arasındaki ilişkilerdeki değişim, siyasi baskı yoğunluğu, yargısal mengenenin halk ve halktan yana politikacılar aleyhine artan sıkıştırılması, yoksulluğun sokaklarda bar bar bağırması, çiftçilerin traktörleriyle yollara çıkması, işçilerin saflarında iman-imdat ve artık yeter çatışmasının görünür olmaya başlaması, Malazgirt-Ahlat seferinin kaldıraçları olabilir. Ya da tersinden bu sefer, bu olgusal durum ve gelişmeleri örtmenin askeri-politik silahı işlevi üstlenmiş olabilir. Ama her hal-ve vaziyette, amaçlanmış kuvvet gösterisi öne çıkarılmış veya çıkmıştır. Kuşkusuz sadece bu da değil!

Malazgirt'in tüm Müslümanların zaferi olduğunu belirten Erdoğan, “Davamız nesillere ve çağlara ışık olmak, hak ile batılın kıyamete kadar sürecek davasında her zaman hakkın yanında durmaktır” diyerek, yönetimi altında sürdürülen batılın hakimiyet savaşını tersinden göstermeyi de ihmal etmedi.  Eğitim, kültür, sosyal hayat alanında devam eden yıkıcı-tahrip edici, tek yanlı dayatmacılığın “Müslüman” olsun-olmasın bölge halkına yaşamı zehir ettiği gerçeğinin üstüne yeşil bayrak örtmeyi “hak” gösterdi. Askeri-politik gösterinin bir de güllü madalyonlu bölümü vardı ki o magazin gazeteciliğinin uğraş alanına giriyor. Zulüm altında inim inim inleyenlerle onları top sesleri ve süngü uçlarıyla sündürmeye çalışanlar arasındaki ilişkileri güncel komedilerin alaysı gülmecelerinde boğuntuya getirmekle meşgul olanlar bunu da ‘eğilmenin açısı’ üzerinden bir yorum getirirler.

Malazgirt-Ahlat 953.yıl dönümü vesilesiyle sergilenen devletin kuvvet gösterisi, baskı, yasak, yoksulluk, pahalılık, işsizlik, sokak cinayetleri, süreklilik gösteren baskın ve gözaltılar, kadın ve çocuk katilliği, artan şekilde belirginleşen sosyo psikolojik bunalım göstergelerini örtme işlevini ne kadar yerine getirdi ya da getirebildi bilinmez ama, bu olgusal durum verileri, toplumsal ilişkilerin artan şekilde kaotik özellik kazandığını; çıkışsızlık ve “çaresizlik” sonucu cinayet ve umarsızlığın toplumu sardığını gösteriyor. Manisa-Akhisar’da sokak ortasında kadına kalabalık bir seyirci önünde yapılan zulüm karşısındaki duyarsızlık tekil örnek değildir. Bir çocuğun çaresizliği karşısındaki, bir hayvanın iniltileri karşısındaki, bir kadının imdat çağrıları karşısındaki kayıtsızlık(lar), ülke yöneticilerinin o çok da övünerek anlatmayı sevdikleri “milli ve yerli” gelenek-göreneklerin mevcut durumdaki işlevi ve değişimiyle birlikte yargısal-yönetsel politikalarla etkileşimini de sergiler türdendir. Ahlat’ta başkanlık sarayı yapıp, yanı-yakınına bir de Devlet Bahçeli’nin kuvvet gösterisiyle Kürtlere sözümona tarih dersi vermeye benzemeyecek bir toplumsal iç çözülme-çürüme ve amiyane deyişle “birbirini yeme” ortamının artan şekilde geliştiği apaçıktır. Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için en küçük direnişlerinde işçilerin karısına polis ve jandarmayı çıkararak, kapitalistlere vergi ve teşvik kıyağı sağlayıp işçilerin ücret artışı talebine “Kaynak yok” reddiyle yanıt vererek, üretemez duruma gelmiş çiftçiyi alaya alarak Saray keyfiyet yönetimini sürdürmek, sanıldığı üzere sadece yıldırmıyor, vukuatları ve çürümeyi boydan aşırma işlevi de görüyor. Günümüzün temel önemdeki sorunlarının başında denebilir ki, bu aşırma hallerinde toplumun hangi sınıfı-sınıfları, kesiminin batak altında kalacağı geliyor. Uyanış içindeki gençler, direnen kadın emekçiler, “Birleşe birleşe kazanacağız!” sloganlarıyla birleşmenin gücünü görüp işaret eden işçiler, yoksullaşmanın dip kuyularında boğulmamak için çırpınan üretici köylülerle kır-kent yoksulları, dinsel ve milliyetçi söylemlerle üstü örtülerek yokmuş gibi gösterilmeye çalışılan kendi sorunları etrafında daha fazla birleşmek zorundadırlar. Yoksa polisiye baskı sürer, yasak çemberi daraltılır, devrimci muhalefet susturulmaya çalışılırken, gerici ajitasyon malzemesi yeniden üretilir, içeri-dışarı seferber düzenlenir, saraylar yapılıp şatafatlı gösteriler sergilenir, ABD ile iş pişirilip İsrail’i koruma tatbikatlarına uçak gemisi hizmeti verilirken Netanyahu’ya katil denerek kandırmaca sürdürülür vb, vs.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa