30 Ağustos 2024 04:52

Yoksulluk bitmiş, haberiniz var mı?

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Ülke yönetiminin en tepesindeki şahıs “Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır” dediğinde neler hissedersiniz? Bunları kesinlikle bir emekli kahvesinde  veya semt pazarında söylememiştir diyeceğiniz kesin. Ama yine de şaşkınlık, üzüntü ve bunları söyleyen hakkında aklınızdan geçen ve buraya yazılamayacak başka duygulara da sahip olabilirsiniz. Ya da bunları bütünüyle bir yana bırakıp konuşan acaba başka bir ülkede mi yaşıyor deyip, ülkenin gerçeklerine keskin bir bakış yöneltebilirsiniz.  

Biz de öyle yapmayı deneyip, devletin resmi bakanlığının -başında aile vb. yazan- verilerine göre sosyal yardımlarla geçinen 4.2 milyon hanenin mensuplarının yani yaklaşık 17 milyon bireyin durumlarını hatırlatarak işe başlayalım. Evet yanlış okumadınız, yoksulluğun “tarihe karıştığı” bu ülkede yaklaşık 17 milyon kişi sosyal yardımlarla yaşıyor. Öyle anlaşılıyor ki, devletin en tepesi sosyal yardımla yaşamlarını sürünerek sürdüren bu kitleyi yoksulluktan kurtulmuş sayıyor! Ama bu yoksulluktan da öte sefalet içinde bir yaşam anlamına geliyor. Yoksulluktan kurtulma edebiyatının bir yönünü bu gerçek oluşturuyor.

Diğer yönü ise şu: Bu ülkede asgari ücret 17 bin 2 lira. Türk-İş’e göre açlık sınırı temmuz ayı için 19 bin 234 TL, Türk Metal sendikasına göre ise 19 bin 423 TL. Son hesaplamalara göre ise 21 bin lirayı aşmış durumda. Yani bu ülkenin işçi ve emekçilerinin milyonlarcası -15 milyon 22 bin 900- açlık sınırının altında bir ücretle çalışıyor. Açlık sınırının sadece 4 kişilik bir ailenin zorunlu gıda harcamalarını içerdiğini, kira, ulaşım, enerji, sağlık, çocukların okul masrafları vb. giderleri içermediğini hatırlatmak gerekiyor. Yani ortalama en düşük rakamı varsayarak iki kişilik bir aileyi hesaba katacak olsak bile ülkenin en az 30 milyonu açlık sınırının altında geçinmeye çalışıyor. Bu korkunç bir yoksulluk değilse nedir ki? Kim bilir, belki de ülkeyi yöneten çoktan yoksulluğun ne olduğunu unutmuştur. Saray’da her bir dakikada 2 asgari ücret veya en düşük 4 emekli maaşının harcandığı koşullarda halkın içinde bulunduğu gerçekler nasıl kabul edilecek?

Bir diğer yön ve gerçek ise şu: İçerisinde Türk-İş ve diğer bazı sendikaların olduğu araştırmaların ortaya koyduğuna göre yoksulluk sınırı 61 ile 65 bin lira arasında değişen bir rakamı içeriyor. Yani bir emekçi ailesinin kıt kanaat geçinebileceği bir rakam. Genel ücret düzeyinin asgari ücrete yaklaştığı, ortalama işçi ücretinin 25 bin TL civarında olduğu gerçeği dikkate alındığında, bu ücretle geçinmeye çalışan kitlenin -son resmi rakamlara göre istihdam edilenlerin sayısı 32 milyon 591 bin kişi- yaşamını yoksulluk sınırı içinde sürdürdüğünü ülkeyi yöneten dışında kim inkar edebilir? Bunlar ne söylenirse söylensin inkar edilemeyecek gerçeklerdir.

Ama bu gerçekler tablonun tamamını oluşturuyor mu? Son zamanlarda hepimizin tanık olduğu başka bir gerçeklik daha var: Ülkenin tarımsal üretim merkezlerinde küçük ve orta düzeyde üretim yapan üreticiler tarımsal girdi fiyatlarının aşırı artması, buna karşın ürünlerinin büyük tekeller tarafından üç kuruşa kapatılmak istenmesine artan bir yaygınlıkta tepki göstermeye başladılar. Ürünler tarlada bırakılıyor, yollara dökülüyor, tabii icradan kurtulup hâlâ ellerinde kalmışsa traktörlerle eylemler de yapıyorlar. Bu üreticiler yıkıma ve iflasa sürükleniyor. Şimdi de bunların mülklerine ek koymanın yasal kılıfı hazırlanıyor. Ama küçük mülk sahibinin protestosu oldukça sert olur. Çok merak edenler 13 Şubat 1990’da Akhisar’da tütün üreticilerinin ne yapmış olduğunu bir araştırsın. Ankara Siteler esnafının eylemi ise başka bir örnek oluşturuyor.

İşin yasaklar ve baskı yönüne ise hiç girmeye gerek yok. Ülkenin hapishaneleri politik tutuklularla dolu. Gezicilere verilen keyfi cezalar ortada. Seçilmiş Milletvekili Can Atalay üstelik Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen halen hapiste tutuluyor. Mecliste kürsü dokunulmazlığına sahip milletvekillerinin kanı akıtılıyor. Sulh ceza mahkemeleri eskinin DGM’leri gibi çalışıyor. Saray ne derse, yargı o yönde kararlar alıyor. Bağımsız yayın yapan, gerçeği yansıtma peşinde koşan TV ve gazeteler üzerinde ağır bir baskı uygulanıyor. RTÜK, Basın İlan Kurumu sansür ve baskı konusunda sıkıyönetim koşullarını aratmayacak uygulamalar yapıyorlar. Açıkçası yukarıya yaptığımız alıntıda çizilen pembe tablonun ülkenin ne ekonomik, ne de politik gerçekleri ile uyuşan tek bir yönü bile bulunmuyor.

Son sözü ülkeyi yönetenin bu sözleri nerede ve hangi koşullarda yaptığını değinerek söyleyelim. Bunlar Ahlat’ta, “Anadolunun kapısını açtığı” söylenen “Malazgirt zaferinin” bilmem kaçıncı yılında söyleniyor. Tek adam, etkili olacağını düşündüğü bir yerde ve zamanda, şövenizm dozunu uyuşturucu niyetine halkın kanına şırınga ediyor. Sanıyor ki açlığın ve sefaletin kapısını ardına kadar açmasına karşın, söyledikleri halkı her gün, her saat yaşadığı gerçeklikten koparır, destek kitlesini ayakta tutar ve canlandırır. Ama köprülerin altından çok sular aktı. Halk kitleleri iktidarın yoksulluk, açlık, işsizlik kırbacını yiye yiye bilendiler ve hızla bilinçleniyorlar. Yandaş araştırma şirketinin-SETA- itiraf etiği gibi Erdoğan’ın üzerinde artık bir zırh yok. Ortaya çıkan eylemler ve eylem biçimleri gelecekte olacakların küçük bir ön gösterisi niteliğinde. Ülkenin gidişatın değiştirmek için mücadele eden her kesim daha hareketli günlere hazır olmak zorunda.

Ve son olarak kişisel bir not: 1980 öncesinde Ankara’dan tanıdığım yoldaşım BEDO’yu kaybettiğimizi üzüntüyle öğrendim. Sakin, birikimli, yiğit bir insandı. Her koşulda mücadeleye katkıda bulunacak bir yolu bulmuştu. Anısı mücadelemizde yaşayacak. Başımız sağ olsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa