31 Ağustos 2024 04:10

Dünyanın sonu mu geliyor?

uzaklara bakan 4 genç

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Öğrencilerimin derse katılım konusunda ne kadar isteksiz olduğunu anlatmıştım. Geçenlerde içlerinden biri, korktukları için katılmadıklarını söyledi bana.

“Korku” mu? Bu kelime şaşırttı beni ve biraz açmasını istedim.

Sadece tartıştığımız okumaların ağır içeriğinden, iki yüz öğrencinin önünde konuşmaktan değil, söyleyeceği herhangi bir şeyin anlamsız olacağından korktuğunu açıkladı. Zekasına, bilgisine güvenmediği için değil sadece, “Dünyanın sonu yaklaştığı için.”

Elbette çekingenlik eski öğrencilerimde de rastladığım bir durumdu. Ancak son yıllarda gördüğüm, hayata dair genel bir korku.

Bu korkunun gayet yapısal sebepleri var.

Gençler birbiriyle çelişen iki mesajla büyüyor: 1) Gelecek tamamen senin ellerinde ve hayatını istediğin gibi şekilleyebilirsin. 2) Küresel ısınma, savaşlar, yapay zekanın geniş kitleleri işlevsiz hale getirme riski, soykırımcı diktatörlüklerin yükselişi, finansal krizler ve pandemilerden dolayı dünyanın sonu geliyor ve bu konuda senin yapabileceğin hiçbir şey yok.

“Dünyanın sonu geliyor” cümlesini, başka öğrencilerden de arada bir duyuyorum. Bu korkunç, yıpratıcı, ağır bir yük. Bununla yaşamak zor.

Biz de büyürken bir yığın çelişkili mesajla büyüdük ama yeni kuşakların yüz yüze olduğu varoluşsal terör gerçekten bambaşka.

Bahsettiğim ağır çelişkiyi, öğretim üyesi olarak çalıştığım Amerika’da, her yaz ziyaret ettiğim Türkiye’den daha bariz şekilde gözlemliyorum. Bunun bir nedeni Amerika’nın bireysel özgürlüklere aşırı vurgu yapan genel kültürü kadar, çocukların küçük yaştan itibaren çevre bilinciyle yetiştirilmesi, teknolojik gelişmenin etkilerinin hayata çok daha hızlı nüfuz etmesi, ve gündelik siyasete çok daha az ilgi duyulması.

Türkiye’de kötülüklerin kökeninde Erdoğan olduğu, Erdoğan öncesi dönemin iyisiyle kötüsüyle çok güzel olduğu gibi bir kanı hakim, ve bu indiregemecilik varoluşsal terörü azaltıyor ya da erteliyor. Üstelik gençler zaten kendilerini her şeye kadir görmüyor. Hiyerarşilerdeki yerleri, toplumsal ve siyasi baskının hayatlarındaki belirleyiciliği daha görünür.

Amerikan genci ise ağız tadıyla kimseyi suçlayamıyor. Rahat rahat “Başımızdakiler olmasa, baskıcı babam olmasa, her şey mükemmel olurdu” diyemiyor. (İşin kolayına kaçıp göçmenleri, azınlıkları filan suçlayanların üniversitelerde sesi pek çıkmıyor.) Ama burada gençler, felakete dörtnala gittiğimizin farkındalar. Başka bir deyişle, hem hayatlarının kendi bireysel kontrolleri altında olduğuna inanıyorlar (Ya da inanmaları bekleniyor), hem de her şeyin kontrol dışında olduğuna!

Bu çelişkiyle büyüyen gençlerde, ürkütücü bir kayıtsızlık hakim, arada kimileri çareyi hiperaktivizmde bulsa dahi. Yani genel tablo şu: Öğrencilerin çoğu panik halinde, bir an önce okulu bitirip iş edinme derdinde. Daha küçük bir grup ise elinden geldiğince eğlenmeye bakıyor. Bayağı küçük bir azınlık ise, öğrencilerin temel kaygılarıyla kesişmeyen meselelerde, kendini tüketen bir aşırı siyasileşme yaşıyor. Bu üç yol da, gayet meşru olan korkularla başetmenin verimsiz yolları (yenik düşme, bastırma, “yer değiştirme”).

“Bu dengesizlik zaten hep yok muydu üniversitelerde” diyebilirsiniz ama şu andaki durum takriben 1970’lerin sonundan 2010’ların başına kadar uzanan neoliberal hegemonya ortamından farklı. Benim öğrencilik yıllarımdaki hakim havanın aksine, serbest piyasanın ve dünya çapındaki Batı hakimiyetinin sorunları çözeceğine dair inancın yerinde yeller esiyor. Ama bu hurafelere sırtını dönen gençlik, bunların yerine hiçbir şey koyamamış.

İşte bu yönsüzlükten dolayı, tamamen çaresiz hissediyorlar. Serbest piyasacılık ve liberal-emperyalist idealler revaçta olmasa da, “Bireyin kendi hayatını tamamen kontrol edebileceği”ne dair köklü liberal inanç henüz ayakta. Ya da ayaktaymış gibi davranılıyor. Mutlak bireysel kudret (ilüzyonu) ve mutlak çaresizliğin bir arada deneyimlenmesinin sonucu: Ruhsal çöküş.

Bu ikili ağır baskıdan kurtuluşun tek yolu var. Küresel ısınmanın, savaşların, teknolojinin insan için değil de bir avuç zengin için kullanılmasının, ve pandemilerin kökenindeki sistemin adını koymak. Sonu gelenin illa ki dünya değil, kapitalizm ve varolan devletler sistemi olduğunu farketmek, korkularımızı, kaygılarımızı çözmez ama, en azından bir çıkış yolu olduğunun ayırdına varmamızı sağlar.

Sistemi değiştirme özgürlüğünün (hatta sorumluluğunun) bireysel değil, toplumsal bir yük olduğunu kavramak. Asıl yolculuk buradan başlıyor. Korkularımızı bastırarak ya da onlara yenik düşerek değil, onları paylaşarak ve gemleyerek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa